"Nefret suçları-ötekilerin medyada temsili”

Denis OJALVO Köşe Yazısı
11 Kasım 2009 Çarşamba

8 Kasım 2009 günü TÜYAP’ın Beylikdüzü’ndeki sergi yerleşkesinde Ayrıntı Yayınları’nın düzenlediği panelin moderatörlüğünü Galatasaray Üniversitesi’nden Prof. Yasemin İnceoğlu yaptı. Katılımcılar Habertürk Gazetesi yazarı Umur Talu, Kaos GL temsilcisi Ali Erol ve Denis Ojalvo ile sınırlıydı.  Panelde yapmış olduğum sunumu sizinle paylaşıyorum:

Konu başlığımızdaki ‘Ötekilerin medyada temsili’ ifadesi, anladığım kadarıyla ‘ötekilere’ ilişkin imajın medyamızda nasıl şekillendirildiği ile alakalı. Bunun ‘Nefret Suçları’ ile olan bağlantısı ise söz konusu ötekilerin siyasi ajanda sahibi oluşumlar tarafından işlevselleştirilerek istismar edilmekte olduğuna işaret ediyor.

Toplumumuzdaki eğitim eksikliğinin, ötekileri gerektiği kadar tanımamanın, tanımak istememenin ve bunun neticesi olarak farklı olandan ürkmenin ‘ötekilere’ olan hoşgörüsüzlüğün kaynağı olduğunu var sayabiliriz. Bu hoşgörüsüzlüğün medyada kullanılış biçimi ise bu toplumsal hastalığın kronikleşebilecek bir salgına dönüşmesi tehlikesini içeriyor.

Gazeteler rakiplerinden fazla satabilmek için her gün çarpıcı bir manşet bulmak zorundalar.  Bunu anlayışla karşılamak gerekir.

Diğer yandan, toplumdaki farklılıkların medya tarafından istismarının ekonomik getirileri olduğunu ve bazı yayın organlarının bekalarını bu yolla temin ettiklerini görüyoruz. 

Ancak, bu farklılıklar siyasi oluşumlar tarafından oya tahvil edilmek için kullanıldıkları zaman hem toplumun hem ‘ötekilerin’ bu dalavereden gördüğü kalıcı zararı ve ülkenin dış dünyadaki itibar kaybını ölçmek oldukça zordur.

Toplumumuzda birbirinden epey farklı ve oldukça fazla sayıda “öteki” var. Toplumun %50’sini teşkil eden kadın ötekiler, erkeğe olan ekonomik bağımlılıklarının, fiziki güçsüzlüklerinin, eğitimsizliklerinin ve törelerin cenderesinden çıkmaya çalışıyorlar. İçimizdeki eşcinseller büyük şehirlerde görece bir serbestiye sahip olmakla birlikte, küçük yerleşim alanlarında varlıklarını dehşet içinde yaşayarak ve gizlenerek sürdürmek zorundalar.

Dinsel ve kültürel azınlıkların medyada muhatap oldukları söylemler ise “Yabancı düşmanlığı” genel tarifi altında nitelenemeyecek kadar farklı özellikler arz ediyor:

Kürt unsurunun kültürel ve idari özerklik talepleri kendisini ağırlıklı olarak Türk olarak tarif eden toplum nezdinde bölünme korkularına sebep olurken, Alevi unsurun dinsel talepleri ağırlıklı olarak kendisini Sünni olarak tarif eden toplum nezdinde gene bölünme korkularına sebebiyet vermektedir.

Tarihsel, yani gayrimüslim azınlıkların sorunsalı ise hem daha değişik hem de kendi içinde farklılıklar içeriyor:

  1960’lara kadar özellikle İstanbul ekonomisinde başat aktör olan Rum azınlık, Kıbrıs konusu işlevselleştirilerek ‘kansız’ bir şekilde tasfiye edilmiştir. Bugün itibariyle Türkiye’de neredeyse Rum kalmadığı için Türkiye’nin bir Rum azınlık sorunu yoktur!

  Gündemdeki Ermeni azınlık sorunu, ‘Soykırım’ın Türkiye tarafından tanınıp tanınmamasının ötesinde, özünde ekonomik bir sorundur. Zira, ‘Soykırım’ın tanınması öldürülenlerin varislerinin tazminat taleplerinin ortaya çıkması ve Anadolu’da sahipsiz kaldığı için üçüncü şahıslar tarafından sahiplenilmiş özel ve vakıf mülklerinin bunlara iadesi sürecinin tetiklenmesi anlamına gelmektedir.

Bu uzunca girişten sonra “Yahudi öteki”nin sorunsalının diğer gayrimüslim azınlıkların muhatap olduğu nefret söyleminden niye çok farklı ve daha tehlikeli olduğunu izah etmeye çalışacağım.

‘Yahudi’ konusu Türkiye’deki rejim kavgalarında ve seçim dönemlerinde medya kullanılarak sistematik bir biçimde istismar edilmektedir. Biraz açayım:

  Laik Cumhuriyetle hesaplaşmak isteyenler, öncelikle Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının faturasını Siyonizm ideolojisine çıkardıktan sonra, Abdülhamit’i deviren İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni ve kadrolarını bu amaca hizmet eden Kripto Yahudiler olarak nitelendirmeye özen göstermişlerdir.

