İnek alayi

30 Mayıs`taki yazımın başlığı `Susuz Yaz` idi. Herkes `uyurken` dışavurduğum paranoyanın şimdi gerçeğe dönüşmesinde herkes adına isyan ediyorum. Lakin, `inek alayı` tam zamanında imdadıma yetişiyor.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

30 Mayıs’taki yazımın başlığı ‘Susuz yaz’dı. Bizim anlı şanlı medyamız henüz uyanmamışken, kışın bile İstanbul bulutlarının iktidarsızlık hastalığına düşmüş olduğunu farketmemişken, bendeniz su paranoyasını herkesten önce yaşama gafletine düşmüştüm.
Duyarlılık katsayısı yüksek dozundan muzdaripken, bir de gerçeğe dönüşen paranoyalarımla gurur mu duymalıyım?
11 Temmuz yazımda ise “seçimleri değil, yağmuru bekliyorum” demiştim umutsuzca. Seçimler geldi, geçti ama yağmur gelmiyor ve bizler savaşa giden sevgilisini bekleyen biçare kadın misali gözlerimizi habire göklere çeviriyoruz. Önümüzdeki bilgisayar ekranı her gün barajlardaki düşen su düzeyini grafiksel ve bilumum rakkamsal gerçeklerle gözümüze sokarken sonbahara bıraktığımız sevgilinin dönüş umudunu, “ya o zaman da gelmezse?”, hezeyanlarına dönüştürdüğümüzde geriye tek kalan galiba, ‘gel yağmur gel’ duasına çıkmak... Bir belediye başkanının dediği gibi tatile çıkmak da geçici bir çözüm tabii ki. Lakin dönüşümüzde de su bulamazsak her daim tatile mi çıkacağız yoksa?..
Ve bir film karesini hatırlıyorum bugün. Etiyopyalı Yahudi göçmenlerin İsrail’deki ilk gün yaşamlarına ait bir görüntü aklımdan çıkamıyor bir türlü. İsrail topraklarına adım attığı gün duşun altına sokulan küçük Etiyopyalının duştan su gelir gelmez adeta karnına bıçak saplanırcasına attığı korkunç çığlığı unutamıyorum. Onu yıkayan İsrailliye akan suyun delikten kaybolduğunu gördüğü an attığı çığlık adeta suyun yaşamsal en büyük nimet olduğunun uyandırma zili gibiydi. İsrailli, ‘burası İsrail, burada su bol’ dediğinde sakinleşen siyahi çocuk suyun israf edilebileceğini de anlıyordu o an. Tevrat’ta ‘bal ve süt toprakları’ diye anılan aslında çöl toprakların nasıl da yağmuru çağıracak bir yeşile dönüştürüldüğü bir başka kafaya takılacak meseleydi ama ben bugün memleketimin susuzluğuna tutkuyla takmış vaziyetteyim...
Aslında garip bir şekilde başka şeylere de takıyorum bugünlerde. Yalnızlığa ve çaresizliğe düşen kimi insan kardeşlerime de empati yapıyorum. Örneğin geçtiğimiz hafta seçimlerde yaşadığı küçük kasabada büyük çoğunluğun aksi istikamette oyunu veren o sessiz insanların hissettikleri yalnızlığı ve görkemli hüzünlerini kafaya takıyorum garip bir rastlantısal düşünme refleksiyle. 90 küsürlük yaşamının son yıllarını yapayalnız, bir adada geçiren İngmar Bergman’ı çözümlemeye çalışıyorum. İnlü yönetmen ölüme bile neden yalnız gitmişti?
Sonra, salt dini duygularından hareketle türban takan kimi parlak genç kızlarımızın üniversite kapılarının suratlarına ve sonra kalplerine kapandıklarında yaşadıkları korkunç çaresizliği ve giderek büyüyen yalnızlıklarını ve öfkeli hüzünlerini kafaya takıyorum. İstismar ve de korku odaklarının kıskacında kalan bu kızlarımızı kim anlayacaktı?
Susuzluğa ve yalnızlığa isyanın ilacı nedir Allahınızın aşkına?..
* * *
İnek alayı... Ne muhteşem bir buluş öyle Tanrım?! Sabahın köründe sıkıcı bir başka olağan günün başlangıcında sokaktaki asık suratlı insanların neredeyse tamamı gördükleri karşısında gülümsüyor, gülüyor, yüzlerine umut ışıldıyor.
İstanbul’un kimi sokaklarında onlarca heykel inek sizi bekliyor. Kimisi koca bir küvetin ortasında sırtüstü kahvesini içiyor; kimi at gibi şaha kalkarak üretkenliğini bize hatırlatıyor; bir başkası çimlerin üzerinde bacak bacak üstüne atarak hayatın keyfini haykırıyor. Rengarenk, çiçek desenli derileriyle, hatta farklılığın simgesi mor renkleriyle insanlığa umut hediye ediyor inekler bugünlerde.
Sanatın ayrıksılığı işte burada! İnsani, sıradanlıktan, vasattan uzaklaştırma becerisi. Hayatın, doğanın çoğu zaman gözardı ettiğimiz güzelliklerini ve en önemlisi umudu hatırlatma gücü. Doğayı, şehirli sıkıcı insana tanıştırma çabası... Kim yaratmışsa inek alayı açıkhava sergisini, insanın ona borcu olsun.
İlaç niyetine herkese kuvvetle öneriyorum ders veren ineklerle tanışmayı...
Ve sonra da, inek alayı gibi insanın yüreğine umut aşılayan şehirlere yeniden gitmek istiyorum...
Sausalito ve mutlaka Portofino’yu özlüyorum.