Hebron Katliamı'nın 80. yıldönümü

Hebron Katliamı, Hebron Pogromu veya Tarpat... 23-24 Ağustos 1929 günlerinde yaşanan, 67 Yahudi'nin vahşice katledilmesi ve 430'unun da yaralanması ile sonuçlanan olayların üzerinden tam 80 yıl geçti  

Metin DELEVİ Perspektif
2 Eylül 2009 Çarşamba

Hebron, Kudüs’ün 30 km güneyinde olup Yahudilik için Yeruşalayim’den sonra ikinci kutsal kenttir. Yahudilerin ataları sayılan Avraam ve eşi Sara, Yitzhak ve eşi Rebeka, Yaakov ve Leah burada gömülüdür; Kral David’un krallık sıfatı bu kentte kutsanmıştır. Bu kent İslam dini literatürüne El Halil (Tanrı’nın dostu) adı altında yine Avraam nedeniyle girmiştir.

1929 yılı başlarında kentte 100’e yakın Yahudi aile (800 kişi) ve 60.000’e yakın Arap bulunmaktaydı. Kentteki Sefarad Yahudilerin yaklaşık 800 yıldır bu bölgede yaşadıkları bilinmektedir. Arapça da konuşan Sefaradlar bölgedeki Araplar ile sosyal, kültürel ve ekonomik bağlantılar kurdular.

1800’lü yılların ortalarına doğru ise Avrupa kökenli Aşkenazlar, dini cazibesi üzerine bölgeye gelmeye başladılar ve 1925 yılında kentte Knesset Yisrael Slobodka Yeşivası’nı kurdulardı. Yeşiva mensupları, Sefarad Yahudiler ve Araplardan uzak kalarak, kapalı bir toplum olarak yaşadılar. Bu kapalılık, Araplar tarafından gizlilik, Siyonist Ajanlığı olarak algılandı ve bu durum şüphe, hatta nefrete yol açtı.

Ancak, tek bir İngiliz yöneticisinin varlığına rağmen, toplumlar arasında ciddi sürtüşmeler yaşanmadı; meşum olaylara kadar, Aşkenaz ve Sefarad tüm kent Yahudileri Filistin’deki diğer bölgelerin aksine, korkusuzca, rahatlıkla ve sükûnetle yaşamlarını sürdürdüler.

OLAYLARA DOĞRU...

15 Ağustos 1929 sabahı, Joseph Klausner liderliğindeki Yahudi Ağlama Duvarı Komitesi, bölgeye girişin Araplar tarafından engellenmesini protesto etmek üzere, Ağlama Duvarı önünde toplanıp, sloganlar atmaya başladılar. Bu gösteri, sıkı İngiliz kontrolü altında gerçekleşti; ancak gösteri, Araplara saldırıldığı ve İslami dini mekânlara saygısızlık edildiği şeklinde yansıtıldı. Bu sözde saldırılara cevaben, hemen ertesi gün, Yüksek İslam Konseyi yöneticileri ve yandaşları Ağlama Duvarı’na yürüdü; alanda dua etmekte olan Yahudilere saldırmaya, din kitaplarını ve Duvar’a bırakılmış notları yakmaya başladı. Ertesi gün de saldırılar aynı tempo ve şekilde devam etti. Hatta daha ileri gidilerek, genç bir Sefarad Yahudisi dövülerek öldürüldü. Aynı gün yapılan cenaze töreni tam anlamıyla Yahudi gövde gösterisine dönüştü; sloganlar atıldı, silahlar gösterildi ve tehditler savruldu. Ancak hiçbir şiddet olayı olmadı.

Ertesi gün, İngiliz Manda Asayiş Sorumlusu Harry Luke, Yahudi toplumu temsilcisi olarak Yitzhak Ben Zvi, Arap toplumu temsilcisi olarak da Cemal al-Hüsayni gösteri ve şiddete son verme çağrısı için bir araya geldi ancak toplantıdan hiç bir sonuç çıkmadı.

Aynı gece, Kudüs Müftüsü ve aynı zamanda Yüksek İslam Konseyi lideri Hacı Emin al-Hüseyni, Arap toplumunu kışkırtmaya devam edecek tarzda çalışmaları hızlandırdı. Yahudilerin Al Aksa Camii’ne zarar vereceklerini öne süren ve Arapları Cihad’a çağıran bildiriler dağıtılmaya başlandı. Bu bildirilerde “Yahudiler İslam’ın namusunu kirletiyorlar, kadınlarımızı kirletiyorlar, çocuklarımızı öldürüyorlar” gibi gerçek dışı ancak halkı galeyana getirmeye yetecek ibareler bulunuyordu.

20 Ağustos günü, Kudüs’teki Arap saldırıları ve hareketliliği üzerine, Haganah yetkilileri, Hebron Yahudilerine, takviye kuvvet gönderme veya bölgeyi şimdilik terk etme önerisinde bulundu. Ancak uzun süreden beri şiddetten uzak kalmış Hebron Yahudileri, şimdilik belirgin bir tehdit olmadığını, Araplarla çok iyi ilişkileri olduğunu ve Arap toplumunun bu tür kışkırtmalara uymayacaklarını düşündüklerini belirterek öneriyi geri çevirdiler.

