BO

Rav İzak ALALUF Köşe Yazısı
28 Ocak 2009 Çarşamba

Pesah gecesi bütün aile bir arada okunan Agada genelde simgesel bir anlam taşır ve Mısır esaretinden çıkışı destansı bir dille anlatılır. Orada yer alan bir cümle her Yahudi’nin sanki kendisi Mısır’dan çıkarmışcasına o gece hissetmesi gerektiğini belirtir. Midraş belirli olaylarda bütün canların orada bulunduklarını ve olaya tanık olduklarını belirtmektedir. Bu olaylar Mısır çıkışı, Keriat Yam Suf ve Maamad Ar Sinay’dır. Bu gecede asıl amaçlanan çocukların merakını uyandırmak, onları soru sormaya yöneltmek ve onları bu çok önemli tarihsel olayı anlatmaktır. Çünkü Mısır esaretinden çıkış sadece bir halkın kendisinden çok güçlü bir halkın gözleri önünde özgürlüğe kaçışı değildir. Bu aynı zamanda bir toplumun yeniden doğuşudur. Bu aynı zamanda putperestliğin doruk noktasına ulaştığı Mısır gibi zamanının çok ileri uygar bir ülkesinde Tanrı inancı ve bilincinin zaferidir. İşte bu zaferi kutlarken bizler de bu önemli olayı hissetmemize neden olan Tanrı’yı ve büyüklüklerini anmak ve anlatmak görevimiz olmalıdır. Tora’ya göre ilk ay olma şerefi tanınan Nisan ayı bu ünvanı boşuna almamıştır. İkiyüzon yıl aktif ve dörtyüz yıldır pasif bir kölelik yaşayan bir toplumun uyanışı tıpkı doğanın uyanışı gibi bu ay içinde olmuştur.

Tanrı bizleri Mısır esaretinden kurtarmıştır. Ancak bu kurtuluşun temelini hazırlayan asıl etken halkın artık kendi değerlerine dönme isteğinin uygulamaya dönüşmesi bir başka deyişle “teşuva” kavramının yerleşmesidir. Evet halkımız teşuva yapmıştır. İçinde bulundukları ve bir zamanlar gimnasyumları, Mısır kültürünün merkezlerini doldurdukları yerleri terketmişler kendi öz benliklerinin bilincine varmışlardır. Mısır geleneklerini izleyerek, onlara sempatik görünmek uğruna kendi benliklerini terk etmenin kendilerine hiçbir fayda sağlamayacağı konusunda bilinçlenmişlerdir. Böylece yavaş yavaş zaman içinde kendilerine dönmüşler kendilerini izleyen Tanrı da kurtuluş vaktinin geldiğine karar vermiştir.

Yahudilik sadece bir din değildir. Aynı zamanda bir yaşam tarzıdır. Alaha ve gelenekler yani minagim bizim yaşamımızın her anında yanımızdadır. Öyle ki sabah kalktıktan, yatıncaya; doğduktan, ebediyete gidinceye kadar her anımızda yanımızda bizleri yönlendiren bir kavramlar zinciridir. Bu yaşam tarzı aynı zamanda büyük bir kültür hazinesidir. Bu hazinenin korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması bizlerin en önde gelen görevidir. Ancak görünen o ki maddiyata dayanmış dünyamızın fertleri olan bizler maneviyata gerekli önemi vermemekte bu değerler günden güne azalarak kaybolmaktadır. Nereye gidersek gidelim nerede yaşarsak yaşayalım bu değerler bizler için bir nevi koruyucu, bir kalkan olacaktır. Asimilasyon adını verdiğimiz çok tatlı ancak bir o kadar tehlikeli düşman bizleri gün geçtikçe daha fazla tehdit etmektedir. Bir zamanlar zorla nice toplumların başaramadıkları bizleri yok etme çabalarına bugün bizler isteyerek kendi kendimizi zora sokarak yardımcı olmaktayız. Bu duruma tamamen dur diyebilmek ne yazık ki günümüz şartlarında pek olası görünmemektedir. Ancak bu düşüşün yavaşlatılması, gelecek nesillerin kazanılması yönünde atılan somut adımlar ne yazık ki gerektiği kadar etkili olmamaktadır. Bunun bilinciyle bizlere düşen görev eksik taraflarımızı acilen bulmak, bu eksiklikleri ortadan kaldırmak ve bu mücadeleyi daha etkin yöntemlerle sürdürmek olmalıdır. İzmir’in en önemli darşan’larından bir tanesi olan Behor Avraham Altina sönmekte olan bir ateşin küllerinin karıştırılması ile yeni kıvılcımların çıkması, o ateşin canlandırılması ve hep canlı tutulması mümkünse aynı şekilde toplumumuzun yeni ve genç neslin kazandırılması ile her zaman canlı tutulmasının mümkün olacağını ifade etmiştir.