Bilim-Kurgu destanı “Avatar” görkemli görselliğiyle yılın sinema olayı: Çevreci ve savaş karşıtı

Kendi buluşu kameralarla, performans yakalama tekniğini geliştirip, sinemaya yeni ufuklar açan, Kanadalı senarist-yönetmen James Cameron, 11 yıl süren suskunluk ve hazırlık döneminin merakla beklenen dönüş filmiyle, dijital sinemanın sınırlarını zorluyor.

Viktor APALAÇİ
30 Aralık 2009 Çarşamba

Ses ve renk açısından devrimci özelliğiyle film, bilgisayarla masa başında film üretme tekniğine yeni bir boyut katıp, sinema sanatının geleceği üzerine ipuçları veriyor. İzlenmesi yorucu filmin son bir saati nefes kesici

Gözalıcı teknik altyapısı, görkemli görselliği ile “Avatar”, 7. Sanatın ulaştığı teknolojinin zirvesini sinemanın hizmetine sunan, popüler kültür tarihinin bir kilometre taşı.

Bu görkemli ve büyüleyici masal, çevreci ve savaş karşıtı mesajlarıyla, dijital sinemanın sınırlarını zorlayan soluk kesici görselliğiyle, şüphesiz ki  yılın sinema olayı.

3 boyutlu çekim yapabilen kameraları geliştiren, bugüne kadar yapılmış en karmaşık teknikli filmi gerçekleştiren James Cameron, sinemaya yeni ufuklar açmakla kalmıyor, adını sinema tarihine en iddialı yönetmenlerden biri olarak geçirtiyor.

Yüzde 40’ı gerçek çekimlerden, yüzde 60’ı dijital görüntülerden oluşan “Avatar” bilgisayar teknolojisiyle, masa başında film üretme tekniğine yeni bir boyut katarken, sinema sanatının geleceği üzerine ipuçları veriyor.

Rekor 11 Oscar’lık “Titanic”in ardından, 11 yıl süren suskunluk ve hazırlık döneminin merakla beklenen dönüş filmi “Avatar”, ses ve renk açısından devrimci özelliğiyle, yaratıcı Cameron’u çığır açıcı yönetmenler arasında sokuyor.

Oyuncuların hareket ve mimiklerini bilgisayarla kaydeden, performans yakalama tekniğini geliştiren, gerçek çekimlerle yapay görüntüleri harmanlayan, kendi buluşu kameralarla, James Cameron görülmemiş bir göreslliğe imzasını atıyor. Egzotik ve ekolojik atmosferli bir özel efekt bombardımanı halinde seyreden filmin, izlenmesi son derece yorucu ilk 1,5 saatlik bölümü beklentilerine cevap vermekten uzaktı. Ancak, dur duruak tanımayan aksiyon sahneleriyle, bakir ve yemyeşil Pandora gezegeninin insanı içine alan masal dünyasıyla, günümüz teknolojisinin vardığı son aşamanın ürünü, gerçekçi savaş sekansıyla, film son bir saatiyle, üç boyutlu muhteşem bir bilim-kurgu destanına dönüşüyor.

SINIRSIZ HAYAL GÜCÜ

 

22. yüzyılda dünyanın doğal kaynaklarının tükenmeye yüz tuttuğu bir dünyada geçen konusuyla film, insanların doğası henüz kirlenmemiş bir gezegene, güneş sisteminin unutulmuş yıldızı Pandora’ya göz dikmesini anlatıyor.

Dünyayı çölleştiren insanlar, Pandora’daki çok önemli bir ham maddeye ulaşmak için, birkaç gönüllü askerini casus gibi kullanarak, yerel Na’vi halkının “avatar” denen benzerlerini yaratıyorlar. Avatar programına gönüllü olan felçli denizci Jake (Sam Worthington), bir Na’vi prensesine (Zoe Saldana) aşık olup saf değiştirince, kendisini insan ordusu ile Na’vi halkının arasındaki çatışmanın ortasında bulur.

Gizli projenin, zıt görüşlere sahip iki yöneticisi, bilim kadını (Sigourney Weaver) ve hükümet sorumlusu (Gioveni Ribisi) ile sadist komutan Albay’la (Stephen Lang) çatışması Pandora’nın işgalini engellemez.

Barışçı bir halk olan, upuzun boylu, sarı badem gözlü, mavimsi ciltli Na’viler, kendilerine katılan Jake’in desteğiyle insanların istilasına karşı koymaya çalışırlar. Pandora’da insan, hayvan, bitki, bütün canlıların dayanışma içinde olduklarını, işe yaradıklarını, dünyalıların istilasını gösteren final bölümünde görürüz. At ve uçan binek olarak kullanılan yer-gök hayvanları, gergedan benzeri 30 tonluk canavarlar, sadece ok ve yaylarıyla savaşan Na’vilere yardımcı olurlar.

Tarihinde kızılderilileri soykırıma uğratan, Irak ve Afganistan’ı işgal eden Amerikalıların istila huyunu “Avatar” bu kez uzaya taşıyor.

İNSANLAR İSTİLACI

Yerli halkı kültürü ile birlikte yok etmeyi amaçlayan sömürgeci zihniyeti gözlere seren film, bir maden uğruna, uçak, roket ve bombalarıyla saldıran insanların bencilliğini sergiliyor. Amerika’nın günümüz savaş politikasını eleşitren, Kanada’lı senarist-yönetmen James Cameron, insanoğlunu çıkarları için öldürmekten geri kalmayan kötüücül karakterini gözlere seriyor. Film, James Cameron’un “sinemanın Al Gore’u” ünvanını hak ettiğini kanıtlayan çevreci mesajıyla öne çıkıyor. Bu mesaj diyologlarla değil, başdöndürücü bir görsellikle veriliyor. Büyük bütçeli üstün yapımların mükemmeliyetçi yönetmeni, 15 yıldır rüyalırın süsleyen Pandora gezegenini, 2-3 metre boyundaki kediyle insan arası, kuyruklu yaratıklarıyla, kimisi yerden yükselen, kimisi gökyüzünden sarkan ormanları ve dağlarıyla, zengin bitki örtüsüyle, devasa kuşlarıyla, ürkünç hayvanlarıyla, bir renk cümbüşü halinde peredye yansıtıyor.

Sınırsız hayal gücüyle, Hollywood’un son otuz yılına damgasını vuran Kanada’lı sanatçı, “Terminatör 1-2”, “The Abyss”, “Aliens”, “Gerçek Yalanlar”dan sonra, başyapıtını “Titanic” ile verdi. Megaloman yönünü, 1997’de bu bu filmle 11 Oscar almasının ardından, kenidin dünyanın kralı olduğunu ilan etmesiyle gösterdi. Bakalım 2010 Oscar’larında bu başarısını tekrarlayabilecek mi?