Bütün bu iyi düşüncelere rağmen, 23 Ağustos Cuma sabahı, Yahudilerin El Aksa Camii’ne saldırı hazırlığında oldukları ve Kudüs’te Araplara saldırının başladığı söylentileri Hebron’a ulaşmaya başladı. Gerçekte ise olaylar tam tersine gelişmekteydi. Cuma Namazı öncesi ve özellikle sonrasında, kışkırtıcı vaazların da etkisiyle, Araplar Yahudilere saldırmaya ve hatta öldürmeye başlamışlardı bile. Yalnız o gün içinde Kudüs’te 17 Yahudi öldürülmüştü.

Kudüs’ten Hebron’a gelen ve Kudüs’te yüzlerce şehit olduğunu haykıran motosikletli genç olayların önüne geçilmez kıvılcımı oldu.

23 VE 24 AĞUSTOS GÜNLERİ

Hebron’un sivil yönetiminde çalışanların hepsi, güvenlik gücü olarak çalışan 40 polisten de biri hariç geri kalan hepsi Arap’tı. Raymond Cafferata denetimindeki güvenlik güçleri 18 atlı ve 15 yayadan oluşuyordu.

23 Ağustos Cuma sabahı olağanüstü huzursuzluk karşısında, Cafferata, ana merkezden yardım talebinde bulundu. Din kardeşlerine yardım amacıyla Kudüs’e gitmek üzere meydanda toplanan 700 kişilik Arap grubuna, Kudüs’te her şeyin normal durumda olduğunu söyleyerek teskin etmeye çalıştı. Nafile bir konuşma olduğunu anlayınca sekiz atlı polisi Yahudi mahallesine devriyeye gönderdi. Taşlanmaya başlanan Yahudi cemaatinin lideri Haham Yaakov Yosef Slonim Dwek, yolda gördüğü Cafferata’dan koruma ve yardım talebinde bulundu.  Cafferata ise, Yahudilere evlerine kapanmalarını ve dışarı çıkmamalarını önerdi ve saldırgan grubu coplarla dağıtmaya çalıştı.

Saat 16.00’ya doğru, Araplar çığırından çıkmış bir şekilde, Hebron dışındaki Yeşiva’nın önünde toplandı ve ilk saldırı başladı. Yeşiva’da tek başına bulunan Shmuel Rozenholtz katliamın ilk kurbanı oldu; taşlar ve sopalarla feci şekilde öldürüldü. Binada başka kimseyi bulamayan saldırganlar, bölge Arap muhtarlarının ve Cafferata’nın teskin edici sözleriyle ve bazen de zor kullanmasıyla, dağılmaya başladılar.

Bu arada Yahudiler, gruplar halinde, güvenli olduklarını varsaydıkları evlere dağılıp saklandılar.

Ertesi gün, Araplar, “Yahudilere ölüm” nidalarıyla tekrar toplanmaya başladılar. Sabahki ilk kurbanları sokaktan geçmekte olan iki Yahudi çocuk oldu.

Haham Eliezer Dan Slonim Dwek, İngiliz-Filistin Bankası’nın Hebron Şubesi yöneticisiydi. Görevi gereği, hem Araplarla hem de Yahudilerle çok iyi ilişkiler içindeydi. Hatta kendisi birçok Arap çiftçinin hamisi olarak görülürdü. Evinin en güvenli yer olacağını varsayan 40 kişilik Yahudi grubu bu eve sığındı. Ancak burası ilk saldırıya uğrayan ev oldu. Aşkenazları kendilerine teslim etmeleri karşılığında Sefaradlara dokunmama önerisine Haham olumsuz yanıt verince, Araplar, başta kendisi olmak üzere bu evde 22 kişiyi vahşice katletti. Sokakta bulunan Cafferata gruba ateş açıp birkaç kişiyi vurmasına rağmen onları dağıtamadı.

Araplar küçük gruplar halinde evlere girmeye başladılar. Yahudileri öldürmeye, kimseleri bulamayınca da evleri talan edip yakmaya devam ettiler.

Saat 10.30-11.00 gibi olaylar durulmaya başlayınca birkaç saat süren katliamın korkunç bilançosu ortaya çıkmaya başladı; 67 ölü ve onlarca yaralı...

Bu olaylar esnasında, Hebron’un 60.000 kişilik Arap nüfusundan 20 kadarı, hayatları pahasına Yahudileri korumaya çalıştı ve onlarcasının sağ kalmasını sağladı: Abu Shaker, Yahudi bir çocuğu evinde saklamaya çalışırken dindaşları tarafından ağır şekilde yaralandı; Abu Ia Zaitoun yine Yahudi bir aileyi korurken Araplar tarafından vatan haini ilan edildi...

KATLİAM SONRASI

Hebron’daki katliamda 67 Yahudi öldürüldü. Ölenler arasında on iki kadın ve beş yaşından küçük üç çocuk vardı. Yine ölenler arasında ABD ve Kanada uyruklu yedi Yeşiva öğrencisi vardı. Ayrıca 300 den fazla kişi yaralandı.

