İsrail seçimlerinde ne oldu?

“Tzipi Livni, soldan oy alarak, solu yendi ama sağa yenildi!” Bu kadar karmaşık bir yorum ancak İsrail gibi karmaşık bir ülkeden gelebilirdi… Bir de sorumuz var: İsrail halkı ağırlıklı olarak sağ ve muhafazakârlara oy verirken neden Tel Aviv ve Haifa daha çok Livni’ye oy verdi? Ve neden sosyalizmin kaleleri olan Kibbutzlar da sarışın kadını tercih etti?

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
18 Şubat 2009 Çarşamba

Bu kadar karmaşık bir yorum ancak İsrail gibi karmaşık bir ülkeden gelebilirdi…

İsrail’deki genel seçimlere ilgi, bizim ülkemiz başta olmak üzere dünyanın her yerinde tavan yaptı. Nedeni basitti. Gazze olayları ile başlayan sorunlu süreç nasıl ilerleyecekti? Hamas’ın hedef gözetmeksizin attığı füzelerden sınır şehir halkını korumak zorunda olan Livni’yi, operasyonu sonuna kadar götürmediği için eleştiren Netanyahu’nun seçimi kazanacağı kesin gözüyle bakılıyordu. Diğer taraftan, daha çok göçmenlerin partisi olan Lieberman’ın, ‘Evimiz İsrail’ Partisi’nin hem aşırı laik, hem de aşırı sağcı ve milliyetçi söylemleriyle İsrail’in üçüncü büyük partisi olması bekleniyordu.

Birincisi tam gerçekleşemedi ama ikincisi aynen hayata geçti. Lieberman’ın partisi hem üçüncü oldu, hem de koalisyonların anahtar partisi haline geldi. Bu ‘başarı’ kimi İsrail seçmen dokusunun metamorfozunu simgeliyor. Bir yandan İsrail için devrim niteliğinde sayılabilecek bir yaklaşımla, resmi nikâhın geçerli olmama durumunu bozacağını ilan etti, diğer taraftan Gazze için çok daha büyük ve ‘korkutucu’ nihai çözümlerden bahsetti:

Hem dincilerin, hem barışseverlerin tepkisini aldı ama çok başarılı oldu!...

Likud’dan Ariel Şaron ile birlikte ayrılıp daha merkezde olan Kadima Partisi’ni kurarak ılımlı bir ekseni hedefleyen Tzipi Livni ise her türlü zorluğa rağmen az farkla da olsa birinci seçilmesini Bibi’den korkan sol seçmenlere borçlu.

Sosyalizmin ve hatta kimi gerçek komünist uygulamanın Ortadoğu’daki tek örneği olan Kibbutz toplumlarının bu seçimlerde belki de İsrail tarihinde ilk kez oylarını sol partiler yerine daha çok Kadima’ya vermeleri, İsrail’de hem solun çöktüğünü, hem de ‘Bibi korkusu’ faktörünün solda nasıl hakim olduğunu gösteriyor.

Livni, dünyada benzeri olmayan, çok farklı sosların bulunduğu bir salata gibi karmaşık bir oluşumun prensesi haline gelmiş durumda.

Sarışınlığı veya kamera karşısındaki güçlü ve etkileyici ‘aura’sının partisini birinciliğe taşımasında ne kadar etken olduğu bilinmez ama hatırı sayılır bir orandaki sol kitlenin Bibi-Lieberman ikilisini durdurmak için onu tercih ettiği sır değil bugün…

İsrail seçimlerinin bir başka ilginç sonucu daha var. Aslında Livni’yi birinci parti durumuna getiren en önemli yerleşim merkezi, ülkenin en büyük ve kalabalık şehri olan Tel Aviv! İsrail’in en ‘batı’ yüzünü temsil eden, ekonominin, finansmanın merkezine, refah toplumunun en ileri düzeyine sahip olan, savaşa ve sınırdan gelen füzelere en uzak yer olan Tel Aviv’in halkı Livni’nin partisine Bibi’nin ve Lieberman’ın partilerinin toplamından daha çok oy verdi. Teknoloji ve sanayi bölgesi olan Hayfa kentinde de buna benzer bir resim mevcut. Buna karşın, Hamas’ın saldırılarına maruz kalan sınır bölgelerinde Bibi gözle görülür bir şekilde birinci çıkmış. Yeruşalayim’de ise beklenildiği gibi dinci partiler ve Bibi’nin partisi açık ara önde bitirmiş.

Bu arada, İsrailli Arapların, bu seçimde neredeyse tamamının Arap partilerine oy verdiğini; hatta o bölgelerde oturan kimi İsrailli Yahudilerin de Arap partilerini seçtiklerini de hatırlatmakta yarar var.

2009 İsrail seçimlerinde sosyologların da alacağı büyük dersler var. Refah toplumu ve şehirli gençler barış, zenginlik ve ilerleme vaadedenlere yönelirken, kendini güvende hissetmeyenler ise onları en iyi ve en sert şekilde korumayı söz verenlere oy verdi.

Barışı hiç bir zaman  gündemlerine koymayanlar için konuşmak gereksiz. Onların da yeri var İsrail seçmenleri arasında…

Sonuç olarak, Livni’nin partisinin birinciliğine rağmen İsrail seçmeni ağırlıklı olarak sağı tercih etmiş durumda.

Netanyahu’nun aşırı sağcı Lieberman’ın partisi ve dinci partilerle hükümet kurma olasılığı yüksek. Böyle bir oluşumun bölgede ne gibi yeni gelişmelere yol açabileceğini savlamak mümkün olsa da, İsrail’in, “Obama faktörü” nedeniyle eskisi gibi çok da ‘özgürce’ davranamayacağını iddia edenlere doğruluk payı da vermek gerek.

Avrupa Birliği ve ABD’nin merkez bir koalisyon hükümetini destekledikleri artık açık kapılarda bile dile getiriliyor. Kadima -Likud- İşçi Partisi koalisyonu ülkenin merkez ötesini dışlayan, Batı’nın tercih edeceği bir hükümet olabilir ama bölgenin temel sorunlarını nasıl çözebileceği ise soru işareti taşır…

Velhasıl barış hala ufukta gözükmüyor.