Söylenceler

Avram VENTURA Köşe Yazısı
3 Nisan 2008 Perşembe

Hangimiz masallar, söylencelerle büyümedik ki?

Daha çocukluk çağımızda dinlemeye başladığımız, onların gizemli dünyasına kapıldığımız dönemler geçti diyorsak da, bu yargının çoğumuz için geçerli olduğunu sanmıyorum. Bu söylenceler içimizdeki bir boşluğu dolduruyor, farklı düşüncelere yöneltiyor, onlardan ”kıssadan hisse” çıkarmamızı sağlıyorlar. Her biri, aslında gerçek yaşamın düşlemler dünyasındaki birer yansımasıdır. Başta şair ve yazarların ürünleri olmak üzere, kutsal metinler bunların çeşitli örnekleriyle doludur.

Söylencelerde anlatılan kişi ve olaylar, günlük yaşamdakilerden çok abartılı görülse de, onlara her dönemde yüklenen anlamlar, bizim güçlü ve zayıf yanlarımızı ortaya koymakta; özlemlerimiz, korkularımız, tutku ve coşkularımız simgelerle sezdirilmektedir. Bu yüzden, özellikle kutsal kitaplardaki metinleri okuduğumuzda her birimiz onlardan farklı bir şekilde etkilenir, kendimizce yorumlamaya çalışırız. Nitekim İsrailli ünlü yazar David Grossman, Yargıçlar Kitabı’nda geçen Samson söylencesini anlatılanlardan farklı olarak ele almış ve Aslanın Balı adı altında öyküleştirmiş.

Grossman, Samson’u incelerken bir yandan kutsal metinlerin satır aralarındaki iletileri yakalamaya çalışmış, öte yandan da araştırmacıların kaynaklarıyla görüşlerini güçlendirmiş. Buna göre büyük bir lider olarak bildiğimiz Samson, halkına hiç liderlik etmemiş. Daha doğmadan yaratılan bir söylenceyle, Tanrı’nın seçkin bir insanı gösterilmesine karşın, sürekli fahişelerin peşinde koşmuş, ailesinin karşı çıkmasına rağmen bir Filistinli ile evlenmiş. Yaşamı boyunca duygudan yoksun ilişkiler yaşamış, sevdiği tüm kadınların ihanetine uğramış. Yazar, gücünü gösterme fırsatını bulduğunda, Samson’un ne denli acımasız olduğunu da, kutsal kitapta geçen olaylara dayanarak anlatmış.

Bu güne değin bu kahraman, birçok sanat yapıtına esin kaynağı olmuş, tiyatro oyunlarında, sinema filmlerinde yaşamı yeniden yorumlanmıştır.

Grossman, Samson öyküsünü psikanalitik bir derinlikle incelemiş. Önsözünün son satırlarında şunları söylüyor:

“Onca vahşi dürtü, kargaşa ve karmaşanın altında, dünyada kendine gerçek bir yer edinememiş, vücudu onun acımasız sürgün yerine dönüşmüş, tek başına, yalnız ve altüst olmuş bir ruhun ıstıraplı yolculuğunun yattığını anlarız. Bence bunu keşfetmek, bunu anlamak mitosun, her birimizin günlük yaşantısına, en özel anlarına, derinlerde yatan gözlerine sessizce kaydığını kavramaktan geçer – olağanüstü onca imgesine, yaşamın boyunu aşan serüvenlerine rağmen...”

            Benim için ilginç olan, sıradan bir gözle okuduğum kimi söylenceler, farklı bir yaklaşımla sunulduğunda, düşünce ufkuma yeni açılımları getirebilmesidir. Özellikle mitolojik Tanrı ve kahramanların serüvenleri, onlara yüklenen anlamlar, binlerce yıldır insanın değişmeyen tutku ve duygularını kimi zaman simgelere sığınarak, kimi zaman da çırılçıplak sergilemektedir.

            Bu tür kitapları okumak, her zaman baktığımız aynalarda, farklı görüntüler bulmanın keyfini yaşamak gibi oluyor!