/Recep Ayyılmaz’ı bilir misiniz?

Operayı sokağa taşıyan adam olarak tanınan Recep Ayyılmaz’ın gerçek bir sahne büyücüsü olduğunu keşfetmem ‘Don Pasquale’ oyunu ile oldu.

Erdoğan MİTRANİ
29 Aralık 2010 Çarşamba

Recep Ayyılmaz’ı birçok okuyucu ‘Operayı sokağa taşıyan adam’ olarak tanıyor. Bir iki yıl önce Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında İstanbul’da sokakta sergilediği operayla birçok gazeteye haber olan Ayyılmaz önce Türkiye’de tiyatro ve müzik eğitimi almış, sonra Fransa’nın yolunu tutmuş, orada Fransız edebiyatı okumuş. Üç yıl boyunca İstanbul Devlet Operası’nda sözleşmeli çalıştıktan ve kadrolu olarak beş yıllık reji yardımcılığı deneyiminin ardından kendi girişimleri, Kültür Bakanlığı ve Fransa Büyükelçiliği’nin destekleriyle Paris Operası prodüksiyonlarında yönetmenlik stajı yapmış, efsane yönetmen Robert Wilson’un sahneye koyduğu ‘Palleas ve Melisande’deçalışmış.

Türkiye’ye dönünce metnini ve akışını yapmış olduğu, şan hocası Belkıs Aran’ın hayatını ve sanatsal kariyerini anlatan bir gece tertiplemiş. Ardından Pergolesi’nin intermezzosu ‘Hanım Olan Hizmetçi’yi daha sonra da opera ve baleyle çok tanışık olmayan insanlar için Suat Arıkan’ın tasarlamış olduğu ‘Operatik Marjinaller’i sahnelemiş.

Peşinden Mersin ve Eskişehir’de sahnelenen ‘Saraydan Kız Kaçırma’ gelmiş. İstanbul’un ezan ve çan seslerinin eksik olmadığı çok kültürlü ortamına taşıdığı öyküyü son derce farklı ve modern bir anlayışla sahnelemiş.

Buraya kadar hep –miş’li geçmişle geldim ama bundan sonrasında kişisel yaşanmışlıklarım var. Biz Recep’le benim sinema, onun müzik atölyesi yönettiği Atölye Maçka’da tanıştık. Henüz kırklı yaşlarının başında nazik, kültürlü ve bilgili bir İstanbul çocuğu. Birkaç müzik çalışmasına katıldım. Müthiş keyifli! (Ne yazık ki bu yıl benim Açı Okulları’ndaki Kısa Film Atölyeleriyle çakışıyor.) Her neyse, tanışıklık dostluğa, giderek arkadaşlığa dönüştü ve evvelsi yıl beni ‘Don Pasquale’nin prömiyerine davet etti.

Bir itirafta bulunayım; evime Digitürk’le “Mezzo” kanalı girdiğinden beri İstanbul’da operaya hiç gitmiyordum. Türün en saygın örneklerinin en üst düzey performanslarıyla haftada bir-iki kez izlenebildiği bu kanalda sahne sanatlarının bu en kusursuzunun son gelişmelerini izlemiş; bir yandan başta Pavarotti olmak üzere kimi olağanüstü sesin yetersiz bir oyunculukla nasıl sahnede yok olduğunu gözlemlerken, diğer taraftan operanın öncelikle tiyatro olduğunu bilen yönetmenlerin, müthiş seslere müthiş oyunculuk katabilen gençlerle sahneledikleri eserleri izlemiştim.

Evrenselliğini ve güncelliğini hiç yitirmeyen konusu ve etkileyici melodileri ile ‘Opera Buffa / Gülünçlü Opera’ tarzının en yetkin eserlerinden biri sayılan Gaetano Donizetti’nin; Don Pasquale’si ‘bel canto’nun da en güzel örneklerinden biridir ama sahnelenmesi için sadece müziğini değil, Goldoni’lere kadar uzanan ‘Commedia dell’Arte’ geleneğini, hatta biraz da Fransız vodvilini iyi bilmek gerekir. Bu sebeple Recep’in nazik daveti beni biraz da endişelendirmiş, insan olarak sevdiğim bu arkadaşımın sanatçı yönünün beni hayal kırıklığına uğratacağından korkmuştum. Diğer yandan hem bina olarak restorasyonundan sonra bir mücevher kutusuna benzetilen Süreyya Operası’nı, hem de İstanbul’un Anadolu Yakası’ndaki yerleşik bir sahnede sergilenen ilk opera eserini izlemeyi de çok istiyordum.

