Doğmayacak çocuk için Kadiş

Yahudiliğini anlamadan kendini birden bulduğu Auschwitz`de, ölüm-yaşam kuyruğunda Kapo`nun tüyosuyla mucizevi şekilde gaz odasına gitmekten kurtulur. Kampta yaşadıkları ve gördükleri, onun için şeytanın olağan varlığından öte bir şey değildi. Lakin,Tanrı`nın yarattığı insana ait Auschwitz, iki bin yıllık Avrupa kültürünün iflas noktasıydı?

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba
1944’ün Eylül ayı. Auschwitz’e bu kez de Macaristan’dan trenler dolusu yahudi getirilir. SS Subayı,’ölüm-kalım  secimine’ başlar, onbinlercesine daha önce yaptığı gibi. Sol taraf gaz odalarını, sağ taraf yaşama devamı belirtir. Tanrı’nın mucize sonucu hayat verdiği insanın, ölümle yaşam arasında alçak bir Nazi’nin keyfi kararına bağlı kalması belki de varoluşun en büyük trajedisidir. Kahramanımız, 15 yaşında bir gençtir. Bir Macar yahudisidir. İlginç olan ve de başka bir deyimle yine trajik olan, yahudiliğin ne olduğunu bile bilmeden, salt yahudi aileden geldiği için oralara düşmüş bir çocuk olmasıdır. Macar genç, ölüm –yaşam kuyruğunda anlamsız gözlerle olan biteni anlamaya çalısırken birden, muhtemelen güçlü fiziğinin ona ve kendisine yarayacağına inanan Kapo’lardan birinin, “yaşın 16 olsun”  tüyosu ile sefil bir el hareketiyle ölüme gidecekken hayatını mucizevi bir şekilde tekrar kazanır…
İmre Kertesz… 2002’de, “tarihin barbar keyfiliği karşısında bireyin kırılgan deneyimini yansıtmayı” başardığı için Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Kertesz, işte böyle kurtulmuştu “gazlanmaktan”.
Ödülüne temel teşkil eden, Auschwitz ve Buchenwald konsantrasyon kamplarında yaşadıklarını anlattığı otobiyografik “Kadersizlik” romanı bu kez filme çekilince Avrupa’da tekrar gündeme gelen bu ayrıksı Holokost edebiyatçısı farklı şeyler söylüyor insanlığa… Herşeyden önce klasik bir Holokost edebiyatçısı değil Kertesz. Auschwitz’i ve Holokost’u, salt Almanlarla Yahudiler arasındaki bir sorunsaldan öte, iki bin yıllık Avrupa kültürünün iflas noktası olarak algılıyor. “Tanrı insanı yarattı, insan da Auschwitz’i yarattı. Auschwitz mümkündü çünkü onu mümkün kılan bizlerdik”. Kertesz, insanın insana yapabildiği büyük kötülüğe tanık olmasına rağmen güçlü fiziği ve karakteri sayesinde ayakta kalmayı başarır. Kertesz, yapılan ve yaşanan büyük zulüme ve benzersiz katliamlara rağmen olanları ‘anlaşılır’ bulan bir Holokost kurtulanıdır.
Karamsarlıkta, bildik duygusal yaklaşımlardan çok daha ileri giden bir bakış açısı vardır. Ona göre, ‘mutlak kötülük’ ve şeytanilik bir hata veya bir kaza değil, bilakis kaçınılmaz ve sürekli var olan bir ‘güç’tür. Bir anlamda, Schopenhauer ve Nietszche‘yi olumlayan bir kötümserlik yaklaşımıdır. Ve bu noktadan hareketle herkesi şaşırtmaya devam eder: “Hayatımın en mutlu anlarını  belki de kampta geçirdim. Siz hiç kamp hastanesine yatırılmaya izin verilmesinin yarattığı mutluluğu bilebilir misiniz?  Veya ölümcül çalışma ortamında on dakika bir mola verildiğinde  vücudunuzdan önce beyninizin bayramını algılayabilir misiniz?”  Ve sonuncusu: “Ölüme giderken hala yaşıyor olmanız en büyük özgürlük değil mi?’’…
Kertesz’in, “sıkıntılı anlarda bile insan, özgürlüğünün tadını çıkarmalı” yaklaşımı tartışılır tabii zira, O yaşarken onbinlerce dindaşı, çoluk çocuk ölüme gitmişti. Üstelik onun gibi kamplardan kurtulan edebiyatçı arkadaşları, Bruno Bettelheim, Jean Amery, Paul Celan ve Primo Levi, Auschwitz’in ağırlığına dayanamayıp daha sonraki yıllarda bir bir intihar edeceklerdi. Kendisi, intihar edememesini paradoksal olarak, ülkesinde gördüğü faşizm benzeri komünizme bağlıyor. Savaş sonrası Macaristan’daki rejimde gördüğü uygulamalar sayesinde uyanık kaldığını söylüyor. “Ama özgür Avrupa’da yaşasaydım Holokost’un ağırlığını kaldırabilir miydim, bilemiyorum” diyor…
Yahudi kökenlerini hiçbir zaman dinsellikle pekiştirmeyen İmre Kertesz, Auschwitz’den sonra Yahudi olmanın, bir dine veya bir cemaate ait olmanın ötesinde, sadece ve sadece ahlaki bir ödev unsuru olduğunu iddia ediyor.
Kertesz, seksen yaşında ve halen Berlin’de yaşıyor. Hiç çocuk sahibi olmamış. Zira, “Auschwitz’de çocuklara yapılanları gördükten sonra baba olmayı reddettim” diyor.
Kimbilir, belki de, bu nedenle mi, “Doğmayacak çocuk için Kadiş” eserini yazmış yıllar sonra?...