“SOYSUZLAR ÇETESİ”, Tarantino sinemasının en büyük zaafı olan gevezeliğinin kurbanı oluyor

Yahudilerin Nazilerden aldığı intikamı anlatan filmin sorumsuz bir fantezi ürünü olduğu, Tarantino’nun tarihi deforme ettiği iddia edildi. Tarantino’nun tarihi anlatmak gibi derdi yok; filmi bir parodi.

Viktor APALAÇİ
26 Ağustos 2009 Çarşamba

Amerikalı bağımsız yönetmenlerin talihini değiştiren isim Quentin Tarantino, sinema sevgisi dolu bir yaratıcı olarak, son 20 yılda dünya sinemasına damgasını vuran çizgidışı bir figür. Tarantino’nun on yıldır kafasında şekillendirdiği, senaryosunu üç yılda yazdığı “Soysuzlar Çetesi / İnglourious Basterds”ın sıcağı sıcağına vizyona girmesi sinemaseverler için büyük şans.

Kariyerinin bu ilk savaş filmin senaryosunun, bugüne dek yazdıklarının en iyisi olduğunu söyleyen Tarantino, Mayıs’ta Cannes’da dünya prömiyerini izleyen eleştirmenleri ikiye böldü. Senaryosunu özgün bulup, filmin mizahi yönünü, sahnelerindeki usta işçiliği, eğlendirdiği ve keyif verdiği için övenlerin yanında filmi uzun ve temposuz olduğu için yerenler de çıktı.

Tarantino sinemasının en büyük zaafı, lüzumundan fazla geveze olması. Gereksiz ve uzun laf kalabalığı diyalogları yazma şehvetinden kendini kurtaramayan Tarantino, “Ucuz Roman”dan sonra, “Soysuzlar Çetesi” ile yeni bir başyapıt fırsatını, gevezeliği yüzünden kaçırıyor. Diyaloglarıyla filmin temposunu giderek düşürüyor.

Beş bölüm olarak tasarlanan 150 dakikalık filmdeki Nazi subaylarını (gereksiz) bulmaca çözme bölümü, filmin bütünlüğünü bozuyor. Cannes’da, Tarantino fanatikleri dahi filmi fazla uzun buldular.

Hitler, Göbbels, Göring, Borman gibi Nazi liderlerinin Paris’in küçük bir sinema salonunda toplanmasının fanteziden öteye gidemeyeceğini, Tarantino’nun tarihi deforma ettiğini, Yahudilerin Nazilerden aldığı intikam öyküsünün sorumsuz bir fantezi ürünü olduğunu iddia eden eleştirmenler çıktı.

Tarantino’nun ‘tarihi anlatmak’ gibi bir iddiası yok. “Soysuzlar Çetesi” bir parodi. Tarantino, parlak kurmaca karakterler yaratmadaki becerisiyle, popüler kültürden beslenmedeki hüneriyle, eşsiz ironisiyle, zekice diyaloglarıyla, başta kendisini eğlendirmek için film yapan bir yaratıcı.

2. DÜNYA SAVAŞI FONUNDA WESTERN

Has bir sinema tutkunu olarak Tarantino, filminde Clouzot, Clair, Reifenstahl gibi dönemin gözde sinemacılarına saygı duruşunda bulunurken, hayranı olduğu Sergio Leone’yi akla getiren Western sahneleriyle, Emio Morricone besteleriyle, sinefilliğini ispat ediyor.

Fonda çalan, Dimitri Tiomkin’in “Alamo Fedaileri” için yazdığı ünlü partisyondan ödünç alınmış görkemli müzik eşliğinde, Tarantino filme tabanca gibi bir giriş yapıyor. Fransa’da saklanan Yahudileri avlanmakla ünlenen Nazi subayının, bir çiftlik evine yaptığı baskınla açılan fimde, İtalyan spagetti Western’lerinin Tarantino’nun yol göstericisi olduğunu anlıyoruz.

Filmin müthiş oyuncu kadrosunda öne çıkan, Avusturyalı aktör Christoph Waltz oluyor. İngilizce, Almanca ve Fransızca konuşarak oynadığı acımasız Nazi generali rolünde Waltz, bu yıl Cannes’da gösterilen tüm filmlerin en başarılı oyuncusuydu. Kazandığı En İyi Erkek Oyuncu ödülü, jürinin tartışılmayan tek kararıydı. Waltz’ın şaşırtıcı performansı, sinema tarihinin en iyi kötü adam performansları arasında yerini aldı. Tilki gibi kurnaz Yahudi avcısı Nazi subayı rolünde Waltz, Tarantino’nun kendisi için yazdığı karikatür karakterde harikalar yaratıyor.

Filmde, nasıl oluştuğu hakkında hiç bahsedilmeyen, boğazındaki bir yara iziyle oynayan Brad Pitt, gerçek bir psikopatı canlandıran performansıyla, iyi oyunculuğunu kanıtlıyor. Brad Pitt, John Wayne-Lee Marvin parodisi görkemli Aldo karakteriyle, yönetmen-aktör Eli Roth, “Yahudi Ayı” lakaplı sinema eleştirmeni Çavuş Donovitz rolüyle, sinemanın yükselen yıldızı, İrlandalı aktör Michael Fassbinder, İngiliz sinema uzmanı rolüyle, Alman aktör Daniel Bruhl, savaş kahramanı ve aktör Nazi subayı rolüyle öne çıkıyorlar.

