Moshe Kamhi: “Bizler İsrail’de Türkiye’ye bağlılığımızı vurgulayarak yaşadık”

İsrail’in yeni İstanbul Başkonsolosu Moshe Kamhi İstanbul doğumlu bir Türkiyeli. 1999-2002 yılları arasında Ankara’daki İsrail Elçiliği’nde diplomatik işler danışmanı olarak görev yapan Başkonsolos Kamhi ile söyleştiğimiz süreç içinde dikkatimi çeken özelliklerinden biri de Türkiye’ye olan sevgisi ve bağlılığı oldu

Nelly BAROKAS Kültür
1 Ekim 2009 Perşembe

Bir süre önce basında, “İsrail, Bergamalı elçiden sonra İstanbullu konsolos gönderiyor” şeklinde haberler yer almıştı. İki yıl önce görevine başladığında İsrail’in Bergama doğumlu Ankara Büyükelçisi Gaby Levy ile söyleşmiştik. Bugünlerde göreve başlayan İsrail’in İstanbul doğumlu Başkonsolosu Moshe Kamhi ile Şalom gazetesi için yaptığımız söyleşi boyunca Türkçe konuştuk.

 İsrail’e ortaokulu bitirince, sanırım 15 yaşınızda göç ettiniz.

On beş buçuk yaşımdaydım, genç bir delikanlı olarak gençlik aliyasında (Aliyat Anoar) tek başıma İsrail’e göç ettim. İstanbul’da Piri Reis Ortaokulu’nu bitirdim. Ortaokul diplomamla birlikte konsolosluğa başvurdum ve İsrail’de Aloney İtshak Okulu’na gittim. Orada dört yıl eğitim gördüm, İbranicemi ilerlettim, her İsrailli genç gibi üç yıl askerlik yaptım, bir yıl kadar bir sigorta şirketinde çalışıp öğrenimim için gereken parayı topladım. Tel Aviv Üniversitesi’nde Sosyoloji ve Antropoloji dalında lisans eğitimi gördüm.

 Göç etme sebebiniz neydi?

1967 Altı Gün Savaşı sonrasında gençlerde oluşan heyecanın etkisi ile göç etmeye karar verdim. Bugün halen İsrail’de en samimi olduğum arkadaşlar o gün birlikte göç ettiğim arkadaşlarımdır.

Annem benim peşimden geldi fakat ben yatılı okulda, kampüste yaşamaya devam ettim. Geçenlerde bu okulun 60. kuruluş yılı kutlamalarında bütün arkadaşlar orada bir araya geldik. 1968 ve 1969 yılında göç eden gençlerin çoğunluğu Türkiye’dendi, tabii ki aramızda Türkçe konuşuyorduk. Bizler aramızda ve çevremizde Türkiye’ye olan bağlılığımızı vurgulayarak yaşadık. Bir taraftan İsrailli olduk, İbraniceyi öğrendik, tamamen ülkeye uyum sağladık. Diğer taraftan çevremizdekilere, Türkiye’yi tanımayanlara, başka ülkelerden gelenlere de Türk’ü ve Türkiye sevgisini öğretmeye çalıştık. Bütün bunları anlatmaya kalkışsam, ayrı bir söyleşi konusu olur.

 Sosyoloji ve Antropoloji eğitimi gördünüz. Diplomasiye geçiş nasıl oldu?

İsrail’de diplomasiye girmek için Siyasal Bilgiler veya Uluslararası İlişkiler okumak gerekmiyor. İster doktor, ister ekonomist, ister tarihçi olun Dışişleri Bakanlığı’nın kapsamlı bir sınavına tabii tutuluyorsunuz, başarılı olursanız hiç sorun olmuyor. Bende insan ilişkileri ve sözlü ifade her zaman diğer yeteneklerimden biraz daha ilerde olmuştur. O nedenle diplomasi küçük yaşlardan beri hedeflediğim mesleklerden biriydi.

Yedi aylık bir eğitim sürecinden sonra çeşitli dairelerde çalıştım. Türkçeyi ve Türkiye’yi bilmem nedeniyle o zaman Yakındoğu ve Doğu Akdeniz olarak adlandırılan bölümde stajıma başladım. Türkiye-İsrail ilişkilerinin en alt düzeyde olduğu dönemi de anımsıyorum. 1980’de Kasım ayında temsilciliğin ikinci katip düzeyine indirildiği dönemden söz ediyorum. Tabii hepimizi çok üzmüştü bu olay. Fakat biz İsrail olarak Türkiye’ye tavrımızı değiştirmedik, bunun geçici bir şey olacağını biliyorduk. Ve zaman, tutumumuzun doğru olduğunu ispatlamış oldu. İlişkiler yavaş yavaş eski düzeyine kavuştu.

 İki ülke ilişkileri açısından Ankara’da görev yaptığınız yıllarla (1999-2002) günümüzü karşılaştırır mısınız?

