Kıskançlıktan kötülüğe

63 yıl önce yayımlanmış bir romanı sinemaya uyarlayan Demirkubuz, Zonguldak’ta ağabeyi ve kendisinden 20 yaş küçük karısı arasında sığıntı bir hayat süren Seniha’nın kıskançlık ve histerisi üzerine kurulu öyküsünü anlatıyor.

Viktor APALAÇİ
18 Kasım 2009 Çarşamba

Büyük boşluklar barındıran senaryo, eksik çizilen karakter portreleri eylemlerin nedenlerini açıklamıyor. Yönetmenin, insanın akılla açıklanamayan karanlık doğasını keşfe çıktığı bu yolculuğun filmi, öncesinde yaptıkları kadar etkili olamıyor

Filmlerinde kendi yazdığı öykülerden yola çıkan bir yönetmen olarak tanıdığımız Zeki Demirkubuz, “Kıskanmak”ı 63 yıl önce yayınlanmış bir romandan, Türk edebiyatının kıymeti bilinmemiş yazarlarından Nahid Sırrı Örik’in bir eserinden uyarlamış.

Filmlerinde aşk gibi, tutku gibi, saplantı gibi asla eskimeyecek ve tükenmeyecek temalar çerçevesinde kurulmuş öyküler anlatan, sinemamızda travmaların dibe vurma hikayelerinin istikrarlı yönetmeni olduğunu ilk 7 filmiyle kanıtlayan Zeki Demirkubuz ilk kez bir dönem filmine soyunmuş oluyor.

“Masumiyet”, “Kader”, “İtiraf”, “Üçüncü Sayfa” gibi çizgi dışı filmlerle Türk sinemasının en iyi yönetmenleri arasında yer alan Demirkubuz, son filmindeki hamlesiyle hayranlarını şaşırtıyor.

Ancak, ihtiras, ihanet, kötülük gibi (yönetmenin gözde temalarının öne çıktığı) “Kıskanmak”ı Türk edebiyatından sinemaya taşıyan film, Demirkubuz’un özel dünyasına ve eski filmlerine pek uzak değil.

Sade, olgun, sürükleyici, belirli bir standartın altına düşmeyen sinemasıyla, evrenselliğe ulaşmayı başaran ve her yeni filminde üstüne koymayı bilen Demirkubuz, bu dönem filmi denemesiyle önceki filmlerinin etkisine ulaşmakta zorlanıyor.

“Kıskanmak” İstanbul’dan Zonguldak’a taşınan, maden mühendisi ağabeyiyle, kendisinden 20 yaş küçük karısı arasında sığıntı bir hayat süren çirkin Seniha’nın kıskançlığı ve histerisi üzerine kurulu. Ancak Zeki Demirkubuz’un yazdığı senaryo büyük boşluklar barındırıyor. Karakterlerin eksik çizilen portreleri, eylemlerinin nedenleri senaryoda yeteri kadar işlenmemiş.

KÖTÜLÜĞÜNÜN DÜNYASINA BAKIŞ

Zeki Demirkubuz kendisiyle yapılan bir söyleşide, kıskanmanın nedenleriyle ilgilenmenin kendisi için önemli olmadığını söylüyor. “Önemli olan kıskanmanın var olması. İnsan doğasının sebeplerini anlatma iddiasında değilim” diyor.

İyi de, hep erkek güzeli ağabeyini yeğleyip onu dışlayan anne babasına diş bileyen, güzel bir kızla evlenen ağabeyini içten içe kıskanan Seniha’nın, iç dünyasını senaryosuna yansıtmayan Demirkubuz’un seyircisi, finaldeki dramatik olaylara karşı hazırlıksız yakalanıyor. “Kıskanmak”taki, taşra zamparası, parlak çocuk Nüzhet tiplemesi bir facia. Bütün kadınları baştan çıkaran yakışıklı çocuk rolünü  bir karikatüre dönüştüren, gözüktüğü her sahneyi berbat eden Bora Cengiz’in seçimi filmin başarılı oyuncu kadrosuna büyük darbe vuruyor.  Senaryonun en büyük eksiği, ruhunda fırtınalar esen Seniha’nın mağduriyetinin tam olarak yansıtılmaması. Kötücüllükle kıskanmak arasında gidip gelen bu karanlık ve kompleksli karakterin şahsında, Demirkubuz kıskançlık üzerinden kötülüğün dünyasına bakmaya çalışıyor. Klostrofobik bir atmosferde anlatmayı yeğlediği öyküsünde kıskançlığın mutsuzluğu, mutsuzluğun da kötülüğü doğurduğunu filmin finalinde gösteriyor. Filmlerinde tutku, başkaldırı, isyan, aşk temalarını işleyen Demirkubuz, insan duygularının en yıkıcı olanını, kıskançlığı işlerken, kahramanlarını yargılamaktan kaçınıyor ve insan kendine özgü doğasıyla ele alıyor.

