Çekoslovak Yahudileri -2

Çekoslavakya’da kendilerini Yahudi sayanların sayısı 6.000’dir. Bu nüfusun yarısı Çek Cumhuriyeti’nde (Bohemya ve Moravya’da), diğer yarısı Slovakya’da yaşamakta

Sara YANAROCAK Kavram
25 Şubat 2009 Çarşamba

Holokost sonrası dönem

1930 nüfus sayımı Yahudi inancına sahip 356.000 kişi olduğunu kaydetmiştir. Bunların 191.000’i Yahudi ulusundan olduklarını belirtmişlerdir. Kurtuluştan sonra ülkede 45.000 Yahudi vardı. Bunların üçte ikisi 1950 yılına kadar ülke dışına göçtü. Daha sonra Sovyetlerin 1968 müdahelesinin ertesinde az bir dış göç dalgası yer aldı.

İlk sosyalist anayasa (1948) dinsel özgürlük ilan etti; ırksal veya dinsel nefretin kışkırtılmasını yasakladı. Dinsel kurumları düzenleyen yasalara (1949), Katotlik Kilisesi şiddetle karşı çıkıyor. Ancak bunlar Yahudi toplulukları tarafından, eşitlik ve paralel güvenliği garanti ettiği için kabul görünüyordu. Bu yasanın uygulanmasında dinsel, mallar, mülkler (sinagoglar dahil) kamulaştırıldı ve bazı durumlarda da Hıristiyan topluluklara bağışlandı. Bu arada pek çoğu ortadan kalkan Yahudi toplulukları desteklemek için yetersiz fonlar sunuldu. Parti ve hükümette sivrilmiş Yahudiler 1951’de görevden alındı, “Batı Emperyalizminin Ajanları” olarak damgalandı ve hapsedildi. 1952’deki göstermelik davada, 14 davalıdan 11’i Yahudi idi. Aralarında başbakan yardımcısı ve Komünist Partisinin bir önceki genel sekreteri olan Rudolf Slansky de vardı.

1968’in öncü “liberal komünistleri”nin bazısı Yahudi  kökenliydi. Sovyet propagandası, bu etkeni antisemitik önyargıları sömürme amacıyla vurguladı ve Yahudi liderler en sonunda yerlerinden atıldılar. O gün Prag’daki iki sinagogda ve diğer merkezlerdeki sinagoglarda Yahudi dinsel törenleri muntazam olarak yerine getirilmekteydi. Slovakya’da bazı geleneksel topluluklar olmasına karşın, Çek Yahudiliği geleneksel olarak Reform eğilimindeydi. Daha yaşlı hahamlar kuşağı ölmüş, birkaç yıldır Çekoslavakya’da dinsel önderlik kalmamıştı.

Çek Cumhuriyeti’nin kurulması ve Çek Yahudiliği’nin yeniden canlandırılması

1990 yılında sona eren Soğuk Savaş Dönemi’nden sonra Çekoslovakya iki bağımsız devlete bölündü. Bunları Çek Cumhuriyeti ve Slovakya adını aldılar. Çek Cumhuriyeti kuruluşundan hemen sonra İsrail Devleti ile yeniden diplomatik ilişkiler kurdu. 1992’de Devlet Başkanı Vaclav Havel Doğu Bloku olarak nitelenen ülkelerden birinin lideri olarak İsrail’e ilk diplomatik ziyaret gerçekleştiren siyasetçi olarak tarihe geçti.

Soğuk Savaştan hemen sonra 1990 yılında kültürel ve dinsel değişikler zaten hemen başlatılmıştı. Antisemitizmin bir suç olduğu devlet politikası olarak ilan edilmişti. Hükümet 1938 yılından önce Yahudilere ait malları iade etti. Eski Yahudi Müzesi ve içindeki paha biçilmez değerdeki objeler de Yahudilere iade edildi.

Soğuk savaş döneminde zorla uykuya yatırılan Huzurevi açıldı. Eski Ortodoks sinagogların yanısıra Beit Simcha ve Beit Pracha adlı iki reform sinagogu açıldı. Yahudilik tüm asimilasyona, sindirilmeye ve unutturulma baskılarına rağmen yeniden kaliteli bir cemaat içinde yeşermeye başladı. Günümüzde özellikle Prag’da canlı ve genç bir Yahudi varlığı süregelmekte. 2006 yılında Çek Cumhuriyeti’nde 6.000 Yahudi’nin yaşadığı bilinmektedir.

