İKSV 10-16 Ekim arasındaki Filmekimi ile 21 filmlik bir program sunuyor :

Değişik festivallerde sivrilmiş ve ödül almış filmlerden titizlikle seçilmiş 21 film arasında, son Cannes Film Festivali’nin Altın Palmiye’li Fransız filmi “Sınıf” da var. 2 İsrail filminden biri olan “Beşir’le Vals” belgesel türünün ilk canlandırma sineması ürünü olma özelliğini taşıyor. Woody Allen’in nefis komedisi “Vicki Cristina Barcelona”, Cannes’dan Jüri Büyük Ödüllü “Gamorra” ile Senaryo Ödüllü “Lorna’nın Sessizliği” kaçırılmaması gereken filmler arasında

Viktor APALAÇİ
8 Ekim 2008 Çarşamba

Filmekimi’nde iki İsrail filmi

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (IKSV), 10-16 Ekim tarihleri arasında, sinemaseverlere 21 filmlik bir şölen vaad ediyor.

Değişik festivallerde sivrilmiş ve ödül almış filmlerden titizlikle seçilmiş bu filmler arasında, son Cannes Festivali’nin Altın Palmiye’li Fransız filmi “Sınıf”, belgesel türünün ilk canlandırma sineması ürünü alan “Beşir’le Vals”, Woody Allen’in son filmi “Vicky Cristina Barcelona”, Cannes’dan Jüri Büyük Ödüllü “Gamorra”, Senaryo ödüllü “Lorna’nın Sessizliği”, Mike Leigh ve Michael Winterbottom’un son filmleri “Daima Mutlu” ve “Cenova” var.

Ari Folman’ın “Beşir’le Vals”ının yanı sıra, İsrail sineması, Film Ekimi’nde. Eran Riklis’in “Limon Ağacı” ile temsil edilecek.

Bu yazımda, yarısından çoğunu evvelce izlediğim bu filmler arasında, kaçırılmaması ve uzak durulması gerekenlere kısaca değineceğim.

“BEŞİR’LE VALS” BİR BAŞYAPIT

“Filmekimi”nden sadece bir film izleyeceğim diyenlere tavsiye edeceğim tek film “Beşir’le Vals / Waltz With Bashir”.

İsrail’in ilk canlandırma sineması örneği olan bu film, aynı zamanda sinema tarihinde gerçekleştirilen ilk belgesel canlandırma sineması ürünü olma özelliğini taşıyor.

1962 doğumlu Ari Folman’ın 18 yaşındayken, 1. Lübnan Savaşı’nda yaşadığı tecrübelerini, 25 yıl aradan sonra anlattığı filmde, Sabra-Şatila Katliamını kendi bakış açısından yorumluyor. Çok kişiye göre, İsrail’in masumiyetinin sonu olan bu savaşta, 1982’de Beyrut’un göbeğindeki Filitinlinin, Hıristiyan Falanjistler tarafından öldürülmesine sessiz kaldığı için eleştirilmişti.

İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron 3000 Filistinlinin Hıristiyan Falanjistler tarafından öldürülmesine sessiz kaldığı için eleştirilmişti.

Yaratıcı, özgün, yenilikçi ve mesaj yüklü filmiyle Ari Folman savaş aleyhtarı tutumunu cesaretle sergiledi. Folman, Cannes’da “Katliam oldu, görmemiz lazım, bu gerçeği göğüslememiz şart. Halkın gerçekleri görmesi için filmimin finalini canlandırma sinemasıyla değil, arşivlerden yararlanarak yaptım” demişti. Filmin başlığındaki Beşir, Lübnan’ın Hıristiyan lideri, katliamın sorumlusu Beşir Cemayel’den başkası değil.

Filmekimi’nin 2. İsrail filmi “Suriyeli Gelin”den tanıdığımız Eran Riklis’in, Şubat 2008’de Berlin Film Festivali’nde dünya prömiyeri yapılan “Limon Ağacı / Lemon Tree”. Senaryosu Riklis ve Filistinli eski gazeteci Süha Araf tarafından yazılan bu ironik ve iyimser dramın kahramanı, limon ağaçlarını korumak için İsrail devletiyle mücadeleden sakınmayan Filistinli bir dul kadın.