19. yüzyıl sonu Fransız edebiyatçılarının etkisinde kalmış bir yazar olarak Nihad Sırrı Örik’in “Kıskanmak” romanı “Madame Bovary”den, “Germinal”den izler taşıyor.

FELAKET GETİREN KISKANÇLIK

Hayat boyu isteklerine içine gömmüş, bekaretini ağabeyinin çırağına teslim etmiş, ikinci bir cinsel deneyim yaşamamış, çirkinliğiyle dışlanmış ve evde kalmış kız kurusu Seniha (Nergis Öztürk), yakışıklı maden mühendisi ağabeyi Halit (Serhat Tutumluer) ve kendisinden 20 yaş küçük güzel karısı Mükerrem (Berrak Tüzünataç) ile İstanbul’dan Zonguldak’a taşınır.

Bir Cumhuriyet Balosu ile açılan filmde, yörenin zengin ailelerinden birinin işsiz güçsüz ama yakışıklı oğlu Nüzhet’in Mükerrem’i gözüne kestirdiğini görürüz. Karşı konulmaz bir şehvet girdabına tutulan Mükerrem, bir aracı kadının (Hasibe Eren) sağladığı kolaylıklarla genç sefa pezevengi kibirli adamın metresi olur.

Bu ilişkinin sessiz tanığı konumundaki çirkin ve kiskanç Seniha, yeri geldiğinde bu yasak aşkı ağabeyinin kulağına fısıldayacaktır. Boynuzlanan Halit, karısını suç üstü yakalayamayacak, ancak küstahlaşan Nüzhet’i vurup hapse düşecektir.

Kıskandığı ağabeyinden intikam saatini sinsice bekleyen “kötülük çiçeği” Seniha’nın asıl katil olduğu öyküde kurban saf ağabeyi olacaktır.  Zeki Demirkubuz’un insanın akılla açıklanamayan karanlık doğasını keşfe çıktığı bu yolculukta, elindeki öyküyü günümüze aktarmış olsaydı daha başarılı bir filme imze atmış olacaktı.

Anlattığı hikâye bazen hızlı geliştiğinden olayların neden öyle geliştiğini kavramak zorlaşmış. Bastırılmış duygular, tatminsizlik, boşa harcanmış hayatlar, ömür boyu isteklerini içine gömmüş bir karakterin açmazları senaryoda gereği gibi işlenmemiş.

Ama yine de, 1930’ların Zonguldak’ında geçen bir dönemi, gerek dekor, gerek atmosferiyle ve karakter yaratmadaki becerisiyle Demirkubuz bu dönem filminde geçer not alıyor.

Mekan  - ışık seçimiyle, kostümleriyle, dekoruyla göz dolduran film önemli bir oyuncuyu gün ışığına çıkarıyor. Donuk, sinsi, içten pazarlıklı, çirkinliğiyle dışlanmış kız kurusu Seniha rolünde Nergis Öztürk (Antalya’da en iyi kadın oyuncu ödülünü haklı kılan) müthiş bir kompozisyon çiziyor. Keşke kendisini  daha da çirkinleştiren ağır ve abartılı makyajdan kaçınılsaydı.

Serhat Tutumluer ile Hasibe Eren rollerinin hakkını veriyorlar ama Berrak Tüzünataç, Öztürk’ün yanında eziliyor.

Zeki Demirkubuz “Kader”de çıtayı öylesine yükseğe koydu ki, “Kıskanmak”tan bir tatminsizlik duygusuyla ayrılıyorsunuz.