Nefret İmparatorluğu

Nefret ve kin, özellikle de bağnazlıkla harmanlanmışı, cehaletle taçlandırılmışı insanı öylesine esir alır ki, kişi kişiliğinden çıkar, tanınmaz olur. Hitler Almanya’sında, nice bilim adamı, avukat, savcı, hakim, öğretim görevlisi, kısaca toplumun nice önde geleni, ince ince işlenen bu duyguların esiri olmuşlar, bedenlerini ve akıllarını Nasyonal Sosyalizmin propagandasına teslim etmişler, adeta afyonlanmışlar…

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
23 Ocak 2008 Çarşamba

Nefret ve kin, özellikle de bağnazlıkla harmanlanmışı, cehaletle taçlandırılmışı insanı öylesine esir alır ki, kişi kişiliğinden çıkar, tanınmaz olur. Hitler Almanya’sında, nice bilim adamı, avukat, savcı, hakim, öğretim görevlisi, kısaca toplumun nice önde geleni, ince ince işlenen bu duyguların esiri olmuşlar, bedenlerini ve akıllarını Nasyonal Sosyalizmin propagandasına teslim etmişler, adeta afyonlanmışlar…

Nefret ve kin, nedeni sorgulanamayan oldukça derin duygulardır. Başarısızlık, ezilmişlik hissi bu duyguların en uç noktada yaşanmasını sağlar. Hitler Almanya’sında nice çocuk ve genç daha sevmeyi öğrenmeden, daha kendi gelecekleri hakkında bir fikir sahibi olmadan, Yahudiler hakkında atıp tutanları alkışlıyor, Führerlerine gıpta ile bakıyorlardı… Onlardan nefret ediyorlardı, neden nefret ettiklerini bilmeden. Yahudilerin ortadan kaldırılmaları gerektiğini meydanlarda haykırıyorlardı, muhtemelen onlarla daha hiç karşılaşmamış olmalarına rağmen.

Teokratik ve politik diktatörlüklerde toplumun harcı yaratılan ortak düşmana karşı bir duvar oluşturmaktır. Nasyonal Sosyalizm demokrasiye inanmayan, sistemini tamamen lidere yüzde yüz itaat üzerine kuran, liderini asla ve asla sorgulamayan ve hatta sorgulamayı düşünmeyen bir yapı üzerine oturtmuştu temellerini. Son dönemlerde Türkiye’de çok satan kitaplar arasına girdiği için gündeme sık sık oturan Kavgam’da Adolf Hitler, nasıl bir devlet düşlediğini, nasıl bir toplum ve insanlık için çalışacağını ilan eder. Başbakan olarak atanmasından hemen sonra Reichtag’ı kundaklayan, diğer partileri yasaklayan, hatta kendi partisi içinde muhalefet geliştirebilecekleri konusunda şüphe duyduğu arkadaşlarını tasfiye eden odur. Zaman içinde geliştirdiği paranoya Alman toplumunun yaşamını etkileyecek hale gelir.

Hitler başa geçtiğinde Avrupa topraklarında bin yıl sürecek bir Nazi İmparatorluğu hayal ediyordu. Saf Ari ırkının devletin tüm kademelerinde etkin olacağı, Slavların, Polonyalıların ikincil statüde kalacakları bir yapı düşlüyordu. Bu yapı içinde örneğin Fransızların ya da Belçika, Hollanda, ve Danimarkalıların ne olacakları çok belli değildi.

Ancak Yahudilerin ne olacakları çok açıktı. Onlar insanlığı içten içe kemiren bir mikrop gibi içinde yaşadıkları toplumların dokularına sızmışlardı ve mutlaka temizlenmeleri gerekiyordu.

Nefret ve kinin nedeni bu kadar basit ve bu kadar da temelsizdi.

Bugün, faşizmin, nasyonal sosyalizmin tarih sahnesinden çekip gitmesinden 60 yılı aşkın bir zaman sonra, geriye dönüp bakıldığında, beklentilerin nasıl sarp kayalıklara çarpıp eriyip gittiğini görmek insanın içini fena burkuyor. Savaştan sonra patlayan romantizm ile sanılmıştı ki Yahudi düşmanlığı, ırkçılık, toplumlar arası husumet ortadan kalkacak, her tür farklılık bir zenginlik getirecek uygarlığa… Ancak özellikle son senelerde yaşananlar bunun böyle olmadığını gözler önüne seriyor.

Dünyanın bir çok yerinde hala etnik temizlik kampanyaları sürdürülüyor… Dünyanın bir çok yerinde hala siyasi nüfuz adına, ekonomik ihtiraslar adına, veya lider toplumlarında şahsi kaprisler adına, ve nihayet din adına savaşlar çıkıyor ya da çıkartılıyor ! Oysa dinlemek, anlamak, tartışmak, uzlaşmak gibi yolların izlenmesi insanlığın yücelmesini, fakirliğin, umutsuzluğun azalmasını, refahın artmasını sağlamaz mı?

Bu anlamda, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun Auschwitz’in Rus orduları tarafından kurtarıldığı 27 Ocak tarihini “Uluslararası Holokost Kurbanlarını Anma Günü” olarak ilan etmesi önemlidir.  Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu üye 191 ülkenin imza altına aldığı 1 Kasım 2005 tarihli bu karar ile, devletler topluluğu Holokost’un yaygın bir şekilde eğitim programlarına alınması gerektiği fikrinde birleşiyorlar.

Holokost “ölümün gerçek, hayatın ise mucize olduğu” bir dönemdi… Nefretin ve kinin insanların akıllarına egemen olduğu derin bir karanlıktı. Ve, Elie Wiesel’in yazılarının birinde ifade ettiği gibi, “Savaşların, savaş alanlarında değil, insanların kalplerinde başladığını” göstermişti…