Bu hafta ağımıza takılanlar

Bu ülkede antisemitizm böyle hortladı. Ona buna İbrani, ona buna Yahudi kökenli diyerek başladı. Başbakan’ın müthiş “metin yazarları” bu ipe her zamankinden daha hızlı sarılmış, amman milliyetçi oyları elden kaçırmayalım diyerek esip gürlemeyi tercih etmiş olabilirler. Ama etnik siyaseti kaşımanın Türkiye’yi getirdiği nokta budur. Ahu ÖZYURT

İzak BARON Diğer
5 Ocak 2011 Çarşamba

Güncel

Mavi Marmara’dan bu yana tanık olunan olumsuz gelişmeler, Ankara’nın İsrail’den uzaklaşıp İran ve Suriye’yle yakınlaşmak yönünde süregiden politikasının talihsiz bir teyidinden ibaret

2011’deki genel seçimler öncesi AKP, seçmen tabanının önemli bir parçasını oluşturan dindar taşra nüfusu arasındaki yaygın İsrail karşıtı hissiyatı avantaja çevirme niyetinde görünüyor. Fakat Türkiye ve İsrail’in ortak çıkarları var. Bölgenin yegâne demokrasileri ve güçlü birer laik siyasi çerçeveye sahipler.

Ancak son dönemde keskin bir değişim yaşanıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın özellikle Hamas ve Suriye’yle bağlantıları güçlendirmesi, İsrail’le ilişkilere vurulan ilk darbeydi. Ocak 2009’da Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda Erdoğan, ülkesini İsrail’den uzaklaştırmak için açıkça bir çaba gösterdi. İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres’le katıldığı bir paneli, İsrail’i ‘barbarca saldırılarından’ dolayı suçlamak için istismar etti.

Mavi Marmara’dan bu yana tanık olunan olumsuz gelişmeler, Ankara’nın İsrail’den uzaklaşıp İran ve Suriye’yle yakınlaşmak yönünde süregiden politikasının talihsiz bir teyidinden ibaret.

Türkiye’nin bu ay Karmel yangınıyla mücadele için yangın söndürme uçakları göndermesiyse bir umut ışığı oldu. Fakat önce Erdoğan’ın bu yardımın Türkiye’nin Mavi Marmara vakasına yaklaşımını değiştirdiğinin işareti olarak görülmemesi gerektiğini dile getirmesi, ardından bu hafta sonu Davutoğlu’nun İsrail’in aynısını Türkiye için yapmayacağını iddia etmesi bu ışığı söndürdü.

Başyazı – Jerusalem Post

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetayV3&Date=28.12.2010&ArticleID=1034242&CategoryID=132

İsrail Einstein'e Cumhurbaşkanlığı teklif edileceğinin aşikar olduğu bir kültürden tecavüzden hüküm giyecek bir adamı seçme havasına nasıl geldi?

Politikacıların aziz olmalarını bekleyemeyiz. Fakat onlardan mesuliyet hissi ve ahlaklı olmalarını beklemeliyiz. Onlara sadece kendi politik kariyerleri için değil, hizmet ettikleri ülkenin çıkarları için de çalışmaları gerektiğini hatırlatmalıyız.

Bugün hepimiz için utanç günü. Fakat milletvekiilerimiz için kefaret günü. Emeğin karşılığı toplanan vergileri halkın iyiliğini göz önünde tutmadan çarçur ederken, edeple hukukla ve İsrailin uzun vadeli çıkarlarına ters kanun teklifleri yaparken İsrail’in standartlarının çürümesine katkılarını da bir an düşünmeleri gerekir.

İsrail Einstein'e cumhurbaşkanlığı teklif edileceğinin aşikâr olduğu bir kültürden tecavüzden hüküm giyecek bir adamı seçme havasına nasıl geldi? Başarı kültür ve ahlak kriterlerine göre seçilen Ben Zvi Shazar Katzir Navon ve Herzog'lardan Katsav'ı seçmeye nasıl geldik?

Katsav’ı seçen milletvekillerimizden bir an için bir sonraki röportajı veya cep telefonlarındaki mesajları düşünmeyip yanlız kaldıkları bir anda kendilerine ülke için mi kendileri için mi çalıştıkları ve insanlıklarından bir nebze kalıp kalmadığını sormaları lazım.

