Özür dilemek bir erdemdir ama...

Hiçbir zaman kameranın girmediği Ortodoks Yahudilerinin dünyasını dürüst bir bakış açısı ile yansıtan, dindar kesimin inançlarının sınanmasını konu edinen ve öykünün Sukot süresince geliştiği `Misafir` filmi, Sukot Bayramını kutladığımız bu günlerde `özür dileme` erdeminin önemini bir kez daha algılamama yol açtı.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
11 Ekim 2006 Çarşamba

Geçenlerde bir TV kanalında ‘Ushpizin’ (Misafir) adlı bir İsrail filmi izledim. Filimde beş yıldır evli oldukları halde çocuk sahibi olamayan, Sukot Bayramı öncesinde ‘Suka’ kuramayacak, ‘Etrog’ satın alamayacak kadar yoksul Ortodoks Yahudisi Moshe ve Mali çiftinin öyküsü anlatılır.
Maddi ve manevi güçlükler içinde bocalayan ve beş yıl önce dine dönüş yapan (Hozer BeTşuva) Moshe’nin dramını izlerken Kudüs’ün dindar bir mahallesinin ‘oldukça farklı’ yaşam tarzına da tanık oldum.
Filmin diğer bir özelliği de senaryosunu Ortodoks bir Yahudi olan Shuli Rand’ın gerçek yaşamdaki eşi Michal Bat Sheva Rand ile birlikte kaleme alması ve her ikisinin de başrollerde oynamalarıdır.
Çekimler süresince bu dini toplumun yaşamına ve kurallarına uymak zorunda kaldığını belirten filmin yönetmeni Gidi Dar; “Hiçbir zaman kameranın girmediği bu dünyayı dürüst bir bakış açısı ile yansıtmanın tek yolu buydu. Bir yönetmen olarak amacım Ortodoks Yahudilerinin yaşamlarını eleştirmek değil, inançlarının sınanmasını  konu edinen bir öyküyü aktarmaktı” der.
Filmin kahramanı kendinden geçmiş bir şekilde bir mucizenin gerçekleşmesi umuduyla Tanrı’ya yakarır ve duası kabul edilir; kendisine gizemli bir şekilde bağışlanan bin dolar ile bir ‘Suka’ ve ‘elmas’ diye nitelendirdiği, güzelliğine hayran kaldığı ‘Etrog’u satın alır. Moshe ‘Etrog’un uğur getirip çocuk sahibi olmasını sağlayacağına inanmaktadır.
Ancak semtin diğer dindar bir Yahudi’sinin, sahibinden izin almadan, ‘Suka’yı  Moshe’ye satması ailenin başına bayram süresince pek çok belanın gelmesine neden olur; Moşe’nin dine dönüş yapmadan önce tanıdığı iki firari mahkum ‘Suka’nın ‘beklenmeyen konukları’dır. Eşi dayanamayıp evi terkeder.
Moshe, gerçeği öğrenince tüm aksiliklerin ‘Suka’nın çalıntı olmasından kaynaklandığına inanır ve gerçek sahibini bulup ondan özür diler. Ortodoks bir Yahudi olan ‘Suka’nın sahibinin de üç defa ‘mahul’ (affettim) kelimesini yineleyerek özrünü kabul etmesini ister.
Sukot Bayramı’nda beni derinden etkileyen bu filmin öyküsünü paylaşmak istedim. Bazen farkında olarak, bazen de istemeyerek başkalarını üzdüğümüz, kırdığımız oluyor.
Sadece “Atseret Yeme Teşuva” günleri boyunca değil, “Sevinmek” sözcüğünün kullanıldığı tek bayram olan Sukot’ta , hatta senenin her gününde yaptığımız hatalar için özür dilemenin bir erdem olduğunu unutmayalım.
‘Ushpizin’ filminde bu dini zorunluluğu yerine getiren Moshe, Tanrı’nın bir lütfu olduğuna inandığı erkek evladına da kavuşur.
* * *
Dünya, uzun süredir Darfur’da 400.000 kabile üyesinin katledilmesine, bir milyon kişinin evsiz barksız kalmasına karşı tam bir duyarsızlık içinde.
Nobel Barış Ödülü sahibi Elie Wiesel Birleşmiş Milletler’de yaptığı bir konuşmada şöyle demekte; “Ben Yahudiyim ve bu nedenle Darfur’daki kurbanların hissettiklerini hissedebiliyorum.”
İnsanlık II. Dünya Savaşı Avrupası’nda bir insan ırkı yok edilirken sessiz kaldı. Sorumlu ülkelerin ve Vatikan’ın geç de olsa, yıllar sonra özür dilemeleri sanki insanlığın geleceği için bir umuttu. Oysa günümüzde Darfur’da benzer bir senaryo yineleniyor.
Peki Sudan’daki soykırım nedeniyle kim özür dileyecek? Bu vahşete  kim dur diyecek? İnsanlık 20. yüzyılda yaşadığı acılardan hiç ders almamışa benziyor.