Şiddet üzerine

Abdi İpekçi, geçtiğimiz hafta ölümünün 27. yılında anıldı; tetikçi belli ancak tetiği çektiren eller karanlıkta kalmaya devam ediyor. Lise yıllarımdan katledildiği güne dek İpekçi`nin Milliyet Gazetesi`ndeki başyazılarını okumadığım bir gün olmamıştı, o dünyaya bakış açımı belirleyen sonsuz saygı duyduğum bir kişilikti.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
8 Şubat 2006 Çarşamba

Abdi İpekçi, geçtiğimiz hafta ölümünün 27. yılında anıldı; tetikçi belli ancak tetiği çektiren eller karanlıkta kalmaya devam ediyor. Lise yıllarımdan  katledildiği güne dek İpekçi’nin Milliyet Gazetesi’ndeki başyazılarını okumadığım bir gün olmamıştı, o dünyaya bakış açımı belirleyen sonsuz saygı duyduğum bir kişilikti.

Anımsıyorum, yıl 1979, hiçbir şeyin bulunmadığı yıllar. Sabaha karşı saat dörtte benzin kuyruğundayım ve elimde geceden satılan ertesi günün Milliyet’i.
Bir haber gözüme ilişiyor; "Filanca ilimizde şu kişi Cumhuriyet Gazetesi okuduğu için öldürüldü." Anarşi had safhada...
O an otomobilin kapısı açılıyor ve biri teklifsiz yanıma oturuyor. Ürperiyorum, içimi bir korku sarıyor; "Acaba Milliyet okuduğumdan beni de vurur mu" diye. Oysa adamcağız sıkılmış, vakit geçirmek istiyor. Neyse ki o günler geride kaldı...
Yetmişli yıllar terörün tüm dünyada yeni yeni uç vermeye başladığı bir dönem; Çakallar, Kara Eylül, ETA, vs.
1972’de Münih kentinde düzenlenen Olimpiyat Oyunları’nda Filistinli teröristlerin 11 İsrailli sporcuyu öldürmesi dünyada büyük şaşkınlık uyandırmıştı. Mossad’ın operasyonunu, İsrail timi açısından perdeye aktaran Steven Spielberg ne Yahudilere, ne de Filistinlilere yaranabildi.
Geçtiğimiz hafta, gazetemizde, yazarlarımız arasında dahi farklı bakış açılarının sergilenmesine neden olan "Münih" filmi hakkında naçizane ben de bir iki düşüncemi aktarmak istedim.
 Belli bir hesaplaşmanın sonucu dahi olsa, Münih katliamına çok az yer verilerek film süresince insan öldüren intikam timinin kanlı eylemlerinin perdeye yansıtılması bir Yahudi olarak beni tedirgin etti. Aynen televizyon ekranlarında bombalı bir intihar saldırısının görüntülerinin değil  de misillemeye ilişkin sahnelerin sıkça kapsamlı bir şekilde aktarılmasında olduğu gibi.  
 Peki Filistinlileri rahatsız eden ne olabilirdi  diye düşündüğümde Ahmet Hakan’ın "Münih filminin en’leri" başlıklı yazısını anımsadım: "Mossad’a bağlı tim, bir Filistinli’nin evine bomba koymuş. Tam bombayı patlatacaklar ancak adamın küçük kızının evde olduğunu fark ediyorlar. Kuş gribi nedeniyle tavuk itlaf eder gibi adam öldüren Mossad ajanı katillerimiz, işte o anda o küçük kızın öldürülmemesi için bir çırpınıyorlar ki."
Sanıyorum filmi objektif ölçüler içinde değerlendirmeye çalışan Ahmet Hakan, belli ölçüde, televizyonlarda pek çok kez gösterilen, küçük çocuğu kucağında can veren Filistinli’nin görüntüsünden etkilenmiş olsa gerek...
Filistinlilerin, ‘İsrailliler hep 8Nj yaşında çocukları öldürüyor’ yönündeki asılsız propagandaları ile çelişen filimin insancıl tek bir sahnesinden bile hoşnut olmayacakları ortada.
Her şey öznel, ancak "Münih" filminin seyirciye aktarmak istediği ‘şiddetin şiddeti tırmandırdığı’ mesajı da yadsınamaz bir gerçek. Diğer yandan da ‘medeniyetler savaşı’ teorisini doğrulamak istercesine Avrupa’nın fikir ve düşünce özgürlüğü adına Hz. Muhammed karikatürü etrafında kışkırtıcı bir tutum sergilemesi ise utanç verici. Hele Ortadoğu’da Yeşil Devrim’in yayılmakta, Hamas’ın Filistin’de çoğunluğu ele geçirdiği bir ortamda...
Dünyada barış umutları tükeniyor mu? Yahudi devletini  haritadan silmeyi amaçlayan, silah bırakmayı kabul etmeyen Hamas’ın oluşturacağı bir yönetim ile İsrail’in diyaloga girmeyeceği kesin. Ancak seçim sonuçlarının açıklanmasından birkaç saat sonra Hamas’ın en güçlü ikinci isminin Kudüs’te İsrail güvenlik yetkilileri ile görüşmesi her an her şeyin değişebileceğini gösteriyor.
Ortadoğu’da tarih bazen çıldırıyor, bir gün içinde çözümlenebilecek bir anlaşmazlık yıllar boyu sürebilirken, bazen de çözümsüz sanılan anlaşmazlıklar bir saat içinde çözümlenebiliyor.