Carlo Strenger - Haaretz

http://www.hasturktv.com/israilde_gundem/1457.htm

Güvenlik kurumlarının sadece unsurlarından biri olduğu sivil bir toplum mu, yoksa bir yarı-ordu devleti olarak yaşamaya devam etmek mi istiyoruz?

Her Amerikan vatandaşı ve ABD’ye giden her göçmen, kendisine veya ulusuna rehberlik etmesi amaçlanan bir dizi prensip ve değeri ezbere söyleyebilir. Bizdeyse bu tür değerler ve prensiplerin esamesi okunmuyor.

Sorun, devlet okullarının müfredatına daha fazla Siyonist ders koymak veya daha fazla ‘kültür mirası sit alanı’ oluşturmak gibi saçma araçlarla çözülmeyecek. Nereye gittiğimiz konusunda bir karara varmak zorundayız.

Arap vatandaşları kabul ediyor muyuz etmiyor muyuz? İşgal altındaki toprakları ilelebet elimizde tutma niyetinde miyiz? Ortadoğu’ya entegre olmak istiyor muyuz? Açık, çokkültürlü bir toplum mu, yoksa tecrit edilmiş, aşırı milliyetçi bir toplum mu istiyoruz? Güvenlik kurumlarının sadece unsurlarından biri olduğu sivil bir toplum mu, yoksa bir yarı-ordu devleti olarak yaşamaya devam etmek mi istiyoruz? Bu, kaderimizi belirleyecek olan uzun bir soru listesi, fakat gündemimizde bir tanesi bile yok.

Kimse bu meseleleri tartışma masasına koymak için kılını kıpırdatmıyor; siyasi liderlik, medya, eğitim sistemi, (zaten zar zor ayakta duran) sivil toplumun herhangi bir kesimi bu soruları sormuyor. Kamusal söylem, ıvır zıvır meselelerle meşgul; en anlamsız, en gelip geçici skandallardan ordudaki değişimlere, Karmel yangınından polis şefi Uri Bar-Lev’e kadar her şeyi konuşuyoruz, ama bunları konuşmuyoruz. Öyleyse geriye yapacağımız ne kalıyor? Hayır, hayır, hayır demeye başlamamız gerekiyor. Kesinlikle hayır. Peki, neye evet diyebiliriz?

Haaretz

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetayV3&Date=28.12.2010&ArticleID=1034243&CategoryID=132

İlk başta ne olduğunu anlamadığım için onların arasında kalınca birden geri kalmış bir Arap ülkesine ışınlanmış gibi de hissettim kendimi

Pazar günü beni Mavi Marmara göstericilerinin arasında görmüş olabilirsiniz. Araba trafiği sıkıştığından bir süre onlarla birlikte yürüyormuş gibi bir izlenim vermiş olabilirim. Bu tamamen yanlış bir izlenimdir. Çünkü ben, sadece hemen yakında bulunan Sepetçi Kasrı’ndaki bir televizyon programı çekimine gidiyordum, bu yüzden o kalabalıkla birlikte olduğum izlenimi doğmuş olabilir.

İsterseniz noterden yazı da gönderirim ama benim o kalabalıkla ortak tek bir noktam bile yoktur, hatta ilk başta ne olduğunu anlamadığım için onların arasında kalınca birden geri kalmış bir Arap ülkesine ışınlanmış gibi de hissettim kendimi, ilk fırsatta uzaklaştım kendilerinden.

Şunu da tekrar gördüm ki, inanç sadece bu insanların eline bırakılamayacak kadar önemli olan bir şeydir. İnancın sadece bu hayat tarzlarıyla uyumlu olabileceğini sanmak yanlıştır. Hayatı tüm yönleriyle kavramak isteyen ve kendisinin görünümüne ve nasıl algılandığına titizlik gösteren modern insanların da inançlı olabileceğini görmeliyiz.

