Sevgilim İhanet

İhanetin yokedici yumruğunu yemeyen var mı bu dünyada? Doğumdan ölüme kadar ihanet bizi, biz ihaneti takip etmiyor muyuz? İşte size çarpıcı ve düşündürücü bir ihanet hikâyesi. İhaneti yaşayanlar anılarından kaçıyorsa okumasınlar bu yazıyı…

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
11 Ağustos 2010 Çarşamba

Gecenin kör karanlığında birden hışımla uyanmıştı. Rüyasında hiç sevmediği bir konumda bulmuştu kendisini, nefret ederek sıçramıştı yatağından. Bir tropikal sahilde çiçekli-böcekli gömleği ve bermudasıyla kendinden geçmişçesine dansediyordu.

Olamazdı zira iki gün önce çok değer verdiği bir dostunun erken ve elvedasız ölümü karşısında hayata isyan etmiş, küsmüş, acısını zamana havale etmişti. Neyse ki, bu bir rüyaydı ve gecenin o sessiz cennetinde arkadaşına ihanet etmediğine seviniyordu rahatlamış vaziyette.

İhanet… İnsanın yaradılışından beri ona eşlik eden en sadık arkadaş. Belki de ona ihanet etmeyen tek sevgili.

Uykusu kaçmıştı ve ihanete takılmıştı. İlk ciddi ihaneti on yedisinde yaşadığında aşk-ihanet ilişkisinin yokedici gücüyle nasıl mücadele ettiğini anımsadı. Çok beğendiği yaşıtı bir genç kız arkadaşı bileğindeki gümüş künye bileziğini ondan istediğinde, dünyalar onun olmuş, aşkın karşılıklı olduğunu sanarak pembe gözlük takmaya başlamıştı. Aşık olduğu kızın bileziği geri verdiği günün gecesinde onu en yakın arkadaşı ile el ele dolaştığını gördüğünde ihanetin çift kırbacının yüreğinde bıraktığı acı anlatılmaz bir hüznü barındırıyordu.

İhanet böyleydi işte. Ne olduğunu anlamadan birden hayatının içine giriyordu nitekim.

Gecenin hüzünlü sessiz karanlığında hayatındaki ihanetleri düşünmeye devam eder.

Yine hafızasında büyük bir kara leke bırakan bir başka ihanet hikâyesini yirmili yaşlarda yaşamıştı. Yine sözde dostları ona ihanet etmişti. Yıllardır çok emek verdiği bir sivil oluşumun başına tam geçecekken, kimi ‘dostları’ “bu herif yeteri kadar bizden değil” fetvasını verip bir gecede sivil darbe yaparak alaşağı etmişlerdi onu. Çok yaralandığını hatırlar. Onu destekleyen, darbeye karşı çıkan üç-beş gerçek dostunu düşünüp, “herşeye rağmen birileri var bu dünyada” der.

Her ihanet biraz daha yalnızlaştırır insanı. Her ihanet bir terkediliştir çünkü. İhanet edenler ise terkettiklerinde asıl kendilerini terkediyorlardı, vicdanlarına ‘elveda’ diyerek…

Gece sıcaktı, gece nemliydi. Uyumak mümkün değildi, bu karanlık ihanet hikâyelerini anımsadıktan sonra. Karşısındaki denizin üstünde asılı kalan aya bakakaldı. “Belki” dedi, “İnsana ihanet etmeyen tek dürüst, Ay’ın kendisiydi.” Güvenilir biriydi. Her ayın aynı gününde geceleyin sarıdan beyaza dönüşen rengiyle yükselirken göklere, yine de çok uzaktaydı ondan.

İhanet hep yanıbaşımızda arz-ı endam ediyordu, çünkü….

Roma İmparatoru Sezar’a ihanet eden Brütüs onun çok sevdiği evlatlığı değil miydi? Shakespeare, ‘Julius Sezar’ eserinde, “Et tu Brutus” – “Sen de mi Brütüs?” dedirtir Sezar’a. Brütüs de, elbisesini başına çekip “Öyleyse öl Sezar” diyerek 23 hançer darbesiyle öldürür manevi babasını. Zira Brütüs, Sezar’ın diktatörlüğünün Roma’yı yoketmekte olduğuna, kurtuluşun Yunan demokrasisinde olduğuna inanarak işlemişti bu cinayeti.

Shakespeare onu, yüksek idealleri olan bir kahraman olarak lanse etse de, tarih Brütüs’ü gelmiş geçmiş en büyük ‘hain’ olarak kayda geçirir. Brütüs de ihanete uğrar aslında. Onu destekleyenler bir bir kenara çekilince vicdanına yenilir ve intihar eder. İhanetinin bedelini kendi iradesiyle öder.

Oysa ki, bedelsiz ihanet ediciler o kadar çoklar ki…

Mevlâna’nın küçük oğlu Alaeddin’in ihaneti de tarihe geçmemiş miydi büyük harflerle?

Mevlâna ilahi aşk paylaşımında çok büyük dostu olan Şems’i evlatlık kızıyla evlendirdiğinde, bu birlikteliği kıskanan Alaeddin hem Şems’e, hem babasına ihanet etmemiş miydi? Mevlana bu ihanet yüzünden savaşta kaybettiği oğlunun cenaze namazına bile gitmemiş değil miydi?...

***

Tarih, insan sayısının on katı kadar ihanet öyküleriyle dolu değil midir aslında?

İlk önce sevgililer sonra da dostlar ihanet eder.

Daha sonra anılarınız terkeder sizi. Çoğunu unutur gidersiniz.

Şarkılar bile ihanet eder. Bazıları eskiden olduğu gibi güzel gelmez kulaklarınıza.

Şehirler terkeder sizi. Gidemezsiniz bazı diyarlara.

Lâkin en ürkütücü olanı kendimize ihanettir.

Vücudumuz ve suratımız bizi yavaş yavaş terkeder.

Aynalar şahit olur bu görkemli ihanete.

Ve bir gün gelir ve görürüz ki kendimiz tükenmişiz ve yok olmuşuz…

İhanet tefrikası son bulur böylelikle.

Tek güvenilir dostunuz dolunay da uzaktan izler yine ve yineden sizi. Işığı bile aydınlatamaz sizi artık.

Zira ihanet hayatın ta kendisidir.

Ve belki de en nefret ettiğiniz sadık dostunuzdur ihanet.