Kapitalizm aşkının bedeli

Esprili, ama sorumluluk sahibi üslubuyla Michael Moore, küresel krizin arifesinde başlayıp, krizin ilk yılını araştırdığı bu filmde, öfkeyle yoğrulmuş mizahı ve  insan hakları savunucusu tutumuyla, önemli bir siyasal filme imza atıyor.

Viktor APALAÇİ
16 Aralık 2009 Çarşamba

Sıkı takipçiliğiyle, ısrarlı sorularıyla, iflah olmaz saldırganlığıyla, cesur, atak ve polemikçi tavrıyla, yönetmen bu kez herkesin şikâyetçi olduğu bir konuyu, bankacılık endüstrisini ele alıyor. Belgesel türüne duyulan ilginin artmasının etkisiyle, Moore’un her filmi izlenmeyi hak ediyor

Yaptığı 8 filmle adı “muhalif yönetmen”e çıkan belgesel ustası Michael Moore, küresel kirizin arifesinde başlayıp, krizin ilk yılını araştırdığı son filmi, “Kapitalizm: Bir Aşk Hikâyesi / Capitalism: A Love Story”, Filmekimi’nden sonra ticari sinemalarda vizyona girdi.

Öfkeyle yoğrulmuş mizahıyla, insan hakları savunucusu tutumuyla, meslek yaşamı boyunca izini sürdüğü konularla, ABD yönetimininin korkulu rüyası haline gelen Michael Moore, gücünü ve etkinliğini, 2004’te “Fahrenheit 9/11” ile Cannes’da Altın Palmiye, “Benim Cici Silahım” ile Oscar Ödülü’nü kazanmakla göstermişti.

Bu iki ödül, sıkı takipçiliğiyle, ısrarlı sorularıyla, iflah olmaz saldırgınlığıyla, iktidarların korkulu rüyası yönetmenin yapıtlarının sanat dünyasında kabul ve takdir görmesinin bir göstergesi.

“Kapitalizm: Bir Aşk Hikâyesi” şirket egemenliğinin insanlar üzerindeki mahvedici etkisini konu alırken, kapitalizmin son krizle doruğa çıkan acımasızlığının altını çiziyor. “Finansal darbe” olarak tanımladığı, Wall Street kurtarma planıyla, Michael Moore, şu soruyu soruyor: Kapitalizm aşkının bedeli nedir? Filme, dinde boş bir torbayla girdiği bir batık bankada, sanatçı “Amerikan halkının parasını geri verin” diye bağırıyor, Wall Street bankacılarına mali terimlerin anlamını soruyor, bu çarpık aşkın kötücül sorunlarını araştırıyor.

M. Moore bizleri, Orta Amerika’yı, Washington’daki iktidar çevrelerini, Manhattan’daki küresel finans merkezlerine bir gezintiye götürüyor.

Özgür bir ülkede yaşamalarına rağmen, krizde evsiz, işsiz kalan, kendi kaderine sahip çıkamayan, daha iyi bir dünyada yaşama hayalleri elinden alınan, sesini çıkaramayan insanların hislerine tercüman olan Moore’un çizdiği tablo gerçekçi ama ne yazık ki umut kırıcı.

 

KAPİTALİZMİN GETİRDİKLERİ, GÖTÜRDÜKLERİ

Filmde başkan Roosvelt’in, herkesin iyi bir eğtiim alma, bir eve sahip olma, iyi çalışma ve kazanma, ücretsiz sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkı olduğunu savunan, haklar bildirgesinin, Roosvelt’in ölümüyle hayata geçmediğini söyleyen yönetmen, ekonomik dengelerin bozulmasının Reagan döneminde başladığını belirtiyor.

Belgesel, yeni başkan Obama’ya selam çakarak, “Yes We Can” sloganını tekrarlayıp umut tazeliyor.

“Kapitalizm kötüdür, idealimiz gerçek demokrasi” temasını işleyen bu 130 dakikalık, izlenmesi dikkat isteyen, yorucu film, aslında bilmediğimiz pek fazla şey söylemiyor.

“Finansal çöküntünün arkasında kimler olduğunun aslında sır olduğunu sanmıyorum” diyen M. Moore, insanların yaşamlarına sahip çıkamadıklarını çarpıcı bir örnekle sergiliyor. ABD’nin dev şirketlerinde çalışan insanların şirketlerin onlar adına hayat sigortası yaptırmasının bir kandırmaca olduğu ispatlanıyor. Hayat sigortasında hak sahibi aslında şirketin kendisi. Çalışanın ölümü halinde tazminatı alan şirket oluyor.

Amerikan sistemine, Amerikan zihniyetine ilişkin hatalar birikimini eleştiren, esprili ama sorumluluk sahibi uslubuyla, Michael Moore belgesele duyulan ilginin artmasına katkısı olan bir sanatçı.

Tüm zamanların en çok izlenen belgesel filmi “Fahrenheit 9/11”in yaratıcısı olarak, cesur, atak ve polemikçi tavrıyla, yönetmen bu kez herkesin şikayetçi olduğu bir konuyu, bankacılık endüstrisini ele alıyor.

Kapitalizmin en acımasız yüzünü teşhir eden bu devrimci, siyasal belgesel, bunalımın sorumlusu olan Amerikan bankacılığını ve emlak sektörünü otopsi masasına yatırıyor.

AMERİKAN RÜYASININ SONU

Amerikan ekonomik sisteminde şirketlerin hükümranlığının, Amerikalıların gündelik hayatları üzerindeki korkunç etkisini gözlere seren ilginç tespitler aracılığıyla, Michael Moore, olgun sineması eşliğinde, keskin taşlamalarını sürdürüyor.

İyi araştırılmış arşiv çekimleri ile, keskin mizahı ve iğneleyici ironisi ile sanatçı, her gün kaybolan 14 bin İş’in hesabını soruyor. 2. Dünya Savaşı sonrası ABD yönetiminin yaptığı hatalar ile Amerikan rüyasının bittiğini, orta sınıfın kaybolmaya yüz tuttuğunu söyleyen sanatçı, seyircisini uluslararası şirketlere karşı mücadeleye çağırıyor.

Tüm belgesellerinde olduğu gibi başrol oyuncusu olarak hep ön planda olmayı “Kapitalizm: Bir Aşk Hikâyesi”nde sürdüren Moore, eğlendirici, öğretici, önemli bir siyasal filme imzasını atıyor.

Venedik Film Festivali’nden eli boş dönen (aslında aldığı tek ödül Gençlik Jürisinin verdiği Altın Aslancık) “Kapitalizm” Moore’un önceki filmleri kadar çarpıcı değil. Ancak belgesel türüne duyulan ilginin artmasına etkisi olan Moore’un her yeni filmi gibi, izlenmeyi hak ediyor.