2007’de aldığı ödüllerle adını duyuran İsrail sineması, hamlesini 2008’de de sürdürüyor

2007’de uluslararası yarışmalarda kazandığı ödülerle öne çıkan İsrail sineması, çıkışını 2008’de de sürdürüyor. Cannes Film Festivali’nde “Başir ile Vals” ve “7 Gün” filmleri, uluslararası basının ilgisini çekti. Gümüş Ayı ödüllü “Beaufort” ve Altın Kamera ödüllü “Denizanası”nın yanında, “Orkestra’nın Ziyareti” ve “Tehilim” filmleri 2007’ye damgasını vurdu.

Viktor APALAÇİ
18 Haziran 2008 Çarşamba

İsrail’in en önemli yönetmeni Amos Gitai “Çözülme”de, Ortadoğu sorununa tarafsız bir gözle bakıyor. Bu filmlerin eleştirileriyle, günümüz İsrail sinemasının bir profilini çıkarmaya çalışacağım

İsrail sineması atakta

Bu yazımda son iki yılda yaptığı çıkış ile dikkati çeken, aldığı ödüllerle uluslararası arenada sesini duyuran İsrail sinemasının yaptığı hamleleri anlatacağım.

2007’de iki film İsrail sinemasına damgasını vurmuştu. Berlin’de Yosef Sedar’a En İyi Yönetmen Gümüş Ayı ödülünü kazandıran, En İyi Yabancı Film Oscar’ı için yarışan, “Beaufort” ile Cannes Film Festivali’nde Altın Kamera ödülü kazanan “Denizanası / Meduzot”.

1. Lübnan savaşı sırasında, Hizbullah’a terkedilen Beaufort kalesinde yaşananları anlatan ilk film, savaş aleyhtarı mesajıyla öne çıkıyordu. İsrail’e konser vermek üzere gelen bir Mısır bandosunun, küçük bir İsrail şehrindeki serüveninin anlatan “Orkestra’nın Ziyareti” insanının yüreğini ısıtan mesajıyla sempati topluyordu.

Dini temaların ağır bastığı, diğer iki film İsrail’de geçen yıl konuşuldu. 2 genç yönetmen, Yahdui dininin modern laik İsrail toplumu üzerindeki yerini araştırdı.

Bunlardan ilk, 2005 yılındaki “Avanim”den sonra, “Tehilim” ile, İsrail’deki 2. Filmini gerçekleaştiren, Fransız Rafael Nadjari. Diğeri, bir Ortodoks Yahudi ailesine mensup, “My Father, My Lord” ile babasının dini taasubu yüzünden ölen bir çocuğun dramını anlatan, David Volach.

“Tehilim”, Kudüs’ün Mea Sharim Bölgesi’nde geçen konusuyla, gizemli bir şekilde kayıplara karışan bir  aile reisinin karısı ve iki çocuğu tarafından ümitsizce aranmasını anlatıyordu. Dindar insanın yaşadığı ikilemi, insancıl bir bakış açısıyla otopsi masasına yatıran her iki film cesur söylemleriyle ilgi çekiyordu.

“SİETE”

2008 yılına damgasını vuran 2 İsrail filmini, Ronit ve Shlomi Elkabetz’in “7 Gün”ü ile Ari Folman’ın “Başir ile Vals”ini Cannes Film Festivali’nde izleme olanağını buldum.

2004 yılında “Prendre Femme” ile başlattıkları trilojinin 2. Ayağı olan “7 Gün”de Elkabetz Kardeşler otobiyografik bir filme imza atmışlar. Bir ölümün birleştirdiği kalabalık bir ailenin 7 günde yaşadıklarını anlatan film, bireyin ailedeki yerini ve özellikle kadının cemiyetteki yerini sorguluyor. Kızlı erkekli 8 kardeş eteklerindeki kaşları dökme fırsatını buluyorlar.

1991’de Irak’ın İsrail şehirlerine füze saldırısı yaptığı günlerde geçen konusuyla, “7 Gün” kamera arkasına geçen ünlü aktris Ronit Elkabetz’in kardeşi Shlomi ile yaptıkları bir film.