Çekoslavakya’nın dünyaca ünlü Yahudi kişilikleri

Franz Kafka, Richard Weiner, Otokar Fischer, Otto Pick, Oskar Baum, Max Brod Rudolf Fuchs, Alffred Fuchs, Karel Polacek, Otto Stross, Leopold Katz, Jiri Orten, Bohumil  Bondy, Rudolf Slansky olarak sayılabilir. Bunların arasında ünlü yazarlar, şairler düşünürler, politikacılar ve siyasetçiler bulunmaktadır. Şüphesiz ki bu sayılan önemli kişilerin arasındaki en önemlisi ise yazar Franz Franz Kafka’dır.

Franz Kafka

Franz Kafka (1883-1924) Prag’lı bir Yahudiydi. O dünyanın, öykülerinin, düşlerinin, gottolarının, göçmenlerinin bir parçasıydı. Onun Prag’ı kendisini boğan bir yerdi. Ama ömrünün son sekiz ayı sayılmazsa, hep orada yaşamayı seçti. Kafka’nın doğduğu yıl olan 1883’te Prag, çeşitli ulusların, dillerin, siyasal ve toplumsal görüşlerin bir arada barındığı Bohemya’da Habsburg İmparatorluğu’nun bir parçasıydı. Kafka gibi Almanca konuşan bir Çek için, ne Çek, ne Alman olan biri için, kültürel bir kimlik sahibi olmak hiç de kolay değildi. O dönemde Alman egemenliğine karşı Çek Ulusalcılığı gelişiyordu. Almanlar Çeklere tepeden bakıyordu ve tabii herkes Yahudilerden nefret ediyordu.

Kafka’nın babası gibi asimile olmuş Yahudiler arasında, Polonya ya da Rusya’daki yoksul akrabalarını (Ostjuden) tamamen unutanlar vardı. Durumları daha iyi olan Yahudiler, sonradan Siyonist oldular.

1987’de Theodor Herzl’in kurduğu Siyonist akım, dünyanın çeşitli yerlerine yayılan Yahudilerin, Filistindeki anayurtlarında toplanmalarını öngürüyordu. Sayısız ulusalcı akım ve yükselen Yahudi düşmanlığı ortasında Siyonizm koruyucu bir role büründü ve Kafka’nın birçok çağdaşını çekti.

Yahudi toplumunu saran bu çabalar, Avrupa’nın en eski gettolarından birinde yetişen genç Kafka için son derece olağandır. Kafka’nın Jozefov olarak bilinen mahallesi, Prag’ın eski kent alanından Vlatava ırmağı üzerindeki Charles Köprüsü’ne kadar uzanan karanlık yolları, dar sokakları (Judengassen) kapsıyordu. Gençliğinde bu kalabalık bölgede altı sinagog vardı. Güzel barok yapılar, fare istilasına uğramış çöplüklere bakıyordu. Yürürken ayaklarının altında, 700 yıldır gettonun dışına çıkmamış Yahudi mistiklerinin, bilginlerin, gizli Kabalistlerin, gökbilimcilerin, astrologların, hahamların kemikleri ve ruhları vardı.

Kafka pek dindar bir Yahudi değildi. Getto efsanelerine de yapıtlarında çok az yer vermişti. Ama çocukluğunda beynine kazılan “golem” gibi fantastik etkilerden sıyrılması düşünülemezdi.

