Sancılı çocukluk anıları

Farklı sınıf ve soydan gelen iki Afgan çocuğun, sonu kötü biten arkadaşlıklarının trajik öyküsünü, siyasal sinemanın bu güçlü etkili örneği aracılığıyla izliyoruz. Sanatçının, tarihe tanıklık etme görevini yerine getirirken, izleyicinin de Asya’daki siyasal gelişmeleri farklı kültür ve değerlere sahip insanlar hakkında bilgi edindiklerini görüyoruz.

Viktor APALAÇİ
3 Nisan 2008 Perşembe

"Uçurtma Avcısı" ABD'ye göç etmiş bir Afganlarının çocukluk yıllarını anlatan yarı otobiyografik bir film

Günümüzde, müziği, sinemayı, sihirbazlığı, hatta çocukların uçurtma uçurmasını yasaklayan rejimlerin varlığına, ayrıca bir düşmanlık, acımasızlık ve hoşgörüsüzlük çağında yaşadığımıza tanık oluyoruz

Bir ay içinde Afganistan hakkında izlediğimiz, tarih dersi niteliğindeki iki Amerikan filmi, sinemanın gücü ve eğitici işleri üzerine örnek teşkil ediyor.

ABD’nin Sovyetlerin Afganistan işgaline son veren, ama Taliban’ın güçlenmesine yol açan müdahelesini anlatan “Charlie Wilson’un Savaşı”nden sonra, Taliban öncesi ve sonrasını gözlere seren “Uçurtma Avcısı / The Kitte Runner”i izliyoruz.

ABD’de doktorluk yapan Khaled Hosseini’nin Kabil’de geçen çocukluk yıllarını anlatan, best seller olmuş, yarı otobiyografik romanından alınan film, ülkesinin yazgısı üzerine saptamada bulunan bir aydının, Afganistan’a ve siyasi İslam’a olan bakış açısını yansıtıyor.

Marc Foster yönetimindeki kadrosuyla film, sanatçının kendisine düşen vazifeyi yerine getirmek için, tarihe tanıklık etme görevini yerine getiriyor. İzleyiciler, Asya’daki siyasal gelişmeleri, farklı kültür ve değerlere sahip insanlar, hakkında siyasal sinemanın bu güçlü örneği aracılığıyla, 7. sanatın öğretici vasfından feyiz alıyorlar.

Tümüyle yaşanmış bir öyküye dayanan “Uçurtma Avcısı”, farklı sınıflardan ve soylardan gelen iki Afgan çocuğun sonu kötü biten arkadaşlarının hazin öyküsünü anlatıyor. Nüfuslu ve zengin bir Afgan burjuvasının oğlu Emir ile kahyalarının oğlu Hasan’ın, uçurtma tutkusunu da paylaştıkları arkadaşları, bir trajediyle son bulur.

Otoriter bir babanın baskısı altında ezilen Emir, yalnızlığını paylaştığı Hasan’ı bir oyuncak gibi kullanır. Kendisine bir insan olarak değer vermediği gibi, aralarında gerçek bir arkadaşlığın varlığından da bahsedilemez.

Hasan, Emir’e bir köle gibi bağlı kalırken, Emir, has Afganların hakir gördükleri Hazara ırkına mensup arakdaşına tepeden bakar. Hakarete ve tecavüze uğrayan Hasan’ın yardımına koşmak için kılını bile kıpırdatmaz.

 

GEÇMİŞLE HESAPLAŞMA

Ergenlik hayatında işlediği bu suçun, tüm hayatına yapılmak üzerine bir vicdan muhasebesi olarak özetlenen film, Emir’in içsel yolculuğunu başarıyla aktarıyor.

Arkadaşlık, dostluk, ihanet, vicdan azabı, kefaret, pişmanlık, bedel ödeme ve geri kazanma temaları etrafında dönen film bizlere eşsiz bir “geçmişte hesaplaşma” öyküsü anlatıyor.

