3 iyi oyuncu, 3 kaliteli film

“Sinemanın kalbi Cannes’da atacak” tahminim tuttu. Ancak kardiolog olmadan da bu kalbin sağlam atmadığını görmek mümkündü. Sinema endüstrisinin sağlıksız kısır bir dönem geçirdiğini yansıtan Cannes filmleri arasında, en iyi oyuncu ödüllerini paylaşan üç film 63. şenliğin ender kaliteli yapımları arasındaydı. Juliette Binoche, Xavier Bardem ve Elio Germano’nun ödülleri hak edilmiş ödüllerdi

Viktor APALAÇİ
2 Haziran 2010 Çarşamba

Festivali izlemek üzere yola çıktığım gün yazdığım yazının başlığını “Sinemanın kalbi Cannes’da atacak” olarak koymuştum. Dönüş yolumda ise şöyle düşünüyordum: “Bu kalbin sağlıklı atmadığını görmek için kardiolog olmaya lüzum yok”

Evet sinema endüstrisinin sağlıksız, kısır bir dönem geçirdiği bir gerçek. Yarışmaların sinema endüstrisinin aynası olduğunu, bu yılki yarışmaların tümünün vasat filmler tarafından kazanmasından görüyoruz. Oscar ve Berlin Film Festivali’ni iki sıradan filmin kazanmasından sonra, Cannes’da da çok tartışmalı bir film (adam yokluğunda) aradan sıyrılıp Altın Palmiye’nin sahibi oldu.

Cannes’a giderken neden umutluydum? Yarışmacılar arasında evvelce Cannes’dan Altın Palmiye ile ayrılmış üç yönetmen vardı (Ken Loach, Mike Leight ve Abbas Kiarostami).

Sinemada önemli kariyer sahibi Alejandro Gonzales İnnaritu, Takeshi Kitano, eski tüfeklerden Bertrand Tavernier, Nikita Mikhalkov gibi ustalar, umut vaad eden genç yaratıcıların son filmleri Cannes’da yarışacaktı.

Yarışma filmlerini, festivalin prestijli yan etkinliği ‘Belirli Bir Bakış’ bölümünün filmlerini ve Cannes’da dünya prömiyeri yapılan birkaç yarışma dışı filmi izledikten sonra sonuç kocaman bir hüsran, düş kırıklığıydı.

Bu yıl tek başyapıt yoktu. Üstelik iyi denilebilecek film sayısı, eski yıllara kıyasla, az sayıdaydı.

Kasvetli bir Barselona

En İyi Aktör Ödülü’nü paylaşan, Javier Bardem’in oynadığı “Biutiful” ile Elio Germano’nun oynadığı “La Nostra Vita” 63. festivalin ender iyi filmleri arasındaydı.

Javier Bardem, kendisi için yazılan bir rolde, kendisine altın tepsi içinde sunulan bir ikramı geri çevirmedi. Ölümün eşiğindeki çaresiz aile reisi Uxbal’in son günlerini anlatan müthiş kompozisyonuyla ödülün haklı sahibi oldu.

Meksikalı Alejandro Gonzales Innaritu “Biutiful”da Barselona’yı anlatıyor. Ama bu Barselona, Woody Allen’in “Vicky-Christina...”sındaki Barselona’dan çok farklı.

Toplumsal sorunları sorgulayan bu koyu dram filmi bizlere turistik filmlerden alışık olmadığımız, sefaletin kol gezdiği, açlık, ölüm ve fakirliğin hüküm sürdüğü Katalan başkentinin çirkin yüzünü sergiliyor.

Göçmenlerin yaşama savaşı verdiği, seyyar işporta tezgahlarında 3-5 parça mal satıp karınlarını doyurma peşinde olan çaresiz insanların ayakta kalma mücadelesine tanık olan, karanlık ve kasvetli bir Barselona.

Bu filme kadar, kader birliği yaptığı Guilermo Arriaga’nın yazdığı senaryolardan yola çıkan Innaritu “Biutiful” ile ilk kez kendi yazdığı senaryonun filmini yapıyor. Innaritu’nun “Babel” ile artık sıkmaya başlayan, birbirlerine göbekten bağlı, farklı öykücüklerden oluşan filmler yapmaktan vazgeçtiğini müjdeleyen bu filmin ismi de çok ironik: Her şeyin kapkara, berbat olduğu bir coğrafyayı “Biutiful” olarak niteliyor.

Film hayatta bir baltaya sap olamamış, iki çocuğuyla, karısından ayrı yaşayan Uxbal’ın öyküsünü anlatıyor. Çocuklarının nafakasını, alkolik eski karısının kira parasını vermek için ayaküstü işler çeviren Uxbal Barselona’nın göçmenleri ile iyi ilişkiler içindedir. Yozlaşmış polis teşkilatı ve göçmen mafyası arasında arabuluculuk yaparak Senegalli ve Çinli göçmenlerden komisyon almaktadır. 40 yaşındaki bu çok renkli insanın prostat kanseri olduğunu öğrenmesiyle tüm çevresinin yazgısı değişir. Çocuklarını sorumsuz annelerine bırakamayacağına göre, onları sahiplenebilecek güvenli birini aramaya koyulur. Altın kalpli Senegalli genç bir kadına bütün servetini bırakıp huzur içinde olabilecektir.