  Bu arada, İttihatçıların Ermeni kırımını, Yahudi ticaret erbabını Ermenilerin rekabetinden kurtarmak için gerçekleştirdikleri yalanlarını da yaymaktan kaçınmamışlardır. Burada amacın, Osmanlı’nın yıkılışını ve Ermeni kırımını Yahudilerin üzerine yıkmak olduğu açıktır.  

  Bu siyasetçilerin fikirlerini köşe yazılarına ve televizyon programlarına  taşıyan medya erbabının esas amacı İttihat ve Terakki’nin tepe yöneticileri hariç aynı kişilerin oluşturduğu Cumhuriyet kadrolarını halk nazarında Sabetaycı/Dönme, yani Yahudi ilan ederek itibar kaybına uğratmak ve laik Cumhuriyet rejiminin sorgulanmasını sağlamaktır. Genelkurmay Başkanı Sn. Başbuğ’un Ağlama Duvarı’nı ziyaretini istismar etmek için medyaya servis edilen resimler, bu zihniyetin ürünüdür.

  Yahudi aleyhtarlığının seçim dönemlerinde istismar edilmesi konusuna gelince, yakın zamanda Türkiye’deki iktidar tercihleri, günlük yaşamımızı etkileyen istihdam, üretkenlik, sağlık, eğitim, konut, sosyal güvence gibi konulardan çok, ‘türban’ ve “Filistin halkının gördüğü zulüm” ekseninde yapıldı. 

  İsrail’in Filistinli Müslüman Araplara yaptığı “zulme” Musevi dini çerçevesinde izahlar getirilmeye çalışılırken, bazı hadisler ve bağlamlarından soyutlanmış ayetler kullanıldı. Benzer şeklide İslam Peygamberi Hz. Muhammed  tarafından Hak Kitap olarak addedilen Tevrat’tan bağlam dışı alıntılar yapılarak Musevi dini mensubu Yahudiler düşman gösterildi. Oysa Tevrat, Hz. Muhammed döneminde ne idiyse halen yine o. Virgülü bile değişmedi! Medyamızın sevdiği ve Yahudi’nin ‘ötekileştirilmesine’ çanak tutan diğer bir söylem, Tevrat kaynak gösterilerek, İsrail’in yani Yahudilerin devletinin Türklerin topraklarında gözü olduğunu iddia etmektir. Oysa Tevrat, değil Fırat’a ulaşmak, Yahudilere Ürdün Nehri’nin doğusuna bile geçmeyi yasaklamış ve o yöre halklarıyla barış içinde yaşamalarını emretmiştir. Bkz. Yasanın Tekrarı (Tesniye) 2:5 -  2:9 -  2:19  Yeşu (Yuşa) 24:4 - 2 Tarihler 20:10 

  Bu medya istismarından nasibini alan sadece Türkiye iç siyaseti değildir. Aynı istismar Türk dış politikası bağlamında da yapılmaktadır. Örneğin, 1969’da kurulan İslam Konferansı Örgütü, Yahudilerin El Aksa Camii’ni yakma teşebbüsünde bulundukları iddiası üzerine kurulmuştur. Oysa yangını çıkaran Avustralyalı bir Hıristiyan’dı. El Aksa konusu o tarihten beri ısıtılıp ısıtılıp gündeme getirilmekte ve günümüz Türk dış politikasının kaldıraçlarından biri haline dönüştürülmüş bulunmaktadır.  

Temel sorun, siyasetçilerin duygu sömürüsü yaparak “Filistin sorunu”nu ve bir “mühendislik eseri” olan Yahudi’den duyulan korkuyla karışık nefreti işlevselleştirerek oya tahvil etmeleridir. Siyasetçilerin bu gayretlerinin başarılı olduğunu üzülerek teslim etmek durumundayız.

Bu, günümüzde Türkiye’de Yahudilere ilişkin nefret söylemine dair bir durum tespitidir.  Şimdi sormak isterim: Böyle bir ortamda “Ötekine ilişkin Nefret Suçları”nın zapturapt altına alınması mümkün müdür?  

İzah etmeye çalıştığım gibi, Yahudi aleyhtarlığı olgusu muhtelif etnik/ kültürel/ cinsel tercih gruplarının öznesi oldukları nefret söyleminden çok farklı bir portre çiziyor.

Diğer yandan, Yahudi özelinde, genelde de azınlıklar bağlamında, bunların, onlara zorla giydirilmiş olan “Mazlum” ve zimmî kimliklerinden sıyrılıp normal birer vatandaş/insan olmaları hoş karşılanmıyor.  Ayrımcılık yapanlar, bu farklı kişileri kendilerini bağlayan standartlardan daha ağırlarına tabi tutma itiyadındadırlar.

Topluma benimsetilmekte olan Yahudi aleyhtarlığının Türkiye’de Yahudi kalmasa bile kolektif hafızadan silinmesi çok zor olacaktır.

Hali hazır durumun değişmesi için medya mensuplarının durumdan vazife çıkararak değinmiş olduğum bu ‘kanıksanmış’ ama toplumu içinden çürüten Yahudi aleyhtarlığı olgusuyla mücadele etmeleri gerekir.  

Son günlerde bu konuda cesur yazılar yazan köşe yazarları var. Onları takdir ve tebrik ediyorum.