Geleneksel dini yapımız...

Yüzyıllar boyunca Türk Yahudi toplumu Ortodoks bir cemaat olarak varlığını sürdürdü ve sürdürmektedir. Ancak dünyanın pek çok ülkesine yayılan Diaspora Yahudilerinin bir bölümünün Yahudiliklerini farklı akımlarla korudukları gerçeğini de yadsıyamayız.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
7 Temmuz 2010 Çarşamba

12 Mayıs tarihli gazetemizde, Güney İtalya’da yaşayan ve engizisyon döneminde din değiştirmek zorunda kalan Kalibria Yahudilerinin, gerçek kimliklerine dönmelerini sağlayan Rav Barbara Aiello’nun öyküsü aktarılmıştı.

Aradan iki ay gibi bir süre geçtikten sonra bu yazıyı niye anımsadım? Çünkü bu araştırma, sınırlı bir çevreden bile olsa bazı eleştirilere neden oldu.  

Gazetemizin sütunları dışında gerekli açıklamaların yapılmasına karşın ben sorunun daha köklü bir yaklaşımla irdelenmesi gerektiğine inanıyorum. Eleştirilerin odaklandığı nokta yazıda ‘mucizeler yaratan’ kişinin reformist bir kadın haham olmasıydı.

İlkin Türk Yahudi toplumunun geleneksel Ortodoks bir cemaat olduğunu ve dini uygulamalarımızda reformist akımlara yer verilemeyeceğini, kadınların rav olmalarının ise asla mümkün olmadığını peşinen belirtelim. Tora eğitimine önem verilmesi, dini vecibelerin kurallarına uygun bir şekilde yerine getirilmeleri bir zorunluluktur.

Ancak bu durum, Türk Yahudilerinin Yahudi dünyasındaki gelişmelerden, bir zenginlik oluşturabilecek çoğulcu, farklı akımlardan bihaber olmasını da haklı göstermez. Tam aksine Şalom’un görevi bu bilgi aktarımlarını tam ve eksiksiz bir şekilde yerine getirmektir ve getirmektedir de…

 Yahudi Ajansı (Sohnut) Başkanı Anatoly Sharansky, Yahudi dünyasını bekleyen en büyük tehlikenin 14 milyon Yahudi arasındaki olası bölünme olduğunu dile getirirken, özellikle ABD’de yaşayan ve büyük bir oranı reformist olan altı milyon Diaspora Yahudi’si ile Ortodokslar arasındaki sürtüşmeleri dile getirmeye çalışmaktadır. Bu ikilemin ortadan kaldırılması dinler arası diyalog girişimlerinin yanı sıra Yahudilikteki farklı akımlar arasındaki ilişkilerin de geliştirilmesini gerekli kılıyor. (Bu sorun ve özellikle Türkiye dışındaki bazı uygulamalardaki aksaklıklar çok daha kapsamlı bir incelemeyi gerektirmektedir.)

Türk Yahudileri arasında kadınların toplumsal yaşamdaki başarı ve katkıları yadsınamaz. Ancak cemaatte pek çok önemli görevler yüklenmelerine karşın genelde dini bir formasyon edinebildikleri halde bu alanda etkin olabilmeleri mümkün değildir. Farklı uygulamalara örnek olarak,  Kudüs’de Matan Nichemat ve New York’ta Drichta Enstitüleri’nde, Manhattan’da ‘Young İsrael’ Sinagogu’nda kadınların dini danışman, ‘Yoetset Halakha’ veya Bet Din’de ‘Toenet Rabanit’ olarak görev alabildiklerini aktaralım.

Yine ABD’de bazı cemaatlerde, özellikle modern Ortodoks cemaatlerde, cumartesi sabahları dualarda, kendilerinden dini açıklamalar içeren sunumlar yapmaları istenmektedir. Bu kişiler kadın rav değildirler, on kişilik ‘minyan’da yerleri yoktur, ancak toplumu Halakha ve dini konularda eğitmekten de sorumludurlar.

Kadın ile erkek arasındaki ayırımın çok kesin olduğu bazı ultra-ortodoks ortamlarda ise kadının bırakın Torah eğitimi vermesi veya dini konularda görev alması kadın ve erkeğin bir arada bulunduğu seküler mekânlarda söz alması bile kabul edilmez.

Ortodoks bir rav olan Youvale Sherlo’nun bu konudaki görüşü şöyledir: “ Bir kadın mesleğinde uzman ve uygun bir kıyafet içinde ise görüşlerini açıklamaması için bir neden görmüyorum.

Dini konularla ilgilenmenin erkeklerin inhisarında olduğu, kadınların ise ev işlerine bakmakla yetindikleri günleri çoktan geride bıraktık. Bazı alışkanlıkların aşılması ne denli zor ise de geleneklere bağlılık kavramının da yanlış yorumlanmaması gerektiğini belirtelim. ‘Hidush’ (yenilenme) de Yahudi geleneğinin ayrılmaz bir parçasıdır.

Türk Yahudiliği yüzyıllar boyu hiçbir zaman aşırı akımların etkisinde kalmamış, her zaman ölçülü dini yapı ve uygulamalarını korumuştur. Bunun böyle devam etmesinin sadece kişisel değil cemaatimizin çok geniş bir kesiminin isteklerini de yansıttığına inanıyorum.