Selam olsun…

Ester YANNİER Köşe Yazısı
11 Ağustos 2010 Çarşamba

Geçtiğimiz haftalarda Tilda Levi’nin “Vijna ve kaymak” yazısını okuyunca aklıma çocukluğum geldi…  Bir dönemler yaz aylarında Caddebostan- Suadiye yaşamı neydi bilir misiniz? Ben orada büyüdüm… 

Çocukluğumda yaz aylarında Caddebostan civarında çok sayıda Yahudi yaşardı.  Mehtap Sokak, Yıldız Sokak, Plaj Yolu, Gelengül Sokak, Sarıgül Sokak, Kadirağa Sokak ve Cemil Topuzlu Caddesi sıklıkla tercih edilen yerlerdi.

O zamanlar sokaklarda el arabalarında mısır, elma-horoz şekeri, dondurma satılırdı. Bir de macuncular vardı. Meyvelerin renklerine göre rengârenk bir tekerlek... Muhtemelen kıymıkları elimize batacak bir tahta çubuğa koyulur öyle yenirdi. Yenilmesi de özel bir beceri gerektirirdi; yoksa üstünüzü başınızı yapış yapış şeker yapmanız işten bile değildi.  Dondurma külahlara gül şeklinde koyulurdu. Kısa sürede erir giderdi. Hani neredeler şimdi özledim onları. Ada da bir dondurmacı bir de mısırcı kaldı yadigâr o günlerden geriye…

Meyve, sebzeler at arabalarında satılırdı avaz avaz… Patlıcan, fasulye, domates sadece yaz mevsimi sebzesiydi o zamanlar. Plastik leğenler, tahta mandallar alırdık, eskiler karşılığında… Merdaneli çamaşır makinesinde rendelenmiş beyaz sabunla yıkanmış çamaşırlarımızı asardık o mandallarla.  Çamaşır günleri vardı. O özenle yıkanmış zor ütülenen sakız gibi çarşaflarla bahçede çadır yapar altında yemek yerdik. Ağaca çıkar erik toplardık. Çocuklar toplanır kovboyculuk oynardık. Yan apartmandaki çocuğun babasının yurt dışından getirdiği oyuncak tabancaları kıskanırdık.  Bahçede top oynardık, komşu yaşlı amcayı kızdırırdık çok ses yaparak. Topumuz çatısına kaçardı bazen. Bazen de bahçesinde özenle yetiştirdiği çiçeklere zarar verirdik bilmeden. 

8 dairelik apartmanımızda her dinden komşularımız vardı. Komşuluk mevhumu vardı, akşam oturmalara, birlikte gezmelere gidilirdi.

Kasap Romi’miz vardı; içinde irili ufaklı yumurtaları olan tadına doyamadığımız leziz kaşer tavukları aldığımız… Sokağın ucunda plastik oyuncaklar satan oyuncakçımız vardı. Arka kısmından okunmuş Tommiks, Teksas ve cepfoto roman aldığımız

Caddebostan Sinagogu’na giderdik zaman zaman… Bahçesinde güzel kokulu  “ruda” (sedef  otu)yetiştiği.  Toplar, anneanneme götürürdüm.

Plajlar vardı denize gittiğimiz. Soyunma kabini kiralar, annelerimizin evde gündelik terzi ile diktikleri çiçekli kendi kumaşından ince kemeri olan elbiseleri çivilere asardık.  Kova küreğimiz vardı; kumdan kaleler yapardık, üstünü deniz kabuklarıyla süslediğimiz.  Kıyıda belimize gelen yerde oturur karaya doğru ilerlerken bacak aramızda kum balığı yakalamaya çalışırdık. Kovaya koyar eğlenirdik…  Plajdan çıkarken kabine bedeli karşılığında iki çinko kovada deniz suyu alırdık. İlki, ayağımızdaki kumlarla dolarken, ikincisine geçerdik. Çarşamba günleri kadınlar matinesi olurdu Caddebostan Maksim de; ünlü sanatçılar gelirdi. Özel dolmalar sarılır, pikniğe gidilir gibi gidilirdi kadınlar matinesine. Arka sokakta oturan arkadaşım sayesinde, sanatçıları kulisten seyretmek bile keyifti.

Gazinonun hemen yanı başında yamru yumru basamaklarla inilen bir kayıkhane vardı. Kayık kiralardık. Denize açıktan girmek istediğimizde. Biraz büyüdüğümüzde arkasına dört beygir bir motoru olan kayığımız oldu, arkadaşlarımızla doluştuğumuz. Yanımızdan geçen sürat teknelerinin en büyük eğlencesiydi ıslatmak bizleri.

Öğleden sonra yatakta istirahat ederdik mutlaka… Karşılığında akşamları açık sinemaya gitmeye hak kazanırdık. Türk filmleri seyreder, babasız çocuklar,  kazada gözleri kör olan ve aniden açılan hanım sanatçılarına hallerine doyasıya ağlardık. Şarkılarını ezberlerdik filmlerin. Azıcık daha rahat edebilmek için küçük yastıklar alırdık tahta sandalyelerin üstlerine. Film sonunda hepsi havaya fırlatılırdı, diploma töreni misali. Gazozlara leblebi atardık. Çekirdek çıtlatırdık avuç avuç… Cem Karaca, Barış Manço her yaz konser verirdi açık sinemada… Bir başka tadı vardı o konserlerin.  Biraz daha büyüyünce yabancı filmleri izlemeye başladık…

Aşklar yaşanırdı sinemaların arka koltuklarında, ilk el tutuşmaları, cesaretsiz kol atma girişimlerine tanık olurlardı birbirine bağlı tahta sandalyeler. Önceleri sandalyeye atılan kollar yavaşça kızların omuzlarına doğru ilerlerdi… Film başladığında büyüdüğümüzün simgesi yakılan ilk sigaralar…

Sinemaya gidilmeyen akşamlar saklambaç oynardık. Mahallenin tüm çocukları bir araya gelip, ortalığı inletirdik. Lunapark vardı. Zincirli dönen sandalyeler, halka atmalar, dönme dolap, korku tüneli, çarpışan arabalar… Lunapark’ın yanı başındaki arsaya sirk gelirdi mutlaka…

Basitti yaşamlar; küçük şeylerden keyif alırdık. Küçüktük… Bizle birlikte şehir de büyüdü, hayatımızı daha zor kılacak ne varsa çekinmeden aldık yaşantımıza…

O yıllardan geriye her ne kalmışsa selam olsun…