Serdar Turgut

http://www.haberturk.com/yazarlar/585716-akp-bile-beyaz-turklere-muhtactir

Bu Facebook sitesini kuran çocuk olduğu iddia edilen, her ne tesadüfse Yahudi genç arkadaşın milyarca dolarlık bir dünya devini hala başarılı bir şekilde yeni yıllara taşıması, iş deneyimi bile olmayan bir üniversite öğrencisinin 1000’lerce kişilik bir ekibin koordinasyonunu, markanın iletişimini ve gizli servisler karşısında sımsıkı durabildiğine inanıyor musunuz?

Lütfen herkes Türkiye’deki facebook rakamlarını incelesin, istatistiklerini de. Ortalama 1 Türk kullanıcısının günde 56 dk Facebook üzerinde olduğunu. İstihbarat ve psikolojik savaş açısından bu rakamların ne ifade ettiğini,  facebook’ta dünya nüfusunun 10’da birinin bilgilerinin ve erişim bilgilerinin olduğunu, orada yaratılan ve yaşatılan yeni bir dünya kültürü oluşturulduğunu. Dünya ülkeleri yönetimlerinin bile bu konuda maalesef çaresizlik içerisinde, online dünyanın oturtulduğu ÖZGÜR İNTERNET zeminin temelleri ile boğuşamadığını. 400 milyon dünya gencinin ve insanının tümünün birbirleri ile veya verilen bir etkiye nasıl tepkiler verdiğinin hesaplanmaya çalışıldığını (Beğen / Paylaş / Dürt) Ve buna benzer milyonlarca istatistik üzerine şu anda kimlerin çalıştığını lütfen düşünün.

Şimdi son birşey daha sormak istiyorum. Bu facebook sitesini kuran çocuk olduğu iddia edilen, her ne tesadüfse Yahudi genç arkadaşın milyarca dolarlık bir dünya devini hala başarılı bir şekilde yeni yıllara taşıması, iş deneyimi bile olmayan bir üniversite öğrencisinin 1000’lerce kişilik bir ekibin koordinasyonunu, markanın iletişimini ve gizli servisler karşısında sımsıkı durabildiğine inanıyor musunuz? Ben İNANMIYORUM. Bu yazıyı beğenmeniz durumunda mutlaka facebook’tan beğenin bakalım :) bu yazı ne kadar gezebilecek facebook duvarlarında.

Emre Güzeldal

http://www.medyafaresi.com/haber/54317/medya-facebook-neden-uc-musluman-ulkeyi-hedef-secti.html

Kaldı ki değil altı ay, altı yıl da geçse özür gelecek gibi görünmüyor

Malum, Türkiye ikili ilişkilerin geleceğini İsrail’in Mavi Marmara baskını nedeniyle özür dileyip tazminat ödemesine bağlamış bulunuyor. Dahası var: Üst düzey bir diplomat, baskından yaklaşık bir ay sonra “Türkiye, İsrail ordusunun gerçekleştirdiği Mavi Marmara baskınının üstüne bir bardak soğuk su içemez” demişti yine köşe yazarlarıyla bir sohbette. Aynı diplomat, bu iki talebin yerine getirilmesi için İsrail’e ‘makul bir süre’ tanındığını, o sürede özür ve tazminat gelmezse, Türkiye-İsrail ilişkilerinin ‘geri gideceğini’ belirtmişti.

Makul süreden kasıt nedir öğrenememiştik ama o günden bu yana altı ay geçti. Gayet makul bir süre. Kaldı ki değil altı ay, altı yıl da geçse özür gelecek gibi görünmüyor. Öyleyse? ‘Bir bardak soğuk su içmeyeceksek’ sonuçları bir yana ilişkilerin ‘geri gitmesi’ kaçınılmaz.

Peki bugün itibariyleTürkiye-İsrail ilişkilerinin halihazırda gelmiş bulunduğu nokta göz önüne alındığında, daha da gerisi ne olabilir? Çok şıklı bir soru değil bu.

Erdal Güven

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1034359&Yazar=ERDAL%20G%C3%9CVEN&Date=29.12.2010&CategoryID=99

İsrail’de oluşan genel kanının aksine Türkiye’nin İran benzeri bir İslami cumhuriyete dönüşeceği ya da hızla laik karakterini kaybedeceği gerçekçi temellerden yoksundur

Bu çerçevede Mavi Marmara olayı sonrasında, her iki ülke arasında da çok fazla şüphe ve dargınlık oluşmuş, 1990’larda oluşturulan ittifak artık savunulabilirliğini yitirmiş durumdadır. Diğer taraftan Türkiye ile olan iyi ilişkiler İsrail’in kendi varlığını sürdürmesi açısından büyük önem taşımaktadır.

