Yaşlılık yalnızlığı senfonisi

“Gran Torino” iletişimi sıfıra yakın oğullarından bulmadığı aile saadetini Asyalı komşularında bulan, ömrünün sonbaharını yaşayan bir Kore gazisinin öyküsünü anlatıyor. Amerikan sınıf farklılıklarını öne çıkaran, göçmen sorununu işleyen, her türlü din ve dil ayırımının yol açtığı önyargıların eleştirisini yapan film, ırkçılık, şiddet, fedakarlık, zayıfı koruma gibi temalara değiniyor.

Viktor APALAÇİ
18 Mart 2009 Çarşamba

Hayatla yeniden hesaplaşma ihtiyacını duyan ihtiyar rolünde Clint Eastwood enerjisiyle bizleri şaşırtmayı sürdürüyor

Oscar’lı “Milyonluk Bebek”ten dört yıl sonra, yaşayan ABD’li sinemacıların en büyüğü, Clint Eastwood “Gran Torino”da karşımıza aktör-yönetmen olarak çıkıyor. Kore Savaşı gazisi, emekli otomobil işçisi, ırkçı eğilimleri olan, ihtilaflı olduğu ve görüşmediği iki oğlundan uzak yaşayan sevimsiz ihtiyar Walt Kowalski ömrünün sonbaharını yaşamaktadır.

Karısının ölümünden sonra, nefret ettiği göçmen komşuların arasında “ıssız adam” hayatı yaşayan kahramanımız ölümcül hastalığıyla başbaşadır.

Nick Schenk’in kendi yaşam öyküsünden esinlenerek yazdığı senaryo, Amerikan toplumunu ilgilendiren öyküleri büyük bir duyarlılıkla sinemaya aktaran Clint Eastwood için son derece zengin malzemeler içeriyor. 90’lı yıllarda Minnesota’da bir fabrikada çalışan Nick Schenk, Vietnam’da ABD’den taraf oldukları gerekçesiyle ülkelerinden kovulan Hmonglarla (Tayland, Laos, Çin’in bir etnik grubu) komşu hayatı yaşadı.

Bu insanlarla ilgili yazdığı romanın baş rolüne eski bir Kore gazisi yerleştirdi. Amerikan sınıf farklılıklarını öne çıkaran, göçmen sorununun işleyen, her türlü din ve dil ayrımının yol açtığı önyargıların eleştirisine girişen bu senaryo, Eastwood’un duygusal anlatımıyla perdeye yansıdı.

Irkçılık, şiddet, fedakarlık, asayiş, zayıfı koruma gibi temalara yakınlığını bildiğimiz Eastwood, değişen bir dünyada günümüz sorunlarını duyarlı sanatçı kimliğiyle “Gran Torino”da işledi.

Amerikan film endüstrisi Amerikan yaşam tarzını, steril, klişe (biraz da sahte) söylemlerle anlatmayı tercih eder. Bağımsız ve duyarlı yönetmenler ise Amerika’yı ve Amerikan toplumunu anlatan öyküleri daha gerçekçi bir gözle perdeye aktarırlar. Clint Eastwood’un filmografisi bu tür yapıtlarla dolu. Emek ve ahlak üzerine bir sembol olan ve filme adını veren 1972 model Ford Gran Torino’suna gözüymüşçesine bakan, feleğin çemberinden geçmiş, köklerinin Polonyalı olduğunu tahmin ettiğimiz Walt, ülkesini, toprağını koruma, kollama görevini her şeyin üzerinede gören muhafazakar bir insandır. Hala gıcır gıcır duran arabası Kore kökenli azılı bir çete tarafından çalınmak istenince, gözü kara ihtiyarımız M-1 piyade tüfeğine sarılır.

GERÇEKÇİ VE İNSANCIL

Berberi ve köpeğinden başka konuşacak kimsesi olmayan Walt, suçüstü yakaladığı komşunun yeni yetme oğlu ve ablasıyla dost olur. “Öteki” saydığı kişilerle de ortak bir hayat yaşaması gerektiği bilincine varan ihtiyar adam, kendi oğullarından esirgediği şefkatli Koreli iki kardeşe gösterir. Hayatla yeniden hesaplaşma ihtiyacını duyup, sevgiyi yeniden keşfeder. Savaşta öldürdüğü Korelilerin vicdan azabını çeken Walt, komşusu iki kardeşin tehdit ettiği çeteye savaş açar. Şiddetin çözüm değil, bilakis daha da büyük acılara yol açtığının bilincinde, filmin etkileyici ve müthiş finaline doğru yol alır.

Muhafazakârlığın çözüm olmadığının altını çizen film, kahramanının yaşadığı değişim ile Amerikalı seçmenin Obama tercihi arasında paralellik çiziyor.

“Gran Torino”, oğullarıyla iletişimi sıfıra yakın, aradığı aile saadetini Asyalı komşularında bulan, ülkesine dair bir takım ideallere sımsıkı sarılan, yaşlılık yalnızlığını simgeleyen müthiş bir portre sunuyor.

Savaşta yetim bıraktığı Korelilerin vicdan azabını, ev komşusu göçmen Korelileri koruyarak günah çıkaran, Japon arabası kullanan oğullarına “Amerikan malı alsanız ölür müydünüz?” diyerek milliyetçiliğini dile getiren, insanlık ve dostluk adına kendini feda eden Kowalski karakterinde Clint Eastwood harikalar yaratıyor.

Besteci oğlu Kyle Eastwood’un bestelediği “Kalbim bir Gran Torina’da kaldı” adlı şarkıyı kapanış jeneriğinde, Clint Eastwood’un genizden gelen, çatlak ve yorgun sesinden dinliyoruz.