FORMUNDA BİR WOODY ALLEN

Son Cannes Film Festivali’nde yarışma dışı gösterilen “Vicky Cristina Barcelona” Woody Allen’in son yıllarda yaptığı filmlerin en iyisi.

Yılda 1 film prensibiyle, 72 yaşında olmasına rağmen üretkenliğini sürdüren enerjik sanatçı, İngiltere’de yaptığı son 3 filmle hayranlarını düş kırıklığına uğratmış, “Woody Allen efsanesinin sonu mu geldi?” sorusunu akla getirmişti. Çok şükür İngiltere’den uzaklaştığı, ama yine Avrupa’da yaptığı “Vİcky Cristina Barcelona”, ardından da anlaşıldığı gibi İspanya’da çevrilmiş.

Sanatçının bilinen ve sevilen mizah gücünü yansıtan, eski formunu hatırlatan, makineli tüfekten çıkmışçasına gelen esprilerle renklenen, müthiş bir komedi.

Woody Allen sıcak, hafif, neşeli filmiyle yıllar sonra yeniden hızlı tempolu ilişki komedilerine geri dönüyor, Amerikalı iki genç kadının Barselona’da geçirdikleri yaz tatilini anlatıyor. Hassas bir mizaca sahip, evlenmenin eşiğindeki Vicky ile, duygusal ve cinsel maceralara açık Cristina, Barcelona’da tanıştıkları karizmatik ressam Juan Antonio ile yakınlık kurarlar.

Antonio’nun ayrı yaşadığı dengesiz ve deli dolu karısı Maria Elena’nın eve dönmesiyle işler karışır.

Scarlett Johansson, Penelepe Cruz ve Javier Bardem’den oluşan müthiş oyuncu kadrosundan azami verimi alan W. Allen, 3 kadın tarafından paylaşılamayan erkek konusunu, durum komedilerinin büyük ustası olduğunu kanıtlayarak anlatıyor.

FRANSIZ TOPLUMUNUN AYNASI BİR “SINIF”

Sıradan bir yönetmenin, amatör oyuncularla çevirdiği, iddiasız gözüken bir filmin, 21 yıl aradan sonra Fransa’ya ilk Altın Palmiye’yi kazandırması, son Cannes Film Festivali’nin sürprizi idi.

11 yıl önce başlattığı sinema kariyerine sadece 4 film sığdıran, 47 yaşındaki Laurent Cantet, “Sınıf /  Entre les Murs” adlı yarı belgesel filmi, edebiyat öğretmeni François Begedeau’nın yarı-özyaşam öyküsel romanından uyarlanmış. Paris’in zorlu bir ortaokulunda karizmatik bir öğretmenin öğrencileriyle olan zor ve sancılı ilişkisini işleyen film gerçekçiliğiyle öne çıkıyor.

Değişik kökenli öğrencilerden oluşan “Sınıf” Fransa’nın muhtelif kesimlerini temsil ederken, film ortaya sağlıklı bir toplumsal tablo çıkarıyor. Eski bir öğretmen olan Begadeau, Fransız eğitim sistemindeki tecrübelerine dayanarak yazdığı romandan, yönetmen Cantet ile senaryo yazılımına katılarak filmin baş rolünü de üstleniyor. Ortaya son derece inandırıcı, gerçekçi, belgesel tadında bir film çıkıyor.

Yönetmen Cantet’nin başarısı, 2 saat 10 dakikalık, tansiyonu hiç düşmeyen filmini bir tenis maçı heyecanı içinde izlettirebilmesi. İçlerinde iki Türkün de bulunduğu, çoğu Afrika kökenli göçmen öğrencinin oluşturduğu bir sınıftaki enerjiyi ve gerilimi doğal bir şekilde yansıtan Cantet, ırk, bireysellik konularını da ele alıyor.

