Referandum Öncesi Azınlık Cemaatleri Nezdinde Nabız Yoklaması

Denis OJALVO Köşe Yazısı
4 Ağustos 2010 Çarşamba

Türkiye’de İngilizce yayınlanan 29 Temmuz 2010 tarihli Today’s Zaman Gazetesi’nde Yonca Poyraz Doğan ve İlyas Koç Non-Muslim minorities inclined to say ‘yes’ in referendum (Gayrimüslim Azınlıklar Referandumda “Evet” deme eğilimindeler) başlıklı bir makale kaleme aldılar. (http://www.todayszaman.com/tz-web/news-217509-non-muslim-minorities-inclined-to-say-yes-in-referendum.html)

Tarafıma yönelttikleri sorulara cevaben Türkiye Yahudi toplumunu ilzam etmemek kaydıyla bu konudaki fikirlerimi kendileriyle paylaşabileceğimi söyledim.

SORU: Türkiye’deki azınlık cemaatleri (özellikle Musevi Cemaati) darbe dönemlerinden ne kadar etkilendiler? 12 Eylül’de nelerle karşılaştılar? Bu referandumun onlar için özel bir anlamı var mı? 12 Eylül 2010 tarihindeki referanduma ilişkin neler söylersiniz? ‘Evet’ demek ne getirir? ‘Hayır’ oyu vermek ne anlama gelir?

CEVAP: Siyasi çalkantı dönemlerinin siyasi erkin gücünün tartışıldığı, can ve mal emniyetinin tehlikeye girdiği zaman dilimleri olmaları cihetiyle genelde tüm toplum gibi azınlık cemaatlerini de olumsuz etkilemiş olduğu bir vakıadır. 12 Eylül Müdahalesi olduğunda 30 yaşındaydım. Sosyoloji ve yüksek lisans seviyesinde Siyasal Bilimler okumuş, konusunda asistanlık yapmış biri olarak olan biteni anlayacak ve değerlendirecek kadar olgunluk ve birikime sahiptim. Toplumda uyandırılmak istenen kanının hilafına, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yönetimi ele geçirebilmek için işlerin çığırından çıkmasına çanak tuttuğu iddialarına itibar etmemek lazımdır. Bununla beraber, siyasi erkin siyaset kurumunu işletememesi perspektifinde, TSK’nın müdahaleye girişmeden evvel hukuki zeminin oluşmasını beklemek durumunda kaldığını da teslim etmek gerekir. O günleri yaşamamış olanların, yaşayıp da olan biteni idrakten yoksun olanların, olan biteni bugünün kıstaslarıyla yargılayıp sonuçlar çıkarmalarını yanlış buluyorum. Annelerin çocuklarını okula bile göndermekten korktukları o günlerde perakende satış mağazaları meşrebi meçhul kişiler veya bunların vazifelendirdikleri çocuk yaştaki kişiler tarafından şu veya bu örgüt adına haraca kesilmekteydi. Hem toplum hem de bürokrasi ‘Der’li ve ‘Bir’li olarak ikiye bölünmüştü. Yaradan’dan Türkiye’ye o günleri bir daha göstermemesini dilerim.

Özetle, 12 Eylül 1980 Müdahalesi zaruriydi ve toplumun genelinde bir ferahlama yaratmıştı.

2010’un gündemi 1980’in gündeminden çok daha farklı. Siyaset bağlamında, günümüzün en önemli sorununun Yasama Erki’nin Yürütme Erki’nden bağımsız olamaması ve dolayısıyla onun tasarruflarını denetleyebilecek konumda olamaması olduğunu düşünüyorum.

Şöyle ki, milletvekilleri, seçilebilmek için seçmenlerine değil onlara bu konumları açan siyasi parti başkanlarına hoş görünmek durumundalar. Bu durumda meclise girdiklerinde kendilerini ‘millet’in değil ‘parti başkanı’nın vekilleri gibi hareket etmek zorunda buluyorlar. Bu da demokrasimizin özellikle ‘partiler kanunu’ ve ‘seçim sistemi’ konularında epey özürlü olduğuna delalet ediyor. Siyasi partiler, örgütleri üzerindeki mutlak kontrolü kaybetmek istemediklerinden bu konu hiçbiri tarafından gündeme getirilmiyor.

Bana göre, bu en temel soruna çözüm getirmeyen herhangi bir anayasa taslağının referanduma sunulması kara mizahtır. O zaman şu soruyu sormak lazım: Türkiye’nin demokratik bir anayasaya kavuşabilmesi için ille de bir ‘kurucu meclis’ mi gerekiyor? Siyaset kurumu ‘birileri’ tarafından zorlanmadan bu reformu kendi yapmaktan niye bu kadar aciz? Fikrimce, Türkiye siyasası bu konudaki samimiyet imtihanında sınıfta kalmıştır.

Bu durumda referandumun asıl amacının anayasanın demokratikleşmesinden ziyade siyaset kurumu üzerindeki ‘yargı+ordunun vesayeti’nin ‘yürütmenin vesayeti’ ile ikame edilmesi olup olmadığı sorgulanabilir.

SORU: Azınlıklar bu ülkede her dönemde hakları yenilen insanlar olmuşlar. Varlık Vergisi, 6-7 Olayları azınlıklara yapılan sistemli uygulamalardan sadece iki örnek. Açılım süreci, azınlıkların haklarının geri iade edilmesi, ortak haklara sahip vatandaşlar olması için bir çözüm olabilir mi? Bunun için neler yapılabilir?

CEVAP: Türkiye’de artık eser miktarda kaldıkları için Türkiye’nin bir (Gayrimüslim) azınlık sorunu yoktur. Diğer bir deyişle, Türkiye Cumhuriyeti devleti artık bunları bir tehdit olarak algılamamaktadır. ABD ile kriz üzerine kriz yaratan ‘Ermeni Soykırımı’ konusu ise siyasi olmaktan çok iktisadi bir sorun olarak beliriyor. Şöyle ki, Ermenilerin 1915’lerde maruz kaldıkları kıyımın uluslararası alanda bir ‘Soykırım’ olarak tescili durumunda, mağdurların varislerine tazminat ödenmesi ve mülklerinin iadesinin gündeme gelmesi ihtimali mevcuttur. Böyle bir konjonktürde Varlık Vergisi mağdurlarının da bir takım taleplerle ortaya çıkmaları söz konusu olabilecektir. Bununla beraber, ‘açılım süreci’nin amacının bu olduğunu, ayrıca, referanduma sunulan anayasa değişikliklerinin bu konuyla herhangi bir ilişkisi olduğunu da sanmıyorum.

SORU: Girilen demokratikleşme süreciyle bu değişikliklerin top yekûn yeni bir anayasanın hazırlanmasını sağlayabileceği konuşuluyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

CEVAP: Bu tevatürü samimi bulmuyorum. Siyasi erk muhtelif konulara ilişkin bir sürü maddeyi oylattı. Eğer isteseydi daha geniş bir madde manzumesini de oylatabilirdi. Ancak bu yapılmadı.

Today’s Zaman gazetesi Partiler Kanunu ve Seçim Sistemi konusundaki görüşlerime yer vermeyi uygun bulduğu için kendilerine bu sütun üzerinden teşekkür etmeyi bir vazife addediyorum.