Eyvah Büyükada!

Joelle PİNTO Köşe Yazısı
1 Temmuz 2009 Çarşamba

Martılar ötmeye başlayınca benim için ada mevsimi başlar.  En ufak bir seste uyanan ben, martı sesine karşı inanılmaz toleranslıyım.  Belki de bana çocukluğumu, mutluluğumu, Büyükada’yı hatırlattığı için.  Martı eşittir Büyükada’ya taşınma vakti.

Çocukken her anısı güzel olan Büyükada mevsimi okulun bittiği gece başlar, Şişli Terakki İlkokulu’nun çanları çalmadan bir gün önce biterdi.  Adadan dönüp okula gitmek bir zulüm, okul bitince adaya dönmek ise, o yaş için mutlulukların en büyüğüydü.  Mayıs sonundan, Eylül ortasına kadar adada yaşar, okulun ilk haftası deniz otobüsüyle adadan okullarına gidenleri çok kıskandırdım.

Ada’da yaşadığım üç ayda, belki de sadece üç gün İstanbul’a inerdim.  Bunun da üç sebebi olabilirdi; Yeşilköy’de yaşayan dedemi ziyaret etmek, doktora gitmek veya Eylül başı sevimsiz bir mağazadan okul forması satın almak.  Adadan İstanbul’a indiğim o üç gün, bana dünyanın sonu gibi gelirdi.  Onlu yaşlardaki Büyükada’ya yaklaşımımdı bu.

***

Otuzlu yaşlarda ise Büyükada konsepti çok farklı.  Her Cuma bir elimde hafta sonu için hazırlanmış ada çantası, bir elimde büyük ve şımarık bir köpek, köpek deniz otobüsüne alınmadığı için her Cuma çekilen bir saatlik Bostancı trafiği, tıklım tıkış bir vapur veya motor, adadaki evine varabilmek için çırpınan bir kadın.  Dışarıdan bakıldığında resmen bir eziyet. Haftada iki gün adada kalmak için böyle bir eziyete değer mi?

Büyükada, benim için ne onunla ne onsuz yaşanan eski bir çocukluk arkadaşı gibi.  Çok sık görünce sıkılmaya başladığım, uzun zaman göremeyince ise çok özlediğim, artık ortak yönlerimiz eskisi kadar olmayan fakat sevgimiz eksilmeyen bir çocukluk arkadaşı.  Çocukluk arkadaşlarının insanın kalbindeki yeri ayrıdır; hayatımıza birçok kişi girip çıkar fakat onlar, eskisi gibi her gün görmesek de, bizim için hep özel kalır.  Büyükada da benim için böyle bir arkadaş.  Onlu yaşlarda bir günlüğüne bırakamadığım arkadaşıma yirmili yaşlarda bol bol ihanet etmeye başladım, Çeşme’yle arkadaş oldum.  İskeledeki kahvaltıların yerini Alaçatı kahvaltıları, Yunus’un dondurmalarının yerini sakızlı dondurma, ortancaların yerini begonvil, Sahil Balıkçılarının yerini Dalyan, Maden’in -kolibasili oranı ölçülmeden girilemeyen- denizinin yerini ise Altınkum’un berrak denizi aldı.  İhanet Çeşme’yle de kalmadı, iş hayatına girip para kazanmaya başlayınca Bodrum, Antalya ve Mikonos gibi gözde sayfiye yerleri, Büyükada’da geçirdiğim günlerden çalmaya devam etti.

***

Ancak… Eski arkadaşların yerini hiç kimse tutmuyor.  Bazen yirmili yaşlarda kopan arkadaşlıklar, hayatlarında daha çok ortak noktada kesişmeye başladıkları otuzlu yaşlarda güçlenebiliyor.  Benim için bu nokta küçük çocuklar değil fakat iş hayatı ve ondan da çok İstanbul trafiğinin verdiği yorgunluk.  Haftada iki gün trafiği düşünmemek, Maden’in çiçeklerle bezenmiş yollarında yürüyüş yaparak arkadaşlarımla buluşmak, sahilde balık keyfi yapmak, köpeğimi denize sokmak, yirmi beş senedir her yaz Yunus’un lale şekilli günlük meyvelerden yapılan muazzam dondurmasını yemek…

Benim hoşuma gidiyor, ama her gün olmadıkça!

Arkadaşları sıkboğaz etmemek gerek…