Bu yıl Cannes’da Eleştirmenler Haftası Bölümü’nün açılışında gösterilen film, bir ölümün ardından Ohaion ailesinin geçirdiği 7 günü anlatıyor.  Geleneklere göre ölülerin arkasından dua etmek için bir araya gelen aile yakınları, aralarında çözüm bekleyen sorunlar üzerine bir iç hesaplaşmaya girişirler. Ronit Elkabetz’in başrollerin birini üstlendiği filmde, aile sorunları, ölümün arkasında bıraktığı acı tad, uzlaşma gibi temalar işlenmiş. Film Cannes’da beğenildi. 2008’in iddialı bir İsrail Filmi de, Avi Mograbi’nin “Z32” adlı belgeseli.  Mograbi, öldürülen, 6 İsrailli askerin intikamını almak için oluşturulan bir örgütün üyesi ile görüşüyor. Örgüt, (olayla ilgisi olmayan) rastgele seçilmiş 6 Filistin’li polisitin intikam amacıyla öldürmeyi hedefliyor.

İntikam duygusunun fasit dairesi içinde hapsolmuş insanları gündeme getiren Mograbi, milliyetçilik ve militarizm temaları hakkında fikir jimnastiği yapıyor.

 

SİNEMA SANATINDA BİR İLK

İsrail sinemasının Cannes Film Festivali’nde temsil eden “Beşir ile Vals / Waltz With Bashir” festivalin sürpriz filmi oldu. İsrail’in ilk canlandırma sineması örneği olan bu film, aynı zamanda sinema tarihinde gerçekleştirilen ilk belgesel canlandırma sineması ürünü olma özelliğini taşıyor.

1962 doğumlu Ari Folman ilk askerlik tecrübesini yaşadığı 1. Lübnan savaşına katıldığında 18’indeydi. Çok kişiye göre,  İsrail’in masumiyetinin sonu olan bu savaşta, 1982’de Beyrut’un göbeğindeki Filistin mülteci kamplarına düzenlenen bir baskında, Hristiyan Milis güçleri, liderleri Beşir Gemayel’in öldürülmesine misilleme olarak, büyük bir katliam gerçekleştirmişlerdi. İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron, 700 ile 3500 arasındaki Filistinli’nin, Hristiyan Falanjistler tarafından  öldürülmesine sessiz kaldığı için eleştirilmişti.

Katliama tanık olan Ari Folman, olaydan 25 yıl aradan sonra, psikiyatr olan eski bir silah arkadaşının teşvikiyle, Sabra ve Chatila katliamıyla yüzleşme ihtiyacını hissetti. O günleri birlikte yaşadığı arkadaşlarının tümünün tanıklığına başvurdu. Birçok olayı hatırlayamayan bir adamın geçmişi deşme ve hatırlama çabası, savaşın korkunçluğunu gözlere seren tablolar eşliğinde anlatılıyor.

Folman, yakın tarihin bu acılı olayını görüntüler ile değil, ancak çizgi film tekniğiyle anlatmanın mümkün olduğuna kanaat getirdi. 4 yılda titiz ve yorucu bir çalışma mahsulu olan filmde,  ilk önce gerçek görüntüler videoya kaydedilmiş, sonra tek tek çizilerek canlandırma sinemasına dönüştürülmüş.

Filmin, izleyicinin suratına tokat gibi inen çarpıcı final bölümü, canlandırma sinemasıyla değil, arşivlerden yararlanarak yapılmış. Yarışmanın ilk gününde gösterilen “Beşir ile Vals”, festival boyunca eleştirmenlerin favori filmiydi, ancak ödül listesine giremedi.

GİTAİ TARAFSIZLI/INI KORUYOR

Amos Gitai, bugün İsrail sinemasının en saygın, en önemli sinemacısı. 2007 İsrail sinemasına damgasını vuran filmlerden “Çözülme / Disengagement” Ortadoğu sorununa, İsrail-Filistin çatışmasına ışık tutan bir film.