Aslına bakılırsa, Prag Gettosu’na o korkunç ününü sağlayan Kafka değidi. Orada hiç yaşamamış Yahudi olmayan Gustav Meyrink’ti. Meyrink’in melodramatik, sıradan romanı Golem (1913) cinayetlerden entrikalardan, karanlık, sisli ara sokaklardan sözeder. Romana göre Golem, 33 yılda bir ortaya çıkarak dehşet saçan bir yaratıktır. Meyrink, Kafka’nın çocukken tanık olduğu bir olayı da kaleme almıştır. 1906’da gettonun bir bölümünün yıkılmasını. Prag Gettosu Meyrink için “şeytansı bir yeraltı dünyası, bir acılar yeni bir yoksullar, dilenciler bölgesiydi”. Çöküntüsüne de bu tüyler ürperticiliği neden olmuştu. Yıkım planı “sağlık” nedenleri ileri sürülerek yürürlüğe konunca, yoksul Yahudilerin çoğu gettodan ayrılmayı reddetti. Yıkılan duvarların yerine de tel örgüler çekildi.

Kafka sonraları gettoyu “benim hücrem, benim kalem” olarak nitelendirecekti.

Babası Herman Kafka dükkanını 1882’de gettonun hemen yanında, Celetna Sokağı’nda açmıştı. Yoksullaktan gelme, kendi kendini yetiştirmiş bir adamdı. Yahudi topluluğundan uzak durmaya çalışmış, ailesini Çek olarak kaydettirmişti. Yine de oğlunu yılda birkaç kere de olsa sinagoga götürürdü.

Kafka’nın kendi Yahudi kökleriyle ilişkisi pek belirgin değildir. Sadece yaşamının sonlarına doğru Filistine gidip yerleşmeyi düşünmüştür. Bazı eleştirmenler onun Yahudi diniyle ilgilendiğini söyleseler de bunda gerçek payı pek azdır. Ama Kafka Hasidizme yakın ilgi duymuştur.

Kafkayı heyecanlandıran ve yapıtlarında da etkisi görülen, Hasidizmin, mistik, ırkçı olmayan yanıydı. Dünya gerçeklerinin, dünya ötesi gerçeklerle kol kola yürümesi, mistik değerlerin günlük yaşamın ayrıntılarında belirmesi, Tanrı’nın her yerde, erişilen bir konumda bulunmasıydı.

Franz Kafka, Yahudi olduğu ya da Yahudiye benzediği, için sokakta yolu çevrilip dövülenlerden değildi. Ancak ne kadar kendi kabuğuna çekilmiş veya olayların dışında kalmaya özen göstermiş olursa olsun, Yahudilerin çoğu için geçerli olan onun için de geçerliydi ve bu ortak kaderi paylaşmak zorundaydı. “Asimile” olmuş bütün Yahudiler gibi alışmak zorunda olduğu bir şey vardı: “Sağlıklı Yahudi düşmanlığı”. Başka dönemlerde olduğu gibi o dönemde de Yahudilerin çoğu, Yahudi düşmanlığını kendi içlerine yönelttiler. Kafka da, başkaları gibi kendine nefret duymaya başladı. Yahudilerle en büyük ortak yanı, bu aşağılık duygusuydu. İnsanın kendine yönelttiği nefret mizaha dönüşür. Kafka’da da melankoli ile mizah yanyana yürür. “Kafkaesk” dehşet ve acıyı içerir. Ama Kafka’nın öyküleri, ne kadar karanlık ve acı olursa olsun, aynı zamanda komiktir.

En önemli eserleri arasında Değişim (Metamorfoz), Dava, Şato, Ceza Sömürgesi, Yitik, Amerika adlı birincil derecede eserlerinden söz edilebilir.

Yirmi yıl süren dostluklarının sonucunda Kafka bütün yapıtlarını ölümünden sonra yakması için sanatçı dostu Max Brod’a bırakmıştı. Ama Brod bu isteği yerine getirmeyerek bu yapıtları bastırdı. 1935’te başlanan ilk toplu basım önce engellendi, sonra yasaklandı. Nazilerin Çekoslovakyayı işgali sırasında üç kızkardeşi toplama kamplarına yollanarak öldürüldü. Kafka ile ilgili birçok belge yok edildi. Bütün bu nedenlerle Kafka ancak ölümünden çok sonra Fransa, İngiltere ve Amerika’da ün kazanmıştır. Almanya’da yaygın edebiyat çevrelerince tanınması da 1950’lerde toplu yapıtlarının yayınlanmasıyla gerçekleşmiştir. Bu nedenlerle çoğu kez savaş sonrası yazarlarla birlikte değerlendirilmektedir.