Karşılaştırma yapmak her zaman doğru olmaz, çünkü karşılaştırmalar hep arka planlar öne çıkarılarak yapılır.1999-2002 yılları benim için çok önemliydi; Türkiye’de, üstelik Ankara’da görev alıyordum. Geldikten kısa süre sonra maalesef 17 Ağustos ve 12 Kasım depremi ile karşılaştık. Demin İsrail’e göç etmemden söz etmiştik; ben bir 29 Ağustos günü o zamanki adıyla Yeşilköy Havalimanı’ndan İsrail’e göç etmiştim. 1999 yılının Ağustos ayında ben bu kez depremzedeler için yardım taşıyan İsrail uçaklarını pistte karşılamak üzere yine aynı havaalanındaydım. 30 yıl aradan sonra İsrailli bir diplomat olarak oradaydım ve ben hiçbir zaman unutmadığım Türkçemle İsrail’den gelen yardım malzemelerinin Adapazarı’na ulaşması için çalışıyorum.

 Bence ilişkiler o dönemde halklar bazında en yüksek düzeyindeydi, öyle değil mi?

Halklar bazında gibi genellemelerden kaçınmamız lazım. Ben bugün İsrail’e karşı bir düşmanlık görmüyorum. Tabii ki farklı insanlar farklı şekillerde düşünebilirler. Her ülkede insanlar farklı şeyler söyler. Biz burada olumsuz bir tepki ile karşılaşmadık ama bu bize karşı olumsuz tepkiler yoktur demek değildir. Eleştirilere açığız, elektronik ortamda da gelebilecek soruları yanıtlarız. Önemli olan, eleştirilerin maksatlarını aşmamaları… İsrail halkı Türk halkına büyük dostluk besleyen bir halktır. Son olaylardan sonra, İsraillilerin kafasında bazı soru işaretleri oluştu. İsrail’e karşı yapılan gösterilerde kullanılan terimler, üslup, bir kitlenin hedef alınması, maksadını aşan tavırlar soru işaretleri uyanmasına neden oldu. Bu nedenle durma noktasına gelen İsrail turizminin son zamanlarda hareketlendiğini görüyoruz.

 İsrail’in İstanbul Başkonsolosu olarak iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesi için çalışmalarınızı hangi alanlarda yoğunlaştırmayı düşünüyorsunuz?

İstanbul sıradan bir kent değil, büyük bir metropol… Her şeyden önce iş hayatının, medyanın, kalbi burada atıyor, köklü bir Musevi Cemaati burada yaşıyor. Bugün Public Diplomacy olarak adlandırılan bütün faaliyetler İstanbul’da yapılıyor. Benim görev alanım vaktiyle Musevi toplumlarının yaşadığı Bursa’yı, Edirne’yi, Çanakkale’yi, İzmir’i de kapsıyor. Bu kentlerde akademik bir hayat var. Ben hangi yüksek eğitim kurumuna gitsem, İsrail ile iş birliği yapmak istediklerini görüyorum. Geçenlerde katıldığım Musevi Cemaatinin iftar yemeğinde Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden İsrailli şair, filozof ve hahamların yazılarını İbraniceden tercüme edip Türkçeye kazandıran kişiler vardı. Bizim görevimiz bu tür kişilerin İsrail’de araştırma yapmaları için kolaylık sağlamak.

İsrail’de Türkiye’yi bilen tanıyan uzmanlar var, Türkiye’de İsrail’i bu derece iyi bilen uzmanlar yok. Gazeteciler arasında İsrail’i iyi bilenler var, akademilerde de İsrail uzmanı kişiler olmasını arzu ederdik. Biz bunu teşvik etmek istiyoruz.

 Yunus Emre bazı kişiler tarafından İbraniceye çevrildi. Kültürel bağlamda bu tür şeylerin yaygınlaşması bir yakınlaşmaya yol açabilir.

İki kültür arasında birbirini keşfetme sürecine tanığım ben. Ben göç ettiğimde Türkiye’nin pek tanınmadığını anlamıştım. Son yıllarda durum değişti. İsrailliler Türkiye’ye birkaç kez geliyor. Yakınlaşma da bundan sonra geldi diyebilirim. Yunus Emre’nin İbraniceye kazandırılması, Orhan Pamuk’un kitaplarının tercümesi, İsrail’de Süleyman Demirel Kürsüsü’nde Türkiye ile ilgili konferans ve sempozyumların düzenlenmesi, Tel Aviv Sinematek’inde Türk Filmleri Haftası düzenlenmesi Türkiye’yi İsrailliye yakınlaştırdı. Öte yandan burada iki lisanı iyi bilen Türk Yahudileri tarafından Tevrat’ın Türkçeye kazandırılması çok önemli. Türkiye’de bizim Judaica dediğimiz Yahudi kültürü ve medeniyetine ilişkin eserlerin ilgi çektiğini görüyoruz. Kültürde de biraz daha derine inip yakınlaştırma sürecinde katkıda bulunmaya çalışacağız.

 Bildiğiniz Türkçe, İbranice, Arapça, Fransızca, İngilizce, İspanyolca lisanları arasında Rusça da var. Diğerlerini anlayabiliyorum da Rusçayı hangi fırsatta öğrendiniz?

