Alışmanın güveninde bulaşmanın korkaklığı

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
7 Nisan 2010 Çarşamba

Edebi bir yazı yazmayı planlamıştım bu hafta. Şairlerin yaşamlarındaki gizlilikleri yazmak başka bir yolculuk...  Tam, Orhan Veli’den bahseden yazımı yazmaya başlamıştım ki çok yakın bir arkadaşım aradı ve erkek arkadaşından ayrıldığını söyledi.  Evliliğe yürüdüğünü zannederken hiçbir yere gidemediğini fark etmişti aniden. Geçmişinden kopamamış bir adamdı karşısındaki... Korkuları, alışkanlıkları, yenilgileri, yaşanmışlıkları vardı. Yeni adımlar atmaya, yeni bir sayfa açmaya, yeni yazılar yazmaya yüreği yoktu.

Arkadaşıma bulaşmaktan korkmuş, belki de alıştığının peşinden gitmeye karar vermişti yeniden.

Yıllar önce okuduğum bir romanda okuduğum bir cümle geldi birden aklıma: “Alıştığın, bulaşacağından iyidir.” Alışmak - bulaşmak düğümünü çözmek, zor iş...

Cesaret ister, kararlılık ister, geleceği görme arzusu ister. Alıştığınız sizindir, içinde korku barındırmaz, şüphe taşımaz, tedirgin etmez.

Size hep bir kol boyu uzaklıktadır. Hangi yanına dönerek uyuduğunu, yumurtayı nasıl sevdiğini, hangi takımı tuttuğunu, çocukluk anılarını, kaç numara ayakkabı giydiğini bilirsiniz. Çayı kaç şekerle içtiğini ya da en çok nelere güldüğünü... Onun hangi yemeği güzel pişirdiğinden, hangi şarkıyı sevdiğinden, nelerden nefret ettiğinden, en yakın arkadaşının kim olduğundan çoktan haberiniz vardır.

‘Alışmak’ta hem işteşlik, hem dönüşlülük saklıdır. Hem bir verme işine girişmişsinizdir, hem kendi kendi kendinize bir şeyler alırsınız karşınızdakinden.

Aldıkça alışırsınız,  seversiniz, benimsersiniz. “Benim…” dersiniz.

Benimsemek iyidir, riski yoktur. Benimsediğiniz zamanla kemikleşir ve bir parçanız, eliniz, kolunuz olur.

İsteseniz de istemeseniz de sizin olmuştur artık. Almış ve alışmışsınızdır, ötesi yoktur. Bulaşacağınızsa bulduğunuzdur. Aramazken karşınıza bir anda çıkandır.

Yolda yürürken göz göze geldiğiniz, bir masada kahve içerken sırtınız dönük oturduğunuz, bir şiir dizesinde, bir dost sohbetinde, bir sabah koşusunda, bir iş toplantısında ya da bir kahve falında karşınıza tesadüfen çıkandır.

Onu bulur ve ona bular’sınız kendinizi. Onun da kendini size bulamasına izin verirsiniz. ‘Bulaşmış’sınızdır artık! Bu; su içtikçe daha çok susamak, uyudukça daha çok uyumak, baktıkça daha çok bakma isteği duymak gibi yerleşir içinize. Tehlikelidir.

Ne yediği yumurtanın kıvamından, ne ayakkabı numarasından, ne oy verdiği partiden, ne de bitirdiği son kitaptan haberiniz vardır.

Almamış bulmuşsunuzdur. Sizin değildir; ama bulamışsınızdır kendinizi, tüm bilinmezliğine rağmen ona! Şans mıdır, şanssızlık mıdır, belli değildir bu! Bir şey vardır aranızda, başlangıçlarınız ve alıştıklarınız ayrı olsa da, size şu anı bulaşmış olmaktan memnun yaşatan.

Ve korkutan. Risklidir ve risk korkuyu, korku daha çok tehlikeyi elinden tutup getirir.

Kabuğunu her soyduğunuzda, başka bir meyveyi tatmak, her dinlediğinizde başka bir şarkıyı duymak kadar imkânsız, ama bir o kadar da benliğinize yakın, sizin arka sokaklarınızın adresini herkesten önce bilen birine bulaşmış olmak korkusu, tehdit eder hayatınızı.

Alıştığınız ve bulaştığınız. Siz hangisini seçerdiniz?

Okuduğum romanın kahramanı cesur çıkmıştı. Siz ne kadar cesursunuz?

Alıştığınızdan aldıklarınızla risksiz; ama kokusu tanıdık bir hayat mı, yoksa bulaşacağınızda bulacağınız ve kendinizi bulayacağınız, farklı yönlerinizi keşfedip en tehlikeli dönemeçleri hızla döneceğiniz yeni bir hayat mı?

Almak mı güzel hayatı, yoksa bulmak mı yeniden? Yoksa her bulmak, bir süre sonra almaya mı dönüşür? Alıştığınız mı bulaşacak olduğunuz mu? Herkes bu soruyu içinden cevaplayıp cevabını da cebine koyup gidecektir.  Neden mi? Kolay cevap seçilecektir de ondan. Yüksek sesle söylenecek kolayıdır, cebe konup gidilecek olan diğeri.

Alıştığınızı duymak mutlu edecektir çevrenizdekileri, bulaşacağınız tehlikeli olacağı için bir ara moda olmuş şarkılardan birinde dendiği gibi “acı biberler süreceklerdir dilinize dudaklarınıza”. “Hangi elinle bulaştın!”deyip elinize vurmaya hazırlanacaklardır.

Ben de yenilgileri kabul edenlerin arkasından bir kez daha düşündüm:

Hayat nasıl yaşanır? Alışkanlıklara esaretle mi, bulaşmaktaki cesaretle mi?