İlk şaşkınlıktan sonra Cafferata sağ kalan Yahudileri Beit Romano polis merkezine götürdü. Üç gün boyunca bu binada mahsur kaldılar. Bu üç gün içinde ölen Yahudiler toplu mezara gömüldüler. Daha sonraki günlerde sağ kalanlar ve yaralılar Kudüs’e gönderildi.

Hebron’da olaylar başlarken ve devam ederken, Kalania köyü Arapları Kudüs dışındaki Motza Yahudi köyünde Maklef ailesinin evine saldırdılar. Anne, baba, iki kızları ve iki misafiri öldürüp evi ateşe verdiler. Aileden bir tek kişi, ileride İsrail Genelkurmay Başkanı olacak Mordechai Maklef, kurtuldu.

23-24 Ağustos günlerinde, Kudüs bölgesinde, Kfar Uria ve Tel Aviv’deki Arap saldırılarında 41 kişi daha öldü. 23 – 26 Ağustos tarihleri arasındaki saldırılarda toplam olarak 133 Yahudi öldü 500’den fazla yaralanan oldu.

Manda Komiseri Chancellor, 31 Ağustos’da Filistin’ e döndü. Anlatılanlar ve gördükleri üzerine resmi soruşturma yapılması emrini verdi.

Olaylar sonrası yapılan soruşturma ve mahkemeler sonrası 195 Arap ve 34 Yahudi’ye çeşitli cezalar verildi. On yedi Arap ve iki Yahudi ölüm cezasına çarptırıldı; üç Arap’ın idam cezası infaz edildi. Diğer idam cezaları sonradan uzun süreli hapis cezasına çevrildi. 25 Arap köyüne toplu mahrumiyet cezaları verildi. Olaylarda, yakınlarını veya mülklerini kaybedenlerin bazılarına tazminatlar ödendi.

Hebron Güvenlik Sorumlusu Cafferata’ya “Üstün Cesaret” madalyası verildi.

Bu olaydan sonra Hebron kentindeki 800 yıllık Yahudi varlığı 1967 savaşının ertesine kadar sona erdi.

Olayların vahameti üzerine İngilizler bir komisyon kurarak konuyu soruşturdular. Komisyon raporu 1930 yılı Mart ayında yayınlandı. Komisyon araştırmasının amacı, başta Hebron olayları olmak üzere 1929 Ağustos olaylarının nedenini araştırmak ve sonuçta tedbirler ve tavsiyeler önermekti. Komisyon, her iki toplumdan ve Manda Yöneticileri’nden olmak üzere toplam 140 kişinin ifadesine başvurdu.

Özet olarak komisyon araştırması sonuçları:

- 1929 Ağustos olaylarının tümü Arapların Yahudilere saldırması olarak gelişti.

- Olaylar önceden planlanmamıştı.

- Olaylar, Arapların Yahudi mal ve canlarına zarar vermek amacını güdüyordu. Hebron Yahudi halkının tamamının katli zorlukla önlendi. Birkaç olayda Yahudilerin Araplara zarar verdiği görüldü. Ancak bunlar savunma veya intikam amacıyla oluştu.

- Müftü’nün (Hacı Emin al-Husayni) kutsal mekânlar hakkında konuşmaları halkı kışkırtma ve özellikle Yahudileri katletmeye yönlendirmek amacını gütmüyordu.

- İngiliz güvenlik unsurları için gerekli önlemleri almama, müdahalede yetersiz ve geç kalma gibi eksiklikler görülmedi.

- Politik ve ulusal hedefler Arapların bu olayları başlatmasına neden olmuştur. 80 yıldır bu şiddette olay yaşanmamışken, peş peşe saldırıların gerçekleşmesi, Arapların Yahudi göçünü gelecekleri için büyük tehlike olarak görmeleridir.

- Olayların başlıca nedeninin Yahudi’lerin Kudüs’te Ağlama Duvarı önünde yaptıkları gösteri olduğu söylenebilir.

- Asker ve polis güçlerinin yetersiz kalması olayların büyümesinde önemli rol oynamıştır.

- Yahudi göçü ve Yahudilere toprak satışı kontrol altına alınmadığı sürece bu tür olaylar tekrarlanabilir.

SONUÇ

Bu olaylar sonrası, Arap-Yahudi-İngilizler arasındaki birçok hassas denge bozuldu, anlaşmazlık yeni bir safhaya girdi:

Bölgede ilk kez olarak bu çapta bir katliam yaşandı.

İngilizler, güvenlik güçlerinin yetersizliğini gördü, bu olaylardan sonra güvenlik tedbirlerini arttırdı ve sertleştirdi.

Araplar, halklarını kışkırtarak yol açtıkları şiddet olaylarını İngilizlere karşı şantaj unsuru olarak kullandı ve bu sayede İngilizleri kontrol edip Yahudi göçünün büyük oranda engellenmesini sağladılar.

Yahudiler ise, silahlı savunmaya ağırlık verdiler, savunma örgütü Hagana’yı orduya dönüştürdüler.