Amos Gitai, 2005 yılındaki “Serbest Bölge / Free Zone” filminde, Amerikalı bir kadın İsrail’e gidiyor, yerel bir kadın şoför ile Serbest Bölge’ye geçiyor, kendini İsrail-Filistin çatışmasının göbeğinde buluyordu.

2 yıl sonra “Çözülme”de aynı formülü kullanan Gitai, Fransız Yahudisi Ana’yı, doğumundan hemen sonra terkettiği kızını aramak üzere İsrail’e yolluyor, İsrail’in boşaltmaya hazırlandığı Gazze’deki bir Yahudi yerleşim biriminde ana-kızı bir araya getiriyor.

Yahudi olmasına rağmen, Ortadoğu çatışmasında her iki tarafa eşit mesafede durmaya, tarafsızlığını korumaya özen gösteren Amos Gitai, filmlerinde din, göç, toplumsal denetim gibi konular üzerinden Ortadoğu tarihinin katmanlarını inceledi.

“Çözülme”, taraf tutmanın hiç de kolay olmadığını, sınırların ve kimliklerin fazlasıyla geçişken olduğunu hatırlatan bir film.

Gerçek olaylardan esinlenerek filmlerinin senaryolarını yazdığını söyleyen Amos Gitai, ülkesinin gerçeklerini beyaz perdeye aktarmanın yolunun gerçeklerden yola çıkarak mümkün olduğunu ilave ediyor.

Oğlunun askerliğini Gazze’de yapmasından etkilenip “Çözülme” filmini bu coğrafyaya taşıdığını anlatan Gitai, sorunları çözmede gelişme ve ilerlemenin ancak olayları karşı tarafın bakış açısıyla değerlendirmekten geçtiğini söylüyor.

Film, Juliette Binoche’un oynadığı Ana’nın, ilk defa Gazze’de gördüğü 20 yaşındaki kızıyla buluşma sahnesindeki duygu patlamasıyla akıllarda kalacak.

YÜREKLERİ ISITAN BİR FİLM

Geçen yıl Cannes Film Festivali’nde (ilk uzun metrajlı filmlerini gerçekleştiren sanatçılara verilen ) Altın Kamera Ödülü’nü kazanan “Denizanası / Meduzot”, Shira Geffer ve Etgar Keret imzasını taşıyor.

İnsanlık durumlarına dair, yürekleri ısıtan bu çok parçalı filmin (dünya prömiyerinde) Cannes’da dakikalarca ayakta alkışlandığını hatırlıyorum. İncelikli senaryosu ve gerçeküstü dokunuşlar taşıyan, yer yer şiirsel bir nitelik kazanan anlatımıyla “Denizanası” İsrail sinemasının bu yıllardaki yükselişini taçlandıran filmlerden biri.

Tel Aviv’de renkli insan manzaraları olarak niteleyebileceğimiz film, günlük hayattan alınan gerçekçi bir insan portresi resmi geçidi sunuyor. Film, denizden çıkan küçük ve gizemli bir kızın, Batya adlı bir kadının hayatını tamamen değiştirmesini anlatıyor. Düğünlerde garson olarak çalışan Batya, hayatına girdiği gibi birden bire kaybolan küçük kız çocuğunu arıyor ama asıl aradığı kendi çocukluğu.

Talihsiz bir kaza nedeniyle balayı planları altüst olan Keren ve Michael, dilini bile bilmediği bir ülkede hastabakıcılık yapıp, çocuğunu geride bıraktığı için suçluluk hisseder. Filipin’li Joy ve onun bakıcılık yaptığı huysuz ihtiyar Malka da hep hayatlarında eksik bir şeylerin peşindeler. Her karakter asıl aradığı, asıl istediği şeye ulaşabilmek için yan yollar yaratıyor, söylemek istediklerini ya söyleyemiyorlar, ya da geç söylüyorlar, ya da söyleseler de anlaşılmıyor.

Film bu üstü kapalılığa, sıkça tekrarlanan sembollerle işaret ediyor.