Neticede Don Pasquale’, Recep Ayyılmaz’ın gerçek bir sahne büyücüsü olduğunu ilk kez keşfettiğim oyun oldu. İlerlemiş yaşına rağmen çapkınlıktan vazgeçmeyip 70’inden sonra eş aramaya kalkan geçkin bekâr Don Pasquale ile onu zekâsıyla alt eden genç ve güzel Norina’nın komik öyküsü, müthiş bir devinim ve bir güldürü anlayışı ile dünyanın herhangi bir sahnesinde göklere çıkarılacak kusursuz bir ‘opera buffa’ örneğiydi. İstanbul Operası’nın?son derece yetkin genç kadrosu ile de bu vesile ile tanışmış oldum. Don Pasquale: Ali İhsan Onat;  Norina: Hande Soner;  Ernesto: Caner Akın ve de özellikle Malatesta: Kevork Tavityan’ın performansları iki yılın ardından unutamadıklarım arasında.

Prodüksyonun, sahne tasarımından kostümlerine kadar A’sından Z’sine  her kısmı ile ilgilenen Ayyılmaz’ın ne yazık ki hem sahnesi hem de orkestra çukuru çok yetersiz olan mekandaki çözümlemeleri çok yaratıcı, Ernesto’nun ünlü serenadını salonun arka kapısından girip sahneye doğru yürüyerek söylerken sahnede dekorun müthiş bir zarafetle değişmesi çok etkileyiciydi.

Ertesi yıl İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin Leyla Gencer anısına sahnelediği”Orphée et Eurydice’’ e merak ve heyecanla gittim. Eserin en ilgi çekici detaylarından biri sahnenin dörtkenarına yerleştirilen altın varak çerçeve, bir diğeri de eserin baştan sona kadar sahneye gerilen ince bir siyah tül perdenin arkasında oynanmasıydı. Abidin Dino’dan esinlenerek sahneye uyarlanan devasa el figürü ise dekorun en çarpıcı öğesiydi?Konusunu Yunan mitolojisinden alan ve genç yaşta ölen biricik eşinin peşinden Hades’e doğru yola çıkan Orphée’nin hikâyesini anlatan Gluck’un ‘Orphée et Eurydice’i Hector Berlioz’ün getirdiği yorumla sahneleniyordu. Üç kadın ve bir korodan oluşan kadrosu ile her an durağanlığa kayma eğilimi olan eserde Ayyılmaz, bir yandan Beyhan Murphy’nin koreografisinin de desteği ile koroyu devinimleri ile aktif bir oyuncu olarak kullanarak, diğer yandan da şelalesinden dekoruna ve kostümüne, o avuç içi kadar sahnede bir süperprodüksyon etkisi yaratarak son yılların soluk soluğa izlenen en görkemli prodüksyonunu yaratmıştı.

Geçen sezon ise Recep Ayyılmaz, Offenbach’ın fantastik opera türünün en ilginç ve dinamik eserlerinden biri olan ‘Hoffmann’ın Masalları’nda opera sahnelerinde görmeye alışık olmadığımız imgeleri, sona sakladığı çarpıcı ideolojisiyle harmanlayarak seyirciye unutamayacağı bir gösteri sunuyordu.

Her perdede seyirciyi taş devrinden 18.inci yüzyıla, uzayın derinliklerinden günümüzde bir gece kulübüne kadar dört farklı zaman diliminde ağırlayan eser, kahramanlarını da yönetmenin sınırsız hayal gücünde yorumluyordu. İlk perdede yer alan Profesör Spalanzani, farklı bir ifadeyle dünya, siyaset ve sanat dünyasına imza atmış Hitler, Napoleon, Marilyn Monroe ve Mozart gibi kimliklerle özdeşleşerek yaşadığı dönemin marjinal bir bebek imalatçısı olarak seyirci karşısına çıkıyor, pop müziğin kralı Michael Jackson belki de ilk kez bir opera mizansenine bu yorumda eşlik ediyordu. Hele Venedik sahnesinde basamaklardan oluşan ve bir tiyatro salonunu andıran dekorun perdenin finalinde bir ışık oyunu ile Rialto köprüsüne dönüşmesi olağanüstüydü…

Bugünkü yazımı Ayyılmaz’a ayırmamın önemli bir sebebi var. Don Pasquale ve Hoffmann

Ocak ve Şubat aylarında yeniden sahneleniyor. Sakın kaçırmayın. Biletleri aylar öncesinden tükeniyor. Programınızı yapın ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin internet sitesinden yerlerinizi alın.

Hepinize iyi seyirler.