DARDENNE’LERİN SENARYO ÖDÜLLİ FİLMİ

“Rosetta” ve “Çocuk” ile Cannes’da 2 kez Altın Palmiye kazanan Jean-Pierre ve Luc Dardenne kardeşler, bu yıl “Lorna’nın Sessizliği / Le Silence de Lorna” ile En İyi Senaryo Ödülü ile yetiniyorlardı.

Filme adını veren Lorna Belçika’da yaşayan Arnavutluklu bir genç kadındır. Sahte bir evlilik yaparak Belçika’da yaşamaya hak kazanmıştır. Sevgilisiyle burada bir lokanta açma hayalini gerçekleştirmek için, sahte evlilikleri organize eden karanlık bir  örgüt ile işbirliği içine girer. Belçika vatandaşlığı kazanmak isteyen Rus bir Mafya babası ile evlenebilmek için sahte kocasının kendisini boşaması gerekmektedir.

Örgütün bu zavallı adamı öldürme kararı almasına Lorna sessiz mi kalacaktır? Dardenne Kardeşler bilinen hümanist yaklaşımları, duru ve yalın sinema dilleri ile bu sorunun cevabını vereceklerdir.

KÖRÜN ÇARESİZLİĞİ

“Tanrıkent” ile Oscar kazanmış Brezilya’lı usta yönetmen Fernando Meirelles’in “Körlük / Blindness” adlı son filmi Cannes’in açılış filmiydi. Simgesel bir anlatım izleyen “Körlük”, Nobel ödüllü Portekizli yazar Jose Saramango’nun romanından alınmıştı ve anlaşılmaz bir şekilde körleşen bir şehir halkının yaşadığı travmayı anlatıyor.

Modern bir kentte “beyaz körlük” salgını hastalık gibi yayılırken, gözleri gören tek kişi, bir doktorun karısı, oluşulan “körler toplumunda” yerini alır.

Suçlular ve fiziksel olarak daha güçlü olanlar, zayıfları ezmeye çalışır, Julianne Moore’un canlandırdığı gözleri gören kadın, kaosa sürüklenen şehir halkına ve salgına karşı kocasını korumaya çalışır.

Metaforlarla yüklü film, körlük teması ile felsefi bir korkuyu dile getiriyor. Fernando Meireles, filmin çarpıcı konusunu insanın kanını donduran bir atmosfer içinde anlatıyor. İnsanlar körleşince herkes eşit duruma geliyor, sınıf farkları ortadan kalkıyor, zayıf karakterliler, fırsat düşkünleri, oportünistler toplumun düzenini bozuyor.

MÜTHİŞ BİR MAFYA FİLMİ

Son yılların en iyi mafya filmi olan “Gomorra”, Cannes’da festivalin ikincilik ödülü sayılan “Jüri Büyük Ödülü”nü kazandı. Napolili mafya benzeri bir örgüt olan Camarro’yla uğraşacak kadar cesur olduğu için ülkesi İtalya’da bir kahraman kabul edilen Roberto Saviano’nun kitabından uyarlanan filmini 40 yaşındaki Matteo Gorrone sinemaya kazandırıyordu.

Nanni Moretti’nin ünlü “Le Caiman” filminde aktör olarak izlediğimiz, İtalyan sinemasının umut vaad eden bu genç yönetmeni, cesur tutumuyla, verdiği ilginç mesajlarla, sinemasal açıdan mükemmele yakın mizanseniyle dikkati çekiyor.

Binlerce cinayet ve sayısız suçun sorumlusu Camorra hesabına çalışan beş adamın öyküsünü birbirine bağlayan vahşi ve epik filmde, son dönemde gücünün Sicilya mafyasının üstüne çıkan bir örgüt tanıtılıyor.

Kendimi, Filmekimi’nin mutlaka görülmesi gereken filmlerini tanıtmaya kaptırmışken, görülmemesi gereken (çok az sayıda) filme yer kalmadığının farkına vardım.

Wim Wenders’in Cannes’da fiyasko olarak karşılanan son filmi “Palermo’da Yüzleşme / Palermo Shooting”den uzak durmanızı hararetle tavsiye ediyorum. Metafizik ögelerle bezeli bu sözde gerilim filmi feci sıkıcı ve itici.