Attan inip…

Köşe Yazısı
25 Ağustos 2010 Çarşamba

ALP ALKAŞ


Son zamanlarda oldukça az maçı doksan dakika seyredecek sabrı kendimde bulabiliyorum. Dünya Kupası’nın genelindeki hayal kırıklığından sonra liglerin başlamasıyla yeniden kendimi ekran karşısında buldum. Bu hafta sonu yapacak da pek bir şeyim olmadığından kendimi maçlara verdim ve şansıma son zamanlarda seyrettiğim en iyi maçı seyretme şansı buldum.

İlki tahmin edebileceğiniz gibi Barcelona - Sevilla maçı idi. Maçın altıncı dakikasında aslında kâbuslarımız gerçek oluyordu. Zokora’nın Messi’ye yaptığı sert müdahale ile yürekler ağza gelse de Messi’nin oyuna devam etmesiyle kendimize geldik. Sezon başında Messi’nin sakatlanması senenin tüm keyfini kaçırabilirdi. Sonrasında ise Barcelona’nın maçı tamamen domine etmesine tanık olduk. Biraz talihsizce yenilen ilk golün ardından Sevilla saha da iki pası ard arda yapamaz hale geldi. İşin ilginci bunun Sevilla’nın kalitesiyle hiçbir alakası yoktu. Ardından Messi, Xavi, Busquets ve Iniesta’nın inanılmaz pasları ile başlayan atakların sonunda üç gol daha bularak maçın skorunu belirledi, 4-0. Ara sıra kanal değiştirip baktığım Beşiktaş maçı ile bu maç arasındaki tek benzerlik sahanın yeşil olması diyecektim ama İnönü’nün çimleri benim küçük balkoncuğumdaki bitkilerden daha bakımsız durunca onu bile diyemiyorum.

Belki de ilk maçı kendi evinde 1-0 geriye düştükten sonra 3-1 kazanan Sevillalı oyuncular yeterli avantajı sağladıklarını düşünmüşlerdi ama Barcelona’nın futboldan anlamayana bile futbolu sevdirecek performansı karşısında yapacak pek de bir şeyleri yoktu. Barçalılar kaybedilen her topu 45 saniye içinde geri kazanma ve rakip oyunculara yorulana/sıkılana kadar topu kendi aralarında dolaştırıp rakibi bayılttıktan sonra maksimum beş pas ile kaleyi bulma kuralları dahilinde futbol dersi verdiler desek pek abartmamış oluruz.

İkinci maç ise Pazar günü Premier League de oynanan Fulham v Manchester Utd maçı idi. Premier League’in çıkması kolay olmayan deplasmanlarından biridir Craven Cottage. Geçtiğimiz yıl rüya gibi bir sezon geçiren Fulham, hoca değişikliğine rağmen aynı yolda devam etmek isterken, Manchester ise iki senedir galip gelemediği Fulham deplasmanından bu sefer üç puanla dönmek istiyordu.

Maçın başı oldukça dengede giderken United’in yaşlanmayan yıldızlarından Scholes’ın uzaktan müthiş vuruşu skoru beliriyordu. Fulham kendi oyun planı dahilinde bütün doğruları yapıyor ve büyük bir istekle mücadele edince farkı bu tip anlık beceriler belirledi. İkinci yarı ise Fulham oyuna biraz daha istekli başladı. Bobby Zamora’nın da oyuna daha fazla dahil olması sonucunda Fulham az adamla yakaladığı Manchester’a karşı golü buldu. Golden sonra bir penaltısı da verilmeyen Fulham, geçen senenin en iyi oyuncularından Brede Hangeland’ın kendi kalesine attığı gol ile 84. dakikada 2-1 mağlup duruma düştü. 75’ten sonra sağlı sollu ortalarla gelen United, Nani, Owen ve Giggs’i de oyunca sürünce aradıkları golu biraz şansa da olsa buldular. Oyundan bir an için düşen Fulham yine sağdan gelen bir ortada topun Duff’ın önce dizine sonra eline çarpması ve hakemin pozisyonu yeterince süzemeyerek penaltı düdüğünü çalması ile maçın sonuna gelmiş gibiydi. Fakat önce 87. dakikada penaltıyı kurtardılar ardından kurdukları baskıda korneri kazandılar. Sağdan gelen ortayı Van der Sar’ın kalesine gönderen ise az önce toptan kaçamayarak kendi kalesine golü atan Hangeland’dan başkası değildi. Birkaç dakika önce yerin gibine girmek istediği her halinden belli olan bu koca adam şimdi kollarını açmış gururla yürüyebilirdi. Ve bu müthiş mücadele 2-2 sonuçlanırken geçen seneki 4-3’lük Manchester derbisinden sonra bir Ferguson – Hughes çekişmesi daha nefesleri kesti.

Bu iki maçtan sonra dönüp Galatasaray - Bursaspor maçı seyredecek olmak biraz ağırıma gitmiyor desem yalan söylemiş olurum.