Üniversite reformunun 75. yılında (2)

Google’a “Türkiye’ye sığınan Yahudi bilim adamları” diye yazıp tıkladığımda bildik üç makale ve söyleşinin dışında hiçbir bilgiye rastlamadım. Peki, niye bu sessizlik? Ezgi Başaran’ın Arnold Reisman ile gerçekleştirdiği Hürriyet Pazar Eki’nde yayımlanan söyleşinin başlığı şöyle: “Soykırım tarihinde, Türkiye’ye kaçan Yahudi bilim adamlarıyla ilgili tek satır yok”.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
17 Aralık 2008 Çarşamba

13 Ağustos tarihli gazetede yayımlanan “Üniversite reformunun 75. yılında” başlıklı köşemde Nüket Aşkın’ın Hitler’in zulmünden kaçan Yahudi bilim adamlarının üniversitemize bilim zihniyetini getirmesini konu edinen ‘Son Devrim’ adlı kitabına değiniyor ve yazımı şöyle sonlandırıyordum:

“Her nedense Atatürk’ün gerçekleştirdiği bu son derece önemli devrim ve Almanya’dan Türkiye’ye sığınan bilim ve sanat adamlarının kültür yaşantımıza katkıları ne geniş halk kitlesi tarafından bilinmekte, ne de devrim tarihi kitaplarında yer almaktadır.(…) Dileğimiz ülkemiz medyasının da konuya duyarlılık ve ilgi göstermesidir.”

“Türkiye’nin Modernizasyonu: Nazi Almanya’sı Mültecileri ve Atatürk’ün Vizyonu” adlı kitabın yazarı Amerikalı bilim adamı ve tarihçi Prof. Arnold Reisman, 25 Kasım Salı günü Özyeğin Üniversitesi’nde, “Nazi Toplama Kamplarından Türkiye’de Güvenli Bir Sığınağa: Anlatılmamış Bir Hikaye” konulu bir konferans verdi.

Seminerde, Nazi Almanya’sının olağanüstü koşullarında, ülkelerinde yaşamlarını sürdürme olanakları ellerinden alınan 190 saygın bilim insanı ve ailesinin davet üzerine ülkemize gelmeleriyle, Türkiye’nin yürüttüğü toplumsal reform ve eğitim reformu programının kaydettiği büyük aşama ele alındı. Konferansı izleyen gazetemiz yazarı Eli Kebudi’nin daha geniş kapsamlı yazısına Perspektif sayfamızda yer verdik.

27 Haziran 2007 tarihli “Şalom Kitap” ekinde de, İstanbul Üniversitesi’nde Alman profesörlerin öğrencilerinden biri olan gazetemizin köşe yazarı Erol Güney’in Prof. Arnold Reisman ile gerçekleştirdiği söyleşiyi “Prof. Arnold Reisman’ın kaleminden; Atatürk’ün vizyonu ve Alman profesörler” başlığı altında aktarmıştık. Reisman, Erol Güney ile Tel-Aviv’de sayıları giderek artan Türk lokantalarının birinde karşılıklı yemek yerken soruları yanıtlamış ve Türkiye’ye gelen profesörlerin hiçbirinin artık hayatta olmadığını ama onlarla birlikte Türkiye’ye gelen çocuklarından çok ilginç bilgiler aldığını anlatmıştı.

18 Aralık Perşembe günü Musevi Cemaati’nin katkılarıyla Tarih Vakfı tarafından Bilgi Üniversitesi’ne düzenlenecek “75. yılında 1933 Üniversite Reformu Görüşler ve Anılar Sempozyumu”nun “Aileden Anılar: Türkiye’de Doğmak-Büyümek” adlı ikinci oturumunda Prof. Reisman’ın sözünü ettiği profesörlerin çocuklarından Enver Tandoğan Hirsh, Elizabeth Weber Belling ve Kurt Heilbronn söz alacak. Tümü ile son derece ilginç bulduğum gün boyu sürecek sempozyumun, özellikle zamanları kısıtlı olanlar açısından, saat 13.30’da gerçekleştirilecek bu oturumunda, tarihimizin nedense pek bilinmeyen bu önemli sürecini ilk ağızdan dinleyebilmenin bir ayrıcalık oluşturacağına inanıyorum.

Google’a “Türkiye’ye sığınan Yahudi bilim adamları” diye yazıp tıkladığımda bildik üç makale ve söyleşinin dışında hiçbir bilgiye rastlamadım. Peki, niye bu sessizlik?

Ezgi Başaran’ın Arnold Reisman ile gerçekleştirdiği ve 7.12.2008 tarihli Hürriyet Pazar Eki’nde yayımlanan söyleşinin başlığı şöyle: “Soykırım tarihinde, Türkiye’ye kaçan Yahudi bilim adamlarıyla ilgili tek satır yok”.

Prof. Reisman, Batı’daki bu tutumu şu şekilde yorumluyor: “Türkiye zaten kendini ve tarihini anlatmak konusunda başarılı değil. Yani bu bilgisizlik biraz Türkiye’nin suçu, biraz da Batı’nın bilmek istememesinden kaynaklanıyor.”

Bilim adamının söz konusu söyleşide yer verdiği ilginç saptamalara değinelim: a) Bu bilim adamları Türkiye’ye geldiler çünkü başka şansları yoktu. b) Ülkede artan milliyetçilikle akademik kıskançlık birleşince zor günler yaşadılar ve Türkiye’deki yıllarından hiç bahsetmediler çünkü utandılar. c) Türkiye’deki Yahudi cemaatiyle ilişki kurmadılar çünkü burunları havadaydı.

Reisman’ın saptamalarını değerlendirebilecek konumda değilim. Belki 18 Aralık’ta gerçekleştirilecek sempozyumda bu savlar yanıt bulabilecek. Ancak burada birincil derecede önem taşıyan konu, Alman profesörlerinin Türk eğitim sisteminin modernleştirilmesinde sergiledikleri motivasyonları değil, hiçbir ülkeden vize veya iş önerisi alamayan ve çaresizlik içinde kalan bu bilim adamlarına Türkiye Cumhuriyeti’nin kapılarını açmasıydı.

Tarih Vakfı’nı, Türk Musevi Cemaati yönetimini, Bilgi Üniversitesi’ni bu önemli projeye imza attıkları için kutlamak gerekiyor.

1933 yılında Darülfünun lağvedildi ve yerine Maarif Vekâleti’ne bağlı yeni bir üniversite kurulması öngörüldü. İstanbul Üniversitesi yeni kadro ile Türkiye’nin ilk ve tek yüksek öğrenim kurumu olarak eğitime başladı.

Gönül isterdi ki, Üniversite reformunun 75. yılında İstanbul Üniversitesi de bu etkinliklere katılsın ve en önemlisi İspanya'dan kovulan Sefarad Yahudilerinin Osmanlı topraklarına sığınmalarının 500. yılı kutlamalarında olduğu gibi Türkiye’nin bu bilim adamlarına nasıl kucak açtığı tüm dünyaya anlatılsın.