Türkiye barış ve moderasyon adına hâlâ bölgede önemli bir ses ve Amerikan yönetiminden sonra İsrail ve komşuları arasında arabuluculuk yapabilecek en dengeli ülke konumundadır. Bunun da ötesinde, İsrail açısından Türkiye bölgede İran’ın Ortadoğu’yu kontrol etmek üzere geliştirdiği stratejik hamleleri dengeleme gücüne ve isteğine sahip tek ülkedir. Uzun vadede iki ülke arasındaki ilişki Türkiye için de oldukça önemlidir. Eğer Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun hedefi insan haklarını ve özgürlüklerini güçlendirmek ve Türkiye’nin komşuları ile ilgili ‘sıfır-problem’ politikasını oluşturmaksa, İsrail kaçınılmaz olarak bu denklemin bir parçasıdır. Bu nedenle İsrail’de oluşan genel kanının aksine Türkiye’nin İran benzeri bir İslami cumhuriyete dönüşeceği ya da hızla laik karakterini kaybedeceği gerçekçi temellerden yoksundur. Aksine son yıllarda Türkiye’nin bir dünya lideri olabilecek ve uluslararası alanda bağımsız bir yol izleyebilecek potansiyeli gelişmektedir.

Türkiye’nin son dönemde izlediği bu siyaset çok saygı duyulacak, çok uzun süre önce alınması gereken bir karardı. Ancak bu yeni süreçte Türkiye’nin Ortadoğu politikası tekrar değerlendirilmeli, İsrail bir yük yerine, bir kazanç olarak değerlendirilmelidir.

Dror Ze’evi

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetayV3&Date=&ArticleID=1034363

”Lieberman bar fedaisi olarak mesleğine başladığı kabadayı günlerinden edindiği ‘göze göz’ felsefesini dış politikaya uygulamaya çalışıyor...”

Sonuçta konu iki ülkede iç siyaset malzemesi haline dönüşmüş bulunuyor ki bu da işleri zorlaştırıyor. Fakat İsrail’de, Türkiye ile ilişkilerin bu noktalara getirilmesine “stratejik hata” olarak bakanların sayısı da artıyor. Bu çerçevede Lieberman’a duyulan öfke de artıyor.

Haaretz gazetesi yazarlarından Akiva Eldar’a göre Lieberman Türkiye’ye karşı “bozucu” tutumuyla aslında dış politikadaki başarısızlığını örtmeye çalışıyor. Eldar, “Lieberman ve Büyük Ağzı” başlıklı yazısında daha da ileri giderek şunları belirtmiş: 

”Lieberman bar fedaisi olarak mesleğine başladığı kabadayı günlerinden edindiği ‘göze göz’ felsefesini dış politikaya uygulamaya çalışıyor...”

Özetle, “Kasımpaşa diplomasisinin zararları” İsrail’de de artık görülmeye başlandı.

Semih İdiz

http://www.milliyet.com.tr/turk-israil-iliskilerinde-yumusama-emareleri/semih-idiz/siyaset/yazardetay/29.12.2010/1332143/default.htm

Bu ülkede anti-semitizm böyle hortladı. Ona buna İbrani, ona buna Yahudi kökenli diyerek başladı

Bu ülkede anti-semitizm böyle hortladı. Ona buna İbrani, ona buna Yahudi kökenli diyerek başladı. Başbakan’ın müthiş “metin yazarları” bu ipe her zamankinden daha hızlı sarılmış, amman milliyetçi oyları elden kaçırmayalım diyerek esip gürlemeyi tercih etmiş olabilirler.

Ama etnik siyaseti kaşımanın Türkiye’yi getirdiği nokta budur.

Milleti alnında etiket, kolunda DNA kartıyla gezdirirseniz sonunda birileri de kalkar “Benim dilim de budur, tabelamı da asarım” der.