İşçi sınıfı cennete gider

En İyi Aktör Ödülü’nün ikinci sahibi, genç İtalyan oyuncu Elio Germano “La Nostra Vita / Bizim Hayatımız”da bir inşaat işçisi rolünde. “Danielle Luchetti’nin, günümüz toplumsal sorunlarını, sınıf farklılıklarını sosyal açıdan eleştiren filmin konusu Roma banliyölerinde inşaat sektörü içinde geçiyor. Hiç bir sosyal güvencesi olmadan, boğaz tokluğuna çalışan göçmen işçiler, sistemin dişlileri arasında ezilen inşaat işçileri, küçük insanlar, Luchetti’nin de içinde bulunduğu üçlü bir senaryo ekibi tarafından iyi gözlenmiş.

Becerikli inşaat işçisi, iyi bir aile babası olan Claudio, üçüncü çocuğuna hamile olan eşinin doğum sırasında ölmesiyle sarsılır. Bu beklenmedik dram, mutlu bir evliliği olan Claudio’nun yazgısını değiştirir.

Üç çocuğuyla hayatta kalma savaşı veren Claudio içinde bulunduğu inşaat sektöründeki haksızlıklara karşı savaş açar. Ailesinin, arkadaşlarının ve yakın çevresinin desteği ile girdiği amansız savaştan yüzünün akı ile çıkar.

İlk kez izlediğim  genç aktör Elio Germano Claudio’da, taptığı bir insanın kaybıyla travma geçiren basit bir insanın çocukları için verdiği mücadeleyi müthiş performansıyla inandırıcı kılıyor. Karısıyla birlikte sık sık söylediği favori şarkıyı, eşinin ölümünden sonra tek başına söylerken bir dram karşısındaki haklı isyanını yansıtan hiddetli görülmeye değerdi.

Ödüllü filmi “Mon Frére est Fils Unique” ile tanınan Danielle Luchetti, gerçektçi ve samimi sinema dili ve duyguları işlemedeki hüneriyle, tek yarışmacı olarak ülkesi İtalya’yı Cannes’da layıkıyla temsil etti.

Evrensel olabilmeyi başarmak

Jüri, En İyi Aktris Ödülü için fazla zorlanmadı. Herkesin favorisi Juliette Binoche’u, “Copie Conferme”daki olağanüstü kompozisyonuyla ödüllendirdi.

Binoche’un tek rakibi, Güney Kore filmi “Poetry”de harika bir büyükanne kompozisyonu çizen Yun Junghee idi. Jüri bu filmin deneyimli yönetmeni Lee Chang-Dong’u, ödül listesine En İyi Senaryo Yazarı alarak dengeleri korudu.

 “Evrensel Olabilmeyi Başarmak” ara başlığını Juliette Binoche için koymadım. Kieslowski’nin trilojisi “Bleu Blanc Rouge”da, Haneke’nin “Code Incannu”sünde, Hollywood’daki başarılarında Binoche çoktan bir dünya starı.

Ancak, yetmişinde, ülkesinin dışında ilk kez filmi çeviren İranlı usta Abbas Kiarostami’nin yazdığı senaryodaki, dünyanın herhangi bir köşesinde geçebilecek, karı-koca ilişkisine evrensel açıdan yaklaşan öyküsü, her türlü övgünün üstünde.

Abbas Kiarostami, gerçek olanla olmayanı birbirine dengeli bir şekilde harmanlayarak anlatan senaryosunu, mükemmel bir sinematografi eşliğinde beyaz perdeye aktarıyor.

Jüri, 1997’de “Kirazın Tadı” ile Cannes’da Altın Palmiye kazanan İran’lı ustayı eli boş göndermek istemedi. Bir önceki filminde de Kiarostami’nin başrolde oynattığı Juliette Binoche’un şahsında “Copie Conferme”u ödüllendirdi.

Kiarostrami bu filminde Neorealist İtalyan sinemasının büyük ustası Roberto Rossellini’ye saygı duruşunda bulunmuyor. İtalya’nın Toscana bölgesinde geçen konusuyla, “Copie Conferme”da buraya son kitabının tanıtımı için gelen bir İngiliz yazar ile sanat galerisi sahibi Fransız bir kadının karşılaşmaları var. Bu evrensel öykü, dünyanın herhangi bir köşesinde her ülkeden, karşı cinsten iki insan arasında geçebilir.

Kiarostami, kıvrak kaleminin zeka dolu dialoglarıyla, iki kahramanının evli olabileceklerini de ima ederk, gerçek olanla olmayanı harmanlayan senaryosuyla bizleri keyifli bir yolculuğa götürüyor.