Kazakistan’da büyükelçiydim. Orada Kazakçanın yanı sıra daha çok Rusça konuşuluyor. Çok iyi bildiğimi söyleyemem ama Rusçayı orada öğrendim. Arapçayı da İsrail’de öğrendim.

 Ailenizden söz edebilir misiniz? İsrail’deki aile yaşantınızda Türkiyeli Yahudi ailelerinin örf ve adetlerini, geleneklerini sürdürüyor musunuz?

 Evliyim, bir kızım var. Gelenekleri tabii ki sürdürüyoruz. Yakın çevrem birlikte göç ettiğim kişiler. Son yıllarda gerek Türkiye ile İsrail’in yakınlaşması, gerek İsrail’de Türkiye’ye yönelik turist akınının olması, gerek kablolu televizyonda Türk kanallarının yayınlanması çok önemli etkenler. Sadece Türk kökenliler değil, tüm İsrail halkı bu kanalları izliyor. Dolayısı ile göç etmiş kişilerin üçüncü kuşağı da Türkiye ile olan bağlarını sürdürebiliyor. İsrail’de Türkiye’ye karşı duyulan dostluğun bilincine varılarak bu bağların güçlü ve sıcak tutulmasının Türkiye’nin çıkarına olduğunu düşünüyorum.

 İsrail-Filistin sorunu konusuna değinelim mi?

Bugüne kadar İngilizce terimiyle “from top to bottom” yöntemiyle bu sorun çözülmek istendi. Bütün girişimler başarısız oldu.  Bugün bizce “from bottom up” yapmamız lazım. Filistinlilerin içlerinde bulunan terör örgütlerini bertaraf etmeleri gerekiyor. Şiddete başvurarak bir şey elde edilmeyeceğinin bilincinde olmaları gerekiyor. Bunun da yavaş yavaş oluştuğunu görüyoruz. Kurumsal bir milli irade kurmaları ve bunu şiddetten uzak tutmaları gerekiyor. İsrail’i Yahudi milletinin vatanı olarak kabul etmeleri lazım… Bir yandan da Filistin halkının ekonomik düzeyinin düzelmesi lazım… Yani yukarıdan değil, aşağıdan bir süreç başlatmalıyız. İsrail ile Filistin’in Ekonomiden Sorumlu bakanlarının bir araya gelip bu konuları yeniden gündeme getirmeleri olumlu bir gelişmedir. Bugün Batı Şeria’da ekonomik bir büyüme görüyoruz. Filistinliler için de bugün ‘ne oluyor? biz nereye gidiyoruz?’ gibi bir sorgulama dönemi başlamış sayılır. Bu işlerin füzelerle, Kassamlarla çözülmeyeceğini anlıyorlar. Barış için çabalar var, bu çabaların sonuç vereceğini umuyoruz.

 İran tehdidi ile nasıl baş edilebilir?

İsrail’in baş etmek zorunda kaldığı diğer bir sorun da İran’ın nükleer alanda yaptığı çalışmalar. İran’ın liderleri İsrail’i yok etmek istediklerini saklamaya hiç lüzum görmüyorlar. Bu yetmezmiş gibi İnterpol’un kırmızı bültenle aradığı, Güney Amerika’da terör eylemlerini planlamış bir adam bugün bu ülkenin savunma bakanı oluyor. Bizim İran halkına saygımız büyük, çünkü Yahudiler yüzyıllarca Pers medeniyeti ile yakın temasta oldu. Bu halkın hangi koşullar altında yaşadığını da biliyoruz. Ancak bugünkü İran rejimi İsrail’e karşı aşırı düşmanca davranan, haritadan yok etmek isteyen ve terör eylemlerine karışmış bir rejim. Bir teröristin savunma bakanı olması İsrail’i endişelendiriyor. Biz dünya devletlerinin dayanışma içinde güçlü yaptırımlarla İran’a bu yolun yanlış olduğunu göstermek yolunda görev alabileceğini düşünüyoruz.

 Doğduğunuz, büyüdüğünüz İstanbul’a başkonsolos sıfatı ile geri dönmek nasıl bir duygu?

Çok heyecan verici… Başka ülkelerde görev yaptım, hatta bir ülkede elçi oldum. Fakat doğduğunuz kentte başkonsolos olmak bambaşka bir heyecan. Galata’daki Avrupa Yahudi Günü’ne katıldım. Ortaokulun birinci yılını okuduğum okulun önünde durdum, o zaman Piri Reis Ortaokuluydu, sonradan Kasımpaşa’ya taşındı. Şimdi Kasımpaşa’yı gezerken çok duygulanıyorum. Çocukluğumun geçtiği bu kentte görev yapmak çok özel…

Söyleşinin sonuna doğru Başkonsolos Yardımcısı Tal Gad ile de tanışma fırsatımız oldu. Görevi genel konsolosluk işleri, tanıtım, iletişim olacak. Tanıtımın çok geniş kapsamlı bir alan olduğunu vurgulayan Tal Gad, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin güçlenmesi yönünde çaba harcayacağını belirtti.