Kimse kökenini seçemiyor. Kimse kan grubunu da seçemiyor. İktidara yakın oturan bazı siyaset mühendisleri son üç yıldır bu ülkenin vatandaşlarının kendi DNA’sını reddetmesini, varlık nedeniyle, soyu sopuyla, kurucu ruhuyla kavga etmesini istiyor. Geçmişte olan herşeyin Oedipus Kompleksi misali nefretle karşılanması için çalışıyor.

Kimsenin o kadar şizofren olmaya niyeti yok.

Her şey bir yana... “Ben sizi birbirinizle tanışasınız diye farklı farklı yarattım” diyene saygısızlık değil midir yapılan?

Ahu Özyurt

http://www.gazeteport.com.tr/YAZARLAR/NEWS/GP_826435

Türkiye'de var olan Yahudi düşmanlığını yaratan cumhuriyet değil, Osmanlı sistemidir

Önce bu cahil medya kabadayısına şunu öğreteyim: Türkiye'de var olan Yahudi düşmanlığını yaratan cumhuriyet değil, Osmanlı sistemidir….. Osmanlı Devleti zamanında Yahudilerin belli renkte elbise ve pabuç giymeleri, hatta ata binmeleri bile yasaktı. Avrupa'da Yahudilere karşı genel bir düşmanlık başladığında; Mustafa Kemal; Almanya'daki Yahudi sanatçılara, bilim adamlarına kucak açmıştı.

Bununla ilgili sayısız kaynak ortadadır. Elbette ki Avrupa'daki Yahudi karşıtlığı Türkiye'de kamuoyunu da etkiledi; basına da bu durum yansıdı. Lakin; Atatürk; Hitler'e karşın Yahudi kesime kucak açtı.

- - -

Üstüne üstlük; Taraf yazarı Ayşe Hür; Trakya'daki Yahudi karşıtı eylemlerin, Atatürk'ün müdahalesi ile bitirildiğini yazmak zorunda kaldı. Buyurun okuyun:

'Yahudilerin diliyle 'La Vaka' (olay, vak'a), 'Barunda' (gürültü, karışıklık, kıyamet) veya 'La Furtuna' (fırtına), Yahudi cemaatinin önde gelenlerinden Gad Franko ve Mişon Ventura'nın 4 Temmuz 1934 günü Atatürk'le yaptığı gizli görüşme sayesinde sona erecekti. Kamuoyu, olayları 5 Temmuz 1934 günü Başvekil İsmet İnönü'nün TBMM'de yaptığı konuşmayla duydu. İnönü, Meclis'in tatile girmesi dolayısıyla yaptığı uzun konuşmasının bir yerinde Trakya'daki olaylardan söz ederek, gerekli önlemlerin alındığından söz ederek, kaçanların geri dönmesini istemişti. Bu konuşma, Trakya'daki yerel idarecileri, saldırgan güruhu engellemek zorunda bırakmıştı.'

Rıza Zelyut

http://www.gunes.com/2010/12/30/yazarlar/y4.html

Başbakan Erdoğan'ın bu popülaritenin faturası doğrudan İsrail'e çıkıyor, bedelini İsrail ödüyor

Türkiye ile Yahudi toplumunun ilişkisi tarihte benzeri görülmemiş bir ilişkidir. Beş yüz yıl önce Hristiyanlar, İspanya'dan Yahudileri sürdükleri zaman onlara kapısını açan sadece Türkler oldu. 2. Dünya Savaşı esnasında da Türkiye yine Yahudi bilim adamlarına kucak açtı. Modern dönemde de Türkiye ile İsrail arasındaki ilişki örnek bir ilişki biçimi oldu. Çünkü Müslüman bir devletin bir Yahudi devletiyle anlayış ve işbirliği içinde olabileceğinin adeta ispatı oldu bu.

Her gün gazeteleri açıyorum ve ilişkilerin düzeleceğine dair işaretler için nedenler arıyorum. Yangında sergilenen türden karşılıklı bir kaç jeste daha ihtiyaç var diye düşünüyorum. İsrail artık Türkiye ile ilişkilerinin daha fazla gerilmesini istemiyor. İsrail geri çekti kendini ve Türkiye'den de aynı tavrı bekliyor. Şu anda ilişkinin daha da kötüye gitmesini engellemeye çabalamak gerekiyor. Zira, Yunanistan ve İran gibi Türk-İsrail ilişkilerinin kötü olmasından faydalanmak isteyenler var. Buna fırsat verilmemeli.