Halle Berry’ye Oscar kazandıran “Kesişen Yollar / Monster’s Ball” gibi bir başyapıttan tanıdığımız genç yönetmen Marc Foster, “Düşler Ülkesi / Finding Neverland” ve “Gitme / Stay” gibi seviyeli filmlerden sonra “Lütfen Beni Öldürme / Stranger that Fiction” gibi özgün bir filmle hayranlığımızı kazanmıştı.

Değişik konularda film yapma becerisi kanıtlandığı “Uçurtma Avcısı’nda, Foster, güçlü, gerçekçi, duygulu sinema diliyle baştan sona ilgiyle izlenen, bir filme imza atıyor.

Bu görkemli aile melodramında, çalkantılı yakın tarihindeki Afganistan trajedisini arka fonda ustalıkla kullanan Marc Foster, eli yüzü düzgün bir film yapıyor.

Sovyetlerin 1979’da Afganistan’ı işgalinden sonra babasıyla ülkeyi terkedip ABD’ye göç eden Emir, tahsilini sürdürüp yazar olmayı seçer. Afgan göçmeni bir kızla - evlenip ilk romanını yazar. Hastalanan babasının ölümünden sonra, Afganistan’dan gelen bir mektup tüm hayatını alt üst eder.

 

İHANET, VİCDAN AZABI,

KEFARET

Çocukluğunda ihanet ettiği arkadaşına karşı taşıdığı ezikliği hayatının her anında hisseden Emir, bir baba dostundan aldığı mektupta, Hasan’ın eşiyle beraber öldürüldüğünü, oğlunun ise Taliban’ın elinde esir olduğunu öğrenir. Günahının kefaretini ödeyebilmek için eline büyük bir fırsat geçtiği farkeden genç adam, kılık değiştirirek doğduğu topraklara geri döner.

Hasan’ın oğlunu bulduğunda, aile dostunun yıllarca sakladığı büyük bir sırrı öğrenir. Filmin finalinde ortaya çıkan bu sır, aklımıza takılan soruların cevabı olacaktır.

Mükemmel bir insan modeli olarak gözünde büyüttüğü, kendisini hayatı boyunca baskı altında tutan babası hakkındaki büyük sırrı, onun ölümünden sonra öğrenmiştir. Baba rolünde, İran’lı ünlü aktör, Abbas Kiorastami’nin “Kirazın Tadı” başyapıtından tanıdığımız Hümayun Erşadi çok başarılı. Emir’in olgunluk dönemini oynayan Mısır’lı aktör Halit Abdalla’yı “Uçuş 93”te, uçak kaçıran terörist rolünde izlemiştik.

Marc Foster filmi Darı dilinde çekerek inandırıcılık ve gerçekçi olma sorularını aşmış. Bir bölümü gerçek Afganistan’da çekilen filmin bazı sahneleri ise Çin’deki eski Türk kendi Kaşgar’da tamamlanmış. Filmin en inandırıcı bölümü, ABD’de Afgan göçmenlerinin bir arada yaşadığı hayatı işleyen bölüm.

Roberto Schaefer’in görüntüleri, hele uçurtma yarışı sekansında. Kabil’i kuş bakışı yansıtanlar, çok başarılı. Pedro Almodovar’ın “Hable Con Ella” ve “La Mala Educacion” filmlerine müzikleriyle imzasını atan İspanyol besteci Alberto İnglesias’ın “Uçurtma Avcısı” için yaptığı dokunaklı müzik partisyonu bu yıl Oscar’a adaydı. Sanatçının, geçen yıl izlediğimiz “The Constanst Gardener”deki nefis müziğini anımsıyoruz.

Khaled Hosseini’nin 1970’lerden 2000’lere uzanan, ülkesinin yakın tarihini de ustalıkla bir perspektif çizen romanından çok şey öğreniyoruz.

Günümüzde, müziği, sinemayı, sihirbazlığı, hatta çocukların uçurtma uçurtmasını yasaklayan rejimlerin varlığına, ayrıca bir düşmanlık, acımasızlık ve hoşgörüsüzlük çağında yaşadığımıza tanık oluyoruz.