Siyahî başkan, Yahudi vatandaş

Leyla Navaro, Radikal’de yayınlanan yazısında şöyle diyordu: “(…) Kendimizi ait hissettiğimiz, manen sahiplenip manen savunduğumuz bu topraklarda ülkenin diğer vatandaşlarıyla hangi etnik kökenden veya dinden/ mezhepten olurlarsa olsunlar kader birliği yaptığımızı, birlikte mücadele ettiğimizi sanırken, ne kadar da yalnızmışız aslında...” Oysa ABD’de ilk siyahî başkanın göreve başlaması ile özgürlüklerin önündeki tüm engeller yıkılmış oluyordu.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
28 Ocak 2009 Çarşamba

Barack Hussein Obama Kenya’da doğmuş siyahî bir baba ile Kansaslı beyaz bir annenin çocukları olarak dünyaya geldi. Başkanlık seçimini kazanırken “değişim” sloganını ön plana çıkardı.

45 yıl önce ABD’de siyahîlerin bir lokantaya girip yemek yiyemeyecekleri göz önünde bulundurulduğunda Obama’nın başkan seçilmesi demokrasi yönünde atılmış çok önemli bir devrim niteliğini taşımaktadır. Tarih yeni bir dönemin eşiğindedir.

1862 yılında ABD’nin 16. başkanı Abraham Lincoln’un kölelerin haklarının korunmasına ilişkin ünlü “Gettysburg Address” adlı konuşmasını yaptıktan 150 yıl kadar sonra yeni başkan Obama’nın, Lincoln’un heykelinin yer aldığı meydanda ve onun yemin ettiği İncil’e elini koyarak göreve başlaması oldukça anlamlı. Lincoln ne yazık ki bir suikastçının kurşunu ile yaşamını yitirmişti.

Obama’nın, eksi on derece soğuğa rağmen iki milyon kişinin katıldığı yemin töreni Martin Luther King’in 1963 yılında “İş ve Özgürlük İçin Washington’a Yürüyüşü”nü gerçekleştirdiği meydanda düzenlendi.  “Bir Hayalim Var” konuşmasıyla ünlü olan Luther King de silahlı bir saldırıda hayatını kaybetti.

Evet, Barack Obama, Martin Luther’in tarihi yürüyüşünü başlattığı yerde ABD tarihinde yeni bir sayfa açtı, tören sırasında Papaz Rick Warren’in sözleri son derece anlamlıydı: “Bizi Amerika vatandaşı yapan özgürlüğe, bağımsızlığa olan inancımızdır. Yoksa dinimiz ve köklerimiz değil.”

İşte kimi çevrelerce büyük şeytan veya emperyalist ülke olarak tanımlanan dünyanın süper gücünün insanlığa aktardığı bu mesajı iyi kavramak gerekiyor.

Obama, Aretha Franklin, “Benim ülkem” şarkısını söylerken gururluydu; konuşmasında farklılıkların en önemli güç olduğunun altını çizdi. Başkanın, diğer kayda değer bir söylemi ise düşman ile sorunları diyalog yoluyla çözmeye çalışacağıydı.

Obama’nın Bush’a nazaran daha dengeli bir dış siyaset güdeceği açık; İran’ı nükleer programından vazgeçirmek için görüşme yolunu mu seçecek? Önünde oldukça yüklü bir gündem var: Irak, Afganistan ve Ortadoğu.

İlk çalışma gününde Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, Ürdün Kralı Abdullah, Mısır Devlet Başkanı Mübarek ve İsrail Başbakanı Ehud Olmert ile görüşmesi bölgede “uzun vadeli bir barış” için çalışacağının işaretiydi. Obama, Hamas’ı bir terör örgütü olarak nitelendirdiğini ve doğrudan muhatap almayacağını ilk temaslarında ortaya koyuyordu.

Obama’nın, ilk demecinde, İsrail’in kendini savunma hakkına sahip olduğunu belirtmesi, ABD dış politikasında bir üslup farklılığına gidilebileceğinin, ancak temel ilkelerde bir değişikliğin olmayacağının ve Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün gibi ılımlı rejimlerin İran’a karşı güçlendirilmeye çalışılacağının bir göstergesidir. İran’ın eşit derecede sevdiği çocukları; Hamas ve Hizbullah’a karşı Obama’nın, geleneksel Amerikan politikasını sürdüreceğini öngörebiliriz.

Genelde yeni başkana halk tarafından 100 günlük bir deneme süresi tanınır, ancak dünyanın ve özellikle Amerika’nın içinde bulunduğu küresel ekonomik krizin aşılmasının ve sonuçlarını vermesinin bu kısa sürede gerçekleşemeyeceği göz önüne alındığında ABD halkının yeni başkanlarına karşı çok daha hoşgörülü davranacağı ve desteğini sürdüreceği ortada.

İsrail’de Şubat ayında gerçekleşecek seçimlerde Likud Partisi kamuoyu araştırmalarına göre az farkla önde görülmekte ise de (31 milletvekili) Netanyahu’nun başbakan seçilmesi durumunda mevcut hükümete göre daha sağda yer alan söyleminin gerçekler karşısında yumuşayacağı ve bugünkü iktidardan farklı bir çizgi izleyemeyeceği söylenebilir. Diğer bir olasılık da Tzipi Livni’nin Kadima Partisi (26 milletvekili) ile Ehud Barak’ın liderliğindeki İşçi Partisi’nin (16 milletvekili) dönüşümlü olarak başbakanlık konusunda anlaşarak hükümeti oluşturmalarıdır.

Obama ile başlayan yeni dönemin dünyadaki tüm kara bulutları dağıtmasını, barış ve özgürlüğü egemen kılmasını dileyelim.

* * *

Psikolog Leyla Navaro’nun Radikal’de yayımlanan yazısı sanki hepimizin içinde taşıyıp da dışa vuramadığımız bir sükûtu-hayalin ifadesiydi. Biz kendimizi hep Türk vatandaşı saydık, onlar Yahudi’sin dediler, mahkeme kararlarında bizi yabancı saydılar, anketler halkın % 80’nin Yahudileri komşu olarak görmek istemediğini gösterdi. Biz hep 500 yıldır söylemleri ile kendimizi avuttuk. Gazze olaylarında Allattin’in lambasının tıpası açıldı ve cin ortaya çıktı.

 Tabi ki, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Leyla Navaro’nun yazısını okuyup onu telefonda araması ve Gazze’de yaşananları bir din savaşı değil siyasi bir olay olarak görülmesi gerektiğini üstüne basa basa söylemesi gönlünüze belli ölçüde su serpti diyebiliriz.