Oyuncu kadrosunun ikinci sürprizi, soğuk güzelliğiyle öne çıkan genç Fransız aktris Melanie Laurent, intikam ateşiyle yanan Fransız Yahudisi Shoshanna Dreyfus’teki performansıyla, oyuncu olarak tanınan, Casus Bridget rolündeki güzel Diane Kruger’i gölgede bırakıyor.

“KOPYACI”mı, “DAHİ”mi?

Tarantino “Soysuzlar Çetesi”ni “Ucuz Roman”a en yakın bulduğu filmi olarak tariff ediyor. 2. Dünya Savaşı fonunda geçen bir Western olarak tasarladığı senaryo 10 yıl boyunca sürekli şekil değiştirdi.

Tarantino sonunda iki kutuplu bir öyküde karar kıldı. Ailesi Nazilerce katledilmiş Shoshanna Dreyfüs’ün intikamıyla, Soysuzlar Çetesi’nin Nazi avı, birbirlerine göbekten bağlı iki öykücük olarak senaryoda yer aldı.

1941-44 yılları arasında, sekiz Yahudi Amerikalı komando askerinin, Nazi birliklerinde korku yaratan intikam eylemleri, Nazi komutanların arasına sızan güzel kadın ajanın casusluk faaliyetlerini anlatan bölüm ile, ailesinin Naziler tarafından öldürülüşüne tanıklık eden, katliamdan kurtulduktan sonra intikam yemini eden Yahudi genç kızın bölümü, filmde birbirine parallel olarak anlatılır.

Enzo Castellari’nin 1978’deki “Quel Maldetto Treno Blindato” adlı filminden esinlenen Tarantino, spagetti, western uslubuyla ele aldığı filmi için ilk düşündüğü isim, “Bir Zamanlar Nazi İşgali Altındaki Fransa” idi. Yönetmen filmindeki olayların gerçekleştiğini iddia etmiyor, tarihin bu kısmını senaryosunda fon olarak kullandığını söylüyor. Otuz yıl önceki filmin yönetmeni Castellari için küçük bir rol yazan Tarantino’ya, İtalyan sinemacı destek olmak amacıyla bu rolü oynamayı kabul etti. Sinefillikten yönetmenliğe terfi etmiş, sinema delisi Tarantino’nun 70’li yılların sonunda çalıştığı video mağazasında izlediği filmleri yeniden yaratma çabasını “post modernizm” olarak tanımlamak mümkün.

Tarantino sinemanın ölümsüz eserlerinden yaptığı alıntılarla, klasiklerden ödünç alınmış kadrajlarla, popüler filmlere yaptığı zeki göndermelerle, “kopyacı” kimliğinden sıyrılıp, komik ve eğlenceli yapıtlara imzâ atıyor.

Popüler sinema kültüründen beslenen Tarantino, “Soysuzlar Çetesi”nde, 2. Dünya Savaşı liderlerini karikatürize ederek, kurmaca karakterler yaratarak, dalga geçmeyi sürdürüyor.

                                                                                             Viktor APALAÇİ

Müthiş Tarantino

Quentin Tarantino yine müthiş, yine çok özel bir yönetmen olduğunu kanıtlıyor, ‘Soysuzlar Çetesi’ ile.

Belki de ilk kez bir yönetmen, tarihin en iyi bilinen süreçlerinden biri ile kurnazca oynuyor, tarihi yeniden yazma cesaretini gösteriyor.

Tarihle, kahramanlarıyla, küçük insanlarla, hayatla ve her şeyle dalgasını geçiyor Tarantino yine ve yeniden bu görkemli son filminde. Lakin, kurnaz beyni, tarihte yapılan, gelmiş geçmiş en büyük kötülüğü öyle bir ciddiye alıyor ki, seyirci şaşırıp kalıyor bu derinlikli yaklaşımda. Ve tarihten, gerçeklerden kendine münhasır hınzırlığı ile müthiş bir intikam alıyor. Filmdeki ‘şeytanın’ yokedilmesi kareleri, sinema tarihinin en görkemli intikam gösterisine dönüşüyor, tarihle dalga geçerek.

Sinema sanatına hınzır, akıllı göndermelerle onu tarihin en yüce onuruna ulaştırıyor, “sinema şeytandan kurtulmanın tek yoludur” diyor adeta unutulmaz finaliyle…

Adım gibi eminim bu filmi genelde bizim sinema eleştirmenleri pek beğenmeyecekler. “Tarantino hayal kırıklığına uğrattı” diyecekler veya “film çok geveze ve gereksiz felsefi ukalâlıklarla doluydu” diyecekler. Ama kimileri de, baklalarını ağızlarından çıkarıp, “bu film Yahudi propagandası yapıyor” diyecek yine muhtemelen.

Desinler. Tarantino Yahudi karşıtlarını üzüyor bu filmde. Kimilerinin dağlarına kar yağdırmış olabilir Tarantino. Ama o Tarantino’dur. İleride ne yapacağı belli olmaz. Umutlarını yitirmesinler.

Tarantino’ya teşekkürler. Teşekkürler, zira hayatta olanların aksine, ‘kötü’yü devirtiyor senaryolarında; bize de keyifle seyretmek kalıyor.

Onun sineması her anlamda adaletsiz hayatı unutturuyor.

                                                                                                       İvo Molinas