Sinefilin “GÖZLERİ TAMAMEN AÇIK”, “KEYFİ YERİNDE”

Her yıl Nisan başında, baharı müjdeleyen günlerde sinemaseverlere doyumsuz güzellikte bir şölen sunan Film Festivali hafta sonu perdelerini kapatıyor. Bu yazımda düş kırıklığı yaratan yönetmenlerin başarısız filmlerini görmezden gelip, şenliğe kaliteleriyle damgasını vuran filmlerden bir seçki sunacağım.

Viktor APALAÇİ
14 Nisan 2010 Çarşamba

GAY DUYARLILIĞI

Festivali yazdığım son üç haftada, vizyona giren filmler arasında ihmal ettiğime üzüldüğüm tek film Ferzan Özpetek’in “Serseri Mayınlar”ı.

İnsanların cinsel tercihleriyle yargılamalarına karşı çıkan, insanların istediklerini yapabilme özgürlüğünü savunan filmlerden tanıyıp sevdiğimiz Ferzan Özpetek, “Serseri Mayınlar / Mine Vaganti”da dram yerine komediyi seçmiş.

Özpetek ile aynı cinsel tercihi paylaşan, Gucci’yi dünyanın en büyük giyim markaları arasına sokan Tom Ford, ilk sinema deneyimi olan “Tek Başına Bir Adam / A Single Man”, sevgilisi Jim’i bir trafik kazasında kaybeden İngiliz profesör George’un yaşanmış hayat hikâyesini anlatıyor. Filmde betimlenen ve akşamına intihar hazırlığı yaptığı bir tek gün boyunca George, geriye dönüşlerle gösterilen geçmişini hatırlar, bomboş görünen geleceğine bakar, çevresindeki insanlara çok iyi davranarak gizlice veda eder. Yarıda kalan aşkın kahramanı canlandıran Colin Firth Venedik’te En İyi Aktör Ödülü’nü kazandı, Oscar’a aday oldu.

Güney İtalya’daki Lecce şehrinin zengin bir ailesindeki iki eşcinsel kardeşin öyküsünü anlatırken Ferzan Özpetek, Tom Ford’un kasvetli ve karamsar otmosferini değil, klasik İtalyan usulü komedi yönetmeni kullanıyor. Büyük ve kalabalık bir masa etrafındaki geniş aile ve arkadaş çevreli yemekli toplantılarda insanların aralarındaki problemlerle yüzleştiği sekanslar Özpetek filmlerinin en keyifli bölümleri. “Serseri Mayınlar”ın iki erkek kardeş kahraman yıllardır gizledikler eşcinselliklerini, ailerine masa etrafında birleştiklerinde açıklama kararı alırlar. Aile reisinin tepkiyle karşıladığı bu açıklamayla bozulan düzen filmin konusudur.

Sezen Aksu’nun nefis bir şarkısı eşliğinde, bir cenazeyle bir düğünü birleştiren, filmin tüm karakterlerinin resmi geçit yaptığı görkemli final sahnesi izleyicinin göz pınarlarını harekete geçiriyor. Filmdeki altı eşcinsel karakterin üçünün denizde yaptıkları müzikal şov filmin en keyifli anlarıydı. Özetle Ferzan Özpetek, eşcinsel yaşamı filmlerinde Pasolini ve Fassbinder’den daha ustalıkla yansıtıyor.

Ferzan Özpetek filmde gay olduğunu açıklayan oğlunu evden kovan tutucu aile reisi rolünü, gerçek hayatta gay olan bir aktöre oynatırken, çok eğlenmiştir kuşkusuz.

BİR BURJUVAZİ TAŞLAMASI

Cinsel, politik, sosyal ve tartışmalı filmlerin yönetmeni olara tanınan Atam Egoyan “Büyük Hata / Chloe” ile ilk kez senaryosunu yazmadığı bir yapıta imzasını atıyor. Anne Fontaine’in burjuvazi taşlaması, 2003 yapımı “Nathalie”sini farklı okumalarla, yapılan yeniden çevriminde, psikolojik gerelim ustalıkla kullanılmış. Kendisiyle cinsel ilişkiye girmeyen kocasının peşine bir fahişe takan, ikisinin yakınlaşmasını dinleyerek tatmin olan jinekolog bir kadının öyküsünü, Atom Egoyan gizemli bir atmosfer eşliğinde anlatıyor.

Visconti’nin “Ossessione” başyapıtını ve Claude Chabrol’un birçok filmini akla getiren konusuyla “Büyük Hata”, yaptığı zincirleme hatalarla hayatı kabusa dönüşen sosyetik, kültürlü bir kadının öyküsünün, Charderlos ve Laclos’un “Tehlikeli İlişkiler” romanınında yaptığı gibi, ahlaki, sosyal ve cinsel boyutlarıyla yaklaşarak anlatıyor.

Atom Egoyan Julianne Moore, Liam Neeson, Amanda Seyfried gibi müthiş bir üçlüyü yönetmede çok başarılı.

İSYANKÂR İNGİLİZ KIZIN ÖYKÜSÜ

İlk uzun metrajlı filmi “Kırmızı Sokak / Red Road” ile Cannes’dan ödülle ayrılan İngiliz kadın senaryo yazarı ve yönetmen Andrea Arnold ikinci filmi “Akvaryum / Fish Tank” ile aynı festivalde jüri ödülü kazandı.

Her şeye kızgın, arkadaşları ve annesiyle kavgalı, çevresiyle uyum sorunları yaşayan 15 yaşındaki bir yönetmenin kişilğinde, İngiltere’nin kasvetli geleceğine dair önemli tespitler yapan Andrea Arnold yine yüreklere dokunan bir film yapmış. Arnold, oyunculara senaryoyu okutmadan film yapması ve hikâyenin geçtiği yöreye ait güçlü bir mekân duygusu oluşturması sebebiyle de gelecekte adını sıkça duyacağımız bir yönetmen.

Mia genç annesi ve kızkardeşiyle Londra’nın doğusunda, arızalarıyla meşhur Essex’te sorunlu bir hayat yaşamaktadır. Annesinin genç, yakışıklı erkek arkadaşıyla yaşadığı kaçamak, tek arzusu yaklaşmakta olan bir dans müsabakasını kazanmak olan Mia’nin hayatını değiştirir.

Büyüleyici bir adam olan annesinin sevgilisi, onun için bir baba figürü ve seksi bir erkektir. Varoluşlardaki bu genç kızın çıkışsızlığını hüzünlü bir atmosfer içinde anlatan Andrea Arnold, sosyal devlet olarak ülkesine ciddi eleştiriler getiriyor.