Tatil Şart… Mı?

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
27 Mayıs 2009 Çarşamba

Gazetelerdeki tatil ilanları standart. 2-3 eşya toplanacak, evden uzaklaşılacak. Bol yemek yenip vücut form değiştirecek. Genel olarak insanlara ‘işte bu dinlenme şeklidir’ diye öğretilen bir tatil şekli var.

Her şeyi geride bırakıp azıcık huzur arayanlar için öngörülen köşe yazarı vari kaçamaklar ise hep küçük bir sahil kasabasında düşüncelerden uzaklaşmaktır. Nedir bu sahil kasabası olayı? Hadi gittin yerleştin. Zaten oradaki figüran halk da ‘hah biz de seni bekliyorduk’ mu diyecek? Yine eşini dostunu yanında götürüyor insan. Yani, ambalaj değişsin ama kendi sevdikleri yanında olsun istiyor. Her şey, neyin doğru yaşam, neyin kaçamak olduğu bile trendlere bağlı.  Bence kaçamağın büyüğü küçüğü yok, insan düşünsel boyutta gidebilmeli ara ara, pılıyı pırtıyı alıp gitmeye vardırmaya gerek yok…

İnsan kaçıp gitti mi, geri döndüğünde arınmış olabilmeli. Bunun için de çok uzağa gitmeye gerek yok. Zira radikal gidişler, kafa temizlemeyi garantilemiyor. O kaçışların geri dönüşü bazen daha travmatik oluyor.

Tatil, çoğu insan için ait olduğu sınıftan ayrılıp katman değiştirme olayı... Yüksek gelirliler mütevazi yere giderek ora halkını gözlemleyecek. Sınırlı gelirliler tatil köylerine doluşarak parasının karşılığını en iyi şekilde almak için hınzırca planlar yapacak.

Tatil dinlence olmak zorunda mı? Bence tatil insanın günlük hayatta ne eksiği varsa onu yaptığı moladır. Ev kadını için doktora yapmak bir tatildir mesela. Başını bilgisayardan kaldıramayan bankacı için evde börek pişirip çocuk şımartmak tatildir. Sosyal yönü kuvvetli işi olanlar ile kapanlarda yaşayanlar aynı tür tatilden zevk alacak diye bir kanun yok.

Bazısı zihinsel yorulmuştur, ona gereken, yere yatıp martıların süzülüşünü izlemektir. Bazısı bekârlıktan yorulmuştur, tatilini çifte kumrular gibi geçirmek ister.

Şahsi fikrimi vermiyorum diye bana kızanlar var. Şahsi fikrim şu: Ben mutlak huzur istediğimden emin değilim. Örneğin yaz ayları tatil ve huzur çağrıştırır insanlara, bana ise durağanlık ve kıpırtıya özlem... Kaçmakla ilgili dayatılan programlar bana yapmacık geliyor. Tatil yapılacak. Peki yapalım. Uzun mu olmalı? Bence hayır. Tatilin iyisi kısa olanıdır. İnsan değerini bilir, her anını güzel değerlendirmek için odaklanır.

Ben bu güzel şehirde bir gün Erol Taş Kahvesi’nde tavla oynasam, bir gün Hayal Kahvesi’nde avaz avaz Bulutsuzluk Özlemi’ne eşlik etsem... Gümüşdere Plajı’nda tahta raketlerle topu döve döve matkot oynasam... Ayasofya’nın önünde nargile tüttürsem... Üzerine gidip Canım Ciğerim’de şişe geçirilmiş ciğerleri dürüm yapıp yesem... KaVe’de bir Tekel birasını yudumlasam buz gibi... Etap Marmara’nın tepesinden Kasımpaşa Stadı dahil bütün şehri dikizlesem... Kahvaltı mı gerek, alırım üç gazete, Bebek Kahve’nin salıncaklı kral dairesi, acılı menemeni benim. Olmadı Emek Kahve’de kuşlara kırıntı yediririm. Canım balık mı çekti giderim Kuzguncuk’taki Kosinitza’ya.

Tatil, kokuların alışverişinden ibarettir... Yemekler, temas ettiğimiz insanlar, tenden salgılanan güneş kremi ile karışık parfüm kokuları. Bazısına tütün tatil çağrıştırır… Bazısı için mahalle fırınının çıtır ekmek kokuları. Bazısı için pamuklu pijamasına sinen anne kokusu. Keşke her koku bir tatille özdeşleşse. Ve hayat bir tatile dönüşse… Hayatı tatil gibi yaşayanlardan olmak istiyorum. Zira onlar zaten mutlu, dingin ve hür...