Sende ben, imkânsızlığı seviyorum, fakat asla ümitsizliği değil...

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
24 Mart 2010 Çarşamba

Nazım Hikmet Ran... Türk şiirinin memleketi en güzel anlatan şairi. Ve aşkı...  Pek çok kadın girdi Nazım’ın hayatına.  Ve nasıl olduysa hepsini sevdi Nazım. Büyük şairdi doğru; ama büyük bir adam mıydı kadınlarına karşı, yüreği mangal mıydı? Dediğini yapar mıydı, sözünü tutar mıydı?

Aşkı bu kadar güzel anlatan Nazım, nasıl oluyordu da bu kadar kolay aşık oluyordu kadınlara? Aşk bu kadar kolaysa nasıl yazıyordu onca zor şiiri, nasıl unutulmuyordu dizeleri yüzü unutulsa da? Aşk zorsa o zaman nasıl gidiyordu aşklarından ardına bile bakmadan?

Nazım Hikmet,  ilk aşkı Nüzhet Hanım’la Türkiye’de tanıştı. Nüzhet onun peşinden Moskova’ya gitti. Genç yüreklerine sığmayana aşklarını sonsuzluğa taşıma kararıyla evlendiler. Nüzhet’in yakın çevresi Nazım’ın siyasi görüşünü hiçbir zaman desteklemedi. Bu durum, Nazım Nüzhet  için büyük bir savaştı adeta ve Nüzhet bu savaşta yenik düşerek Türkiye’ye döndü, ardından bir profesörle evlendi. Nazım hor gördü Nüzhet’i:

“O mavi gözlü bir devdi. / Minnacık bir kadın sevdi. / Mini minnacıktı kadın. / Rahata acıktı kadın / yoruldu devin büyük yolunda. / Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, / girdi zengin bir cücenin kolunda / bahçesinde ebruliiii / hanımeli /açan eve.“

İkinci evliliğini Lena Yurçenko’yla yaptı. Onunla olan evliliği çok uzun sürmedi Nazım’ın üçüncü eşi Piraye...  Neredeyse tüm büyük aşk şiirleri Piraye’ye...

Piraye, eşi Vedat Örfi’den ayrılır ayrılmaz tanıştılar. İki çocuk annesi olmasına rağmen Piraye,  kızıl saçları ve derin bakışlarıyla Nazım’ı adeta büyülemişti. Kısa bir süre içinde evlendiler. O dönemde Nazım’ın yargı süreci devam ediyordu. Evliliklerinin on üç yılı ayrılıkla ve özlemle geçti.  Nazım, belki de en güzel aşk şiirlerini bu dönemde yazdı.

Sevdiği kadından ayrı olmak mıydı, onu en güzel aşk şiirlerinin şairi yapan? Ayrılık aşkı besliyor muydu? Bilinmezlikler, yaşamamışlıklar mı insanları ayakta tutuyordu? Bir gün karısına kavuşma özlemi, kavuşmanın kendisinden daha mı güzeldi?

“Pembe yanaklı al dudaklı bir karım olursa eğer... / Olursa 24 ayar ahlaklı... / Anama bakar gibi bakar… / İlaha tapar gibi taparım..!
Ama sen KADINIM..! / Benim için sen... / Ne o... / Ne bu... / Şusun sen..! / Benim can yoldaşım kavga arkadaşımsın...”

Böyle diyordu Nazım Piraye’e... Gece yarıları kalkıp koğuşunda şiir yazıyordu ona.  Kızıl saçlarında kayboluyor, tenini hayal ediyor, ne güzel şey hatırlamak seni, diyordu, yaşı kırkı geçmişken.

Ama başka şiirleri de vardı Nazım’ ın, Piraye’nin henüz bilmediği:

“Bir gönülde iki sevda olamaz / yalan olabilir.” diyordu başka sayfalarda Nazım.

Münevver Berk’i tanıdığında yeni bir umut filizlenmişti içinde. Evliydi Münevver, kızını bırakıp gelememekten dertli, ne yapacağını bilmez haldeydi. Her şeyi göze alarak ayrıldı eşinden.  Nazım’dan; Mehmet Nazım adında bir oğlu oldu. Oğlan daha küçücük bir bebekken Nazım, ülkeden kaçmak zorunda kaldı.

Münevver, Nazım’ın peşinden Varşova’ya onu görmeye geldiğinde Nazım Vera ile evliydi.

“Sevgilim yalan söylersem sana / Kopsun ve mahrum kalsın dilim
Seni seviyorum demek bahtiyarlığından / Sevgilim yalan yazarsam sana
Kurusun ve mahrum kalsın elim / Okşayabilmek saadetinden seni
Sevgilim yalan söylerse sana gözlerim / İki nadim gözyaşı gibi avuçlarıma aksınlar / Ve göremesinler seni bir daha!”

Öyle de oldu. Münevver, yaşadığı acıyı asla unutmadı. Bir daha hiç görüşmediler.  Nazım Vera’dan önce kısa bir süre Galina Grigoryevna  Kolesnikova ile evli kaldı; ama ona nedense hiç şiir yazmadı. Galina, doktoruydu Nazım’ın. Belki de muhtaç oldukları kadınlara aşık olamıyordu erkekler... Güçlü kadınları sevmiyordu büyük şairler.

Vera, Nazım’la tanıştıklarında henüz yirmi dört yaşındaydı. Gençliğin, tazeliğin, umudun adıydı adeta. Dört yıl Vera’nın peşinde koştu Nazım. Sonunda evlendiler. Saçları saman sarısı kirpikleri mavi bu kadın Nazım’ın son durağı oldu.

Vera,  Nazım öldüğünde onun ceketinin cebinde şu satırları buldu:

“Gelsene dedi bana / Kalsana dedi bana / Gülsene dedi bana / Ölsene dedi bana / Geldim / Kaldım / Güldüm / Öldüm”

Aşık bir adam olarak ölmüştü Nazım. Sevmiş, sevilmiş, yazmış, okunmuş, unutulmamış; hayatı doya doya yaşamıştı:

“Çok şükür aşığım. Bana öyle geliyor ki bir tek insana, yüz milyonlarca insana, bir tek ağaca, bütün ormana, tek bir düşünceye, bir çok düşünceye ve fikre aşık olmadan yaşamak yaşamak değildir.”

İmkânsız aşkları sevdi Nazım, ümitlerin peşinden yürüdü.

Büyük şairdi doğru; ama büyük bir adam mıydı kadınlarına karşı, yüreği mangal mıydı?

Dediğini yapar mıydı, sözünü tutar mıydı?

Büyük bir şairdi doğru, peki büyük bir aşık mıydı?

Yardan geçmişti doğru; ama ya serden?