Başbakan Erdoğan'ın bu popülaritenin faturası doğrudan İsrail'e çıkıyor, bedelini İsrail ödüyor. Çünkü İsrail'e karşı sertleştikçe artıyor popülaritesi. Halbuki PKK tecrübesine sahip Türkiye'nin İsrail'in Hamas'la ilişkisinin zorluklarını daha iyi anlamasını beklerdim.

Abraham Foxman

http://www.usasabah.com/Roportajlar/2011/01/03/adl_baskani_abraham_foxman_israil_geri_cekildi_sira_turkiyede

Aranan atmosfer bulunduğu anda İsrail’in hayatını kaybedenler için Türk halkına hitaben “Üzgünüz” ifadesini içeren bir açıklama yaptığını göreceksiniz

Amaç atmosferi hazırlamak olmasa Netanyahu da Lieberman gibi, “Türkiye, İsrail’den özür dilesin” diyerek, tribünlere oynamanın keyfini sürebilirdi. Bir zamanlar Mavi Marmara’ya “aşk gemisi” diyen Netanyahu’nun, “Türk halkına üzüntümüzü ileteceğiz” demek noktasına gelmiş olması da yeterince anlamlı aslında.

Neyse, sürecin sonunu da söyleyeyim de kimse 2011’e en azından bu konuda merak içinde girmesin. Aranan atmosfer bulunduğu anda İsrail’in hayatını kaybedenler için Türk halkına hitaben “Üzgünüz” ifadesini içeren bir açıklama yaptığını göreceksiniz. Sonra “alçak koltuk olayındaki” gibi Türkiye bunu kabul etmeyecek ve yine birileri araya girip senaryo gereği düğümü çözecek.

Neticede de İsrail, temmuz ayındaki “İsrail Özür Dileyecek” ve “Sessiz Diplomasi” başlıklı yazılarımda da belirttiğim üzere, “Askerlerimizin kendini savunurken sebep olduğu sivil ölümlerden dolayı Türk halkından özür dileriz” gibisinden bir açıklamayla resmen özür dileyecek. Lakin özür açıklaması, Lieberman orada oturduğu için İsrail Dışişleri Bakanlığı’ndan değil, Başbakanlık veya Savunma Bakanlığı tarafından Türkiye’ye iletilecek.

Gelgelelim böylesine “yarım yamalak bir özrün” Türk halkının vicdanında kabul göreceğine dair benim ciddi şüphelerim var doğrusu. Zira bu özrün, 9 vatandaşını insanlık dışı bir baskına kurban veren bu halkın vicdanında açılan yaranın acısını dindireceğini hiç sanmam. Cin şişeden çıkmış ve kalpler kırılmış bir kere, onarmak da kolay olmayacak.

Özcan Tikit

http://www.haberturk.com/yazarlar/586428-turkiye-israil-hattinda-neler-oluyor

Size garanti verebilirim ki gemiye indiklerinde niyetleri sadece geminin Gazze’ye girişini ve can kaybını önlemekti

İsrail’de muhalefet lideri olmama rağmen olayın olduğu gün, kayıplardan üzüntü duyduğumuzu, sivil öldürmenin değerlerimiz arasında olmadığını, fakat askerilerin kendisini savunması gerektiğini söyledim. İsrail yardımları Gazze şeridinden geçirmeyi önermişti, dolayısıyla bu bir yardım girişimi değil provokasyondu. Önlemeye çalıştık fakat devam etmek istediler. Bu talihsiz bir durum. Aktivistlerin askerleri dövdüğü, merdivenlerden attığı korkunç resimleri görmeden önce bile açıkça “Ne bekliyorlar?” diye düşünüyordum. Size garanti verebilirim ki gemiye indiklerinde niyetleri sadece geminin Gazze’ye girişini ve can kaybını önlemekti. Ama böyle şeyler olabilir. Umarım bu olay Türkiye-İsrail ilişkilerinin geleceğini etkilemez. Buradaki ihtiyacımız askerlerimizi korumak ve uluslararası mahkemelerde olası suçlamalar yapılmasını engellemek. Bence bu da İsrail hükümetinin meşru bir beklentisi. Türk hükümetinin de bunun üstesinden gelebileceğini düşünüyorum. Bunları halledip birkaç yıl önce “mükemmel” diye tanımladığımız yere dönebiliriz.

