Hiçbir zaman kameranın girmediği Ortodoks Yahudilerinin dünyasını dürüst bir bakış açısı ile yansıtan, dindar kesimin inançlarının sınanmasını konu edinen ve öykünün Sukot süresince geliştiği `Misafir` filmi, Sukot Bayramını kutladığımız bu günlerde `özür dileme` erdeminin önemini bir kez daha algılamama yol açtı.
Geçenlerde bir TV kanalında Ushpizin (Misafir) adlı bir İsrail filmi izledim. Filimde beş yıldır evli oldukları halde çocuk sahibi olamayan, Sukot Bayramı öncesinde Suka kuramayacak, Etrog satın alamayacak kadar yoksul Ortodoks Yahudisi Moshe ve Mali çiftinin öyküsü anlatılır.
Maddi ve manevi güçlükler içinde bocalayan ve beş yıl önce dine dönüş yapan (Hozer BeTşuva) Moshenin dramını izlerken Kudüsün dindar bir mahallesinin oldukça farklı yaşam tarzına da tanık oldum.
Filmin diğer bir özelliği de senaryosunu Ortodoks bir Yahudi olan Shuli Randın gerçek yaşamdaki eşi Michal Bat Sheva Rand ile birlikte kaleme alması ve her ikisinin de başrollerde oynamalarıdır.
Çekimler süresince bu dini toplumun yaşamına ve kurallarına uymak zorunda kaldığını belirten filmin yönetmeni Gidi Dar; Hiçbir zaman kameranın girmediği bu dünyayı dürüst bir bakış açısı ile yansıtmanın tek yolu buydu. Bir yönetmen olarak amacım Ortodoks Yahudilerinin yaşamlarını eleştirmek değil, inançlarının sınanmasını konu edinen bir öyküyü aktarmaktı der.
Filmin kahramanı kendinden geçmiş bir şekilde bir mucizenin gerçekleşmesi umuduyla Tanrıya yakarır ve duası kabul edilir; kendisine gizemli bir şekilde bağışlanan bin dolar ile bir Suka ve elmas diye nitelendirdiği, güzelliğine hayran kaldığı Etrogu satın alır. Moshe Etrogun uğur getirip çocuk sahibi olmasını sağlayacağına inanmaktadır.
Ancak semtin diğer dindar bir Yahudisinin, sahibinden izin almadan, Sukayı Mosheye satması ailenin başına bayram süresince pek çok belanın gelmesine neden olur; Moşenin dine dönüş yapmadan önce tanıdığı iki firari mahkum Sukanın beklenmeyen konuklarıdır. Eşi dayanamayıp evi terkeder.
Moshe, gerçeği öğrenince tüm aksiliklerin Sukanın çalıntı olmasından kaynaklandığına inanır ve gerçek sahibini bulup ondan özür diler. Ortodoks bir Yahudi olan Sukanın sahibinin de üç defa mahul (affettim) kelimesini yineleyerek özrünü kabul etmesini ister.
Sukot Bayramında beni derinden etkileyen bu filmin öyküsünü paylaşmak istedim. Bazen farkında olarak, bazen de istemeyerek başkalarını üzdüğümüz, kırdığımız oluyor.
Sadece Atseret Yeme Teşuva günleri boyunca değil, Sevinmek sözcüğünün kullanıldığı tek bayram olan Sukotta , hatta senenin her gününde yaptığımız hatalar için özür dilemenin bir erdem olduğunu unutmayalım.
Ushpizin filminde bu dini zorunluluğu yerine getiren Moshe, Tanrının bir lütfu olduğuna inandığı erkek evladına da kavuşur.
* * *
Dünya, uzun süredir Darfurda 400.000 kabile üyesinin katledilmesine, bir milyon kişinin evsiz barksız kalmasına karşı tam bir duyarsızlık içinde.
Nobel Barış Ödülü sahibi Elie Wiesel Birleşmiş Milletlerde yaptığı bir konuşmada şöyle demekte; Ben Yahudiyim ve bu nedenle Darfurdaki kurbanların hissettiklerini hissedebiliyorum.
İnsanlık II. Dünya Savaşı Avrupasında bir insan ırkı yok edilirken sessiz kaldı. Sorumlu ülkelerin ve Vatikanın geç de olsa, yıllar sonra özür dilemeleri sanki insanlığın geleceği için bir umuttu. Oysa günümüzde Darfurda benzer bir senaryo yineleniyor.
Peki Sudandaki soykırım nedeniyle kim özür dileyecek? Bu vahşete kim dur diyecek? İnsanlık 20. yüzyılda yaşadığı acılardan hiç ders almamışa benziyor.