İrène Némirovsky

Bir yazar düşünün ki, Yahudiliğini sevmesin. Bir yazar düşünün ki, Yahudiliğinden kaçmak istedikçe, Yahudi düşmanı şeytana yenik düşsün. Ve bir yazar düşünün ki, hem 1930`da hem de 2006`da meşhur olsun. İşte size hazin bir hayat öyküsü...

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Yıl 1940. Fransa’nın Alman Nazileriyle işbirliği yapan Vichy Hükümeti’nin Başkanı Mareşal Pétain’e ilginç bir mektup gelir. Yazarı, kendisini tanıttıktan sonra şöyle der: “Hasbelkader doğuştan Yahudi olmama rağmen, hayatım boyunca Yahudileri sevmedim. Bu nedenle bana özel statü uygulanmasını rica ediyorum...” Özel statüden” istenilen amaç, aynı yıl Vichy Hükümeti’nin çıkardığı, tüm Yahudilerin devletin düşmanları olduğuna dair kanunun, mektubun yazarına uygulanmaması talebiydi...
Mektubun sahibi gençlik yıllarını yaşadığı Ukrayna’da iken hatıra defterine ise şu cümleyi düşmüştü: “Hayatımın amacı Troçki’nin, sürekli isyanda olan, hain ve serseri bu Yahudinin hayatını deşifre etmek olacak.” Zengin bir bankacı olan babasının, 1918 Rus Devrimi’nden sonra her şeyini yitirip ülkeden eşi ve onunla Fransa’ya sürgüne gitmelerini hep Yahudilere bağlamış ve ‘zengin düşmanı’ komünizmin Yahudilerin eseri olduğunu söylemişti daha sonra anılarında.
Bugünkü şartlarda tipik bir ‘antisemit’ diyeceğimiz bu insan, 1930’larda ve tarihin garip bir cilvesi olarak 2000’lerde meşhur olan Ukrayna doğumlu Yahudi kadın yazar İrène Némirovsky’den başkası değildi.
Némirovsky, belki de, ‘yahudi sorunu’ noktasında tarih tezlerine kaynak sağlayacak bir karakter analizine muhtaç bir kahraman veya anti-kahraman. 2004’te Fransa’da ve geçtiğimiz aylarda ABD ve İngiltere’de edebiyat ve entelektüel çevrelerde ‘Fransız Süiti’ adlı eseriyle, ‘yahudileri sevmeyen bir yahudi’ tartışmalarına konu olan yazar aslında evrensel ve tarihi yahudi trajedisinin en tipik kurbanı mıydı yoksa?
Rus devrimiyle beraber kaçtıkları Paris’e yerleşip tekrar eski görkemli günlere banker babasının ticari zekâsıyla döner 18 yaşlarında. Annesi kendisine yaşlandığını hatırlattığı için onunla hiç ilgilenmez. Kiev’deki dadısının öğrettiği Fransızcayla birkaç yıl içinde mükemmel bir frenk diline sahip olur. Sorbonne’da okuduktan sonra 1926’da Michel Epstein adlı bir başka Yahudi bankacıyla evlenir; Fransız burjuvazisi ile tanışır ve sevimsiz bir Yahudi zengin işadamını anlattığı ilk romanı ‘David Golder’ ile Fransız sağının, hatta aşırı sağının sevdiği bir yazar olur, 26 yaşında. Roman o kadar beğenilir ki, filme bile çekilir. İrène artık Avrupa’nın yaşayan en ünlü yazarı olur ve önde gelen sağcı ve antisemit yazar ve siyasiler ile arkadaş olur. ‘Gringoire’ adlı yahudi karşıtı dergide bile yazıları çıkar. Ünü arttıkça, yeni romanları basılır ve başarılarına yenilerini ekler.
Lakin Avrupa artık ‘şeytanın’ saldırılarına maruz kalmaya başladığı bir döneme girer.
Gelecek tehlikeyi çok iyi sezer İrène. İlk önce Fransız vatandaşlığına alınması için arkadaşlarına başvurur. Ama Yahudi kökleri onu hiç bırakmak istemez bir türlü. Vatandaşlık talebi reddedilince kimi tarihçilere göre iki kızının geleceğini kurtarmak adına Hıristiyanlığa geçer. Lakin, ok yaydan fırlamış, Avrupa’nın ortasındaki Yahudi nefreti, Némirovsky’nin tüm ilişkilerine ve çabalarına karşın galip gelir; hem de Yahudiliğinden hoşlanmayan, hatta sevmeyen ve hatta kimilerine göre nefret eden bir Yahudi’ye karşı da.
Fransız ‘Les Nouvelles Littéraires’ dergisine günah çıkartırcasına, “Hitler’in iktidara geldiğini gördükten sonra herhalde ‘David Golder’i bir daha yazsam bu kadar sevimsiz bir Yahudi karakteri yaratmazdım.” dedikten birkaç ay sonra yaşadıkları ücra bir yer olan Issy - l’Evéque’de kendisinin ve aile bireylerinin göğüslerine sarı yıldız takılır.
Primo Levi dememiş miydi, “bu yıldız takıldığı gün Yahudi olduğumu anladım, ancak!”...
Ve bir yıl sonra 1941’de 39 yaşındayken evine gelen iki Fransız jandarması İrène’den valizini toplamasını ister; çocuklarına; ‘bir yolculuğa çıkıyorum’ der ve ilk önce Pithiviers denilen getto’ya, oradan da Auschwitz’e yollanır.
Mareşal Pétain mektubuna cevap bile vermemişti zira...
Kampa geldikten bir ay sonra resmi kayıtlara göre tifüsten ölür. Kocası ise gaz odasını boylar. İki kızını ise bir Fransız Hıristiyan kadın savaş bitene kadar saklar ve onları ölümden kurtarır.
Büyük kızı Denise Epstein, 60 yıl sakladığı, annesinin beş bölümlük ‘Fransız Süiti’ romanına ait yazabildiği ilk iki bölümünün notlarını basınca, 2004’te prestijli Renaudot Ödülü’nü alır çoktan ölmüş olan Némirovsky. O yıl Fransa’da iki yıl sona ise İngiltere ve ABD’de yine meşhur olur...
İrène Némirovsky’nin ironik ve trajik hayatında tartışılacak çok nokta var.
Lakin bugün bunların çok da değeri yok belki de. Geriye kalan ise, annesini yeniden ünlendiren kızının dedikleri:
“Nazilere inat, hem annemi tekrar hayata getirdim hem de üç Yahudi çocuk yaptım. Bu intikam değil, olsa olsa nihai zaferdir”...
Ne dersiniz?..