Tzipi Livni

http://www.haberturk.com/dunya/haber/586759-kustahliga-bak

Ve tam da o günlerde yapılacak genel seçimlere bu şekilde “gönül rahatlığı” ile gideriz

Mavi Marmara döndü.

Niye bu kadar geç döndü bilmiyorum. Herhalde İsrail detaylı bir arama yaptı gemide.

Geldi ve “resmi” olmasa da törenle karşılandı. Hatta dün bir gazetede, “Gönüllere demir attı” başlığını bile gördüm. Gerçi demir atmamış, limana bağlanmıştı ama olsun.

Yine okuyarak öğreniyorum ki, Mavi Marmara’nın “Gazze macerası” henüz sona ermemiş.

Önümüzdeki aylarda bir kez daha “yardım ve yardımcıları” alıp Gazze’ye doğru yola çıkacakmış.

Okuduklarımdan, ne zaman Gazze’ye doğru yol alacağını öğrenemedim.

Ancak naçizane bir önerim olacak.

Çok acele etmesinler.

Bence hava koşullarının uygun olacağı ilkbaharı beklesinler.

Hatta bahar sonunu.

Mesela mayıs sonunda yola çıksınlar.

Biraz oyalanır, çok da gazlamadan yol alırlarsa haziran ortası gibi İsrail’e yaklaşmış olurlar.

Bu seferde de iki seçenek var.

Ya İsrail yine tarihi tekerrür ettirir ve gemiye saldırır...

Ya da geçen seferden ders almış olur ve geminin geçişine izin verir. Yardımlar Gazze’ye ulaşır.

Böylece ya İsrail’le bir kez daha gerilim yaşanmış olur ya da İsrail’e ders verilmiş olduğu için hedefe ulaşılmış olur.

Bütün bunları haziran ayı içinde yaşarız.

Ve tam da o günlerde yapılacak genel seçimlere bu şekilde “gönül rahatlığı” ile gideriz.

Sizce de zamanlama uygun değil mi!

Fatih Altaylı

http://www.haberturk.com/yazarlar/fatih-altayli/585597-mavi-marmaranin-2-israil-seferi

Netten okuyun

İngiltere ve Yahudi dünyasının küresel savaşı – Birol Ertan

http://www.acikgazete.com/yazarlar/birol-ertan/2010/12/28/ingiltere-ve-yahudi-dunyasinin-kuresel-savasi.htm?aid=39092

Filistin ve Liberal Solun Suskunluğu

http://www.bianet.org/bianet/siyaset/126881-filistin-ve-liberal-solun-suskunlugu

Harf inkılabına karşı çıkan bir Yahudi aydını

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=141306

“İsrail ve Suriye için Türkiye en iyi arabulucu” – Semih İdiz

http://www.milliyet.com.tr/-israil-ve-suriye-icin-turkiye-en-iyi-arabulucu-/semih-idiz/siyaset/yazardetay/03.01.2011/1333916/default.htm

2010’da İsrail-Türkiye İlişkileri

http://fotoanaliz.hurriyet.com.tr/GaleriDetay.aspx?cid=43113&p=1&rid=4369

ATATÜRK ANTİ-SEMİTİST MİYDİ? – Deniz Tansi

http://www.odatv.com/n.php?n=ataturk-anti-semitist-miydi-3112101200

Mavi Marmara Neyi Simgeliyor? – Deniz Tansi

http://www.hasturktv.com/arsiv/1439.htm

ADL Başkanı Abraham Foxman: "İsrail geri çekildi, sıra Türkiye'de"

http://www.usasabah.com/Roportajlar/2011/01/03/adl_baskani_abraham_foxman_israil_geri_cekildi_sira_turkiyede