Canim Kardeşim

Luiza UÇKİ Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Luna yıllarca hasta annesine baktığı için evlenmez. Annesini kaybettikten sonra hayatına yeni bir düzen vermelidir. Kırk yaşındadır. Etrafa evlenmek istediğinin haberini ulaştırır.
Dani de dul bir beydir. Eşi evlenir evlenmez rahatsızlanmıştır. Hep onunla ilgilenen Dani eşini kaybettiğinde Luna ile aynı yaşlardadır.
Tanıştırılan bu çift birbirlerini beğenirler ve hemen evliler kervanına katılırlar. Luna eşine “En az iki çocuğum olmasını isterdim. Hayatta yalnız kalmasınlar diye. Ancak bu yaştan sonra bu biraz imkansız. Hamile kalmam bile riskli. Umarım Allah benim dualarımı işitir” der.
Duası kabul olmuştur sanki. Luna bebek beklediğini müjdeler ve ikiz kız çocukları dünyaya getirir. Dalya ve Rahel doğar doğmaz dış görünüşleri birbirinden apayrı olmasına rağmen kalpleri birbirine bağlanmış gibi görünürler. Birbirlerine gülücükler atarlar.
Okula başlayana kadar arkadaş bile edinmezler. Hep bir aradadırlar. Birbirlerini kollarlar ve çok severler.
Luna hep Allah’a şükreder: “Ben ne iyilikler yapmışım ki, Tanrı beni böyle iki altın topla ödüllendirdi” der. Onlar çok mutlu birbirine bağlı bir aile tablosu çizerler. Yıllar yılları takip eder. Dalya ve Rahel gönüllerine göre eş seçiminde bulunurlar. Evlenirler ve kendi yuvalarını kurarlar.
Dalya varlıklı bir ailenin oğluyla evlenir. Bir anda yüksek hayat standartlarına kavuşur. Rahel ise çok iyi kalpli birine aşık olur ama eşinin geliri oldukça sınırlıdır. Yine de bunu sorun etmezler.
Birer çocuk sahibi olduklarında aralarında çok yaş farkı bulunan ebevynleri artık yaşlanmıştır ve arka arkaya bu dünyaya gözlerini yumarlar.
Dalya Rahel’e: “Artık Cuma akşamlarını bizim evde geçireceğiz. Aile geleneğimizi bozmayacağız” der. Dalya’nın maddi durumu iyidir. Birkaç yıl problem çıkmadan bu gelenek devam eder. Ancak Dalya bu geçen yıllarda çevresini çok genişletir. Mevkii sahibi insanlarla dostluk kurmaya ve onları da bazı cumaları Şabat yemeğine çağırmaya başlar.
Böyle gecelerde ise o tatlı Dalyacık gider. Yerine bambaşka bir Dalya gelir. Kızkardeşi Rahel’e çok umursamaz davranır. En baş köşelere dostlarını oturtur. Rahel ve ailesini çocuklar için yaptığı masaya oturtur. Rahel başlarda “Aramızda teklif yok. O, benim kardeşim” diye düşünür.
Ancak Dalya Rahel ve ailesiyle ilgilenmez. Eşinin ailesine çok önem gösterir. Bütün gece masada davetlileriyle konuşur. Onlarla ilgilenir. Rahel ve kocası arkada bir köşede kalıverirler. Zaten maddi durumlarından dolayı eziktirler. Ablası da böyle bir tavır sergileyince Şabat akşamları onlar için bir eziyet olur.
Rahel’in kocası “Gitmeyelim. Bir Şabat’ı da evimizde çocuğumuzla huzur içinde geçirelim. Çok şükür aç değiliz. Güzel bir masa hazırlarız. Otururuz. Sohbet ederiz” der. Rahel: “Asla olmaz. Annem ölmeden önce bize vasiyet verdi. Aile bağlarınızı hep sımsıkı tutun. Hep birlikte olun” dedi. Gitmezsek bozulabilirler. Boşverelim. Geçici bir durumdur bence bu umursamazlıkları. Ben de farkındayım yaptıklarının ama bilerek yapmıyordur kardeşim. İstersen konuşurum” der.
O Şabat kapılarını çalan Rahel gözlerine inanamaz. Onları, yemeğe en önemlisi yıllardır söyledikleri Kiduş’a beklememişlerdir. Şaşkınlıkları had safhadadır. Dalya “Canım sen yabancı değilsin. Albert’in acelesi var. Uçağı kalkacak. Onun için bir an önce oturduk yemeğe” der. Onu her zamanki gibi çocukların masasında oturtur. Ev tıklım tıklım doludur. Rahel ve kocası yemek yiyecek durumda değildir. Onlar için her biri birbirinden hoş görünümlü leziz yemeklerin değeri yoktur. Kimse onların farkında bile değildir. Birbirlerine bakışırlar. Mesajı almışlardır. Çocuklarını da alıp orayı terk ederler.
Ertesi sabah Dalya arar: “Bu ne alınganlık! Ne olur yemeğe başladıysak? Hem sizi çocukların masalarına oturttum diye mi kızıyorsunuz. Orası masa değil mi? Sen evdensin. O yüzden. Ne yapayım yani kimi oraya oturtabilirim ki?” sözleri Rahel’i daha da çok yaralar.
O Cuma Rahel evinde masasını donatır. Şabatın kutsallığını ailece yaşarlar. Kendilerini sığıntı gibi hissetmeden mutlu ve huzurlu bir Şabat geçirirler. Bu konuşmadan sonra iki kardeş senelerce konuşmazlar. Adlarını bile anmazlar. Annelerinin “Allah bana ikiz evlat verdi. Oh çok mutluyum. Hayatta yalnız kalmayacaklar” savını çürütürler.
Bir gün Rahel, Dalya’nın trafik kazası geçirdiğini duyar. Hastaneye nasıl gittiğini bilemez. Koşar. Dalya yoğun bakımdadır. Kapıdakilere “Bırakın. Ben kardeşiyim. O benim canım. Lütfen göreyim” diye haykırır.
Dalya gözlerini açınca Rahel’i görür. Dalya: “Canım kardeşim” diye haykırır. Birbirlerine sarılırlar. Günlerce Rahel onu yalnız bırakmaz. Hep destek olur. Kötü gününde can yoldaşı oluverir. Dalya’nın değer verdiği dostları misafir olarak gelip bir kahve içip giderler ama kardeşi onu bir an bile yalnız bırakmaz.
Dalya: “Annem çok haklıymış Rahel çok”. Annem: “Kardeşin var mı sırtın yere gelmez. Bir gün ben ve babanız burada olmayacağız siz hep birbirinize destek olacaksınız. Birbirinizin anası babası olacaksınız. Çok mutluyum ki aranıza sevgi tohumları ekmeyi başarabildim. İnanıyorum hep birbirinize bağlı kalacaksınız” derdi. “Beni affet canım kardeşim” der, sarılıp ağlaşırken....

NOT: kardeşlik bambaşka bir duygu sağanağıdır. İnsan gözleri, kardeşinin yaptığı hataları hemen anında yok eden otomatik bir mekanizmaya sahiptir. Kan çeker misali bir anda herşeyi unutur. Çünkü çok sever kardeşini. Gerçek aşktır bu, gerçek sevgidir. Kolay kolay yara almaz. Ne duruyorsunuz? Gidin kardeşlerinizi arayın, görmeye gidin veya mesaj atın. Ona sevginizi hissettirin. İnanın bu duygu sağanağının katsayı boyutunun şiddeti gözlerini kamaştıracak.