İki melek

Luiza UÇKİ Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Albert üç çocuk sahibi biridir. Küçük bir evi ve kısıtlı bir maaşı vardır. Çok şükür geçinip giderken annesi rahatsızlanır. Babası da artık oldukça yaşlanmıştır. Albert hemen onların evine koşar.
Annesine: "Hadi anneciğim! Bize gidiyoruz. İyileşene kadar bizde kalacaksınız" diye açıklar. Annesi: "Oğlum, senin derdin başında. Bir de bize mi bakacaksın? Bırak bizi. Biz babanla idare ederiz. Ne kadar ömrümüz kaldı ki şunun şurasında" diye belirtir.
Albert bu lafları duymaz bile. İkisini de takar koluna. Evine götürür. Evde bir bayram havası vardır. Çocukları babannelerini, dedelerini paylaşamazlar adeta. Hepsi odasını onlarla paylaşmak ister. Albert onlara ayrı bir oda verir. Onları rahat ettirtebilmek için adeta pervane olur. Birlikte masaya otururlar. Gülüşürler. Annesi bile bu mutlu tablodan ağrılarını bir nebze unutur. Hepsi birliktelik sarhoşluğu içindedirler.
Birkaç hafta Alber ve ailesi misafirlerine çok iyi bakar. Onların sevgisiyle hayat bulan yaşlı çift anti-aging yapmış gibi gençleşip moral bulup gülümserler hayata yeniden. Artık iyileşmişlerdir.
Albert’in arabası yoktur. En yakın arkadaşı Şimon’dan annesini, babasını evlerine götürmek için yardım ister.
Şimon seve seve kabul eder. Birlikte Albert’in evine giderler. Annesi gelinine, torunlarını sarılıp: "Allah’ım ben ne kadar şanslı bir kadınmışım. Ne yapmışım ki bana böyle eşsiz bir aile nasip etmişsin! Unutulmaz bir on beş gün geçirttiniz bize sayenizde çabucak iyileştim. Moral topladım. Babanız da ben de size müteşekkirim. Allah size mutluluk, sağlık ve uzun ömürler niyaz etsin! Çok teşekkürler!" deyip sevinç gözyaşlarına boğulur.
Albert anasına babasına sarılıp öpür onları koklar. Ebevynlerini alıp Şimon’un arabasına götürür. Şimon yolda hayretlere düşer. Albert: "Anne cuma sabahı seni doktora götüreceğim. Erkenden hazır ol. Baba, ilaçlarını yarın alıp akşam iş çıkışı getireceğim. Buzdolabınızı doldurdum dün ama yine bakın eksiklerinizi liste yapın. Yarın akşam size uğrayınca bana verirsiniz. Babacığım, faturalarınızı geçen gün ödedim. Merak etme. Birşey olursa 24 saat beni arayabilirsiniz. Aklım sizde zaten" deyip onların ellearini tutarak gözleriyle onları ısıtır, ilgisiyle onları mest eder. Mutlu çift evlerine yol alırlar.
Şimon dönüş yolunda dayanamayıp Albert’e: "Herkes annesini babasını çok sever ama bir yere kadar azizim. Evleniyorsun, çoluk çocuğa karışıyorsun. Onları da düşünmek zorundasın. Şahsen ben bizimkilere pek vakit ayıramam. Zaten eşim de nanedir. Onunla uğraşmamak için teklif bile etmem. Arada sırada ararım. Hatırlarını sorarım. Eskiden cuma akşamları onların evine giderdik de görüşürdük, şimdi annem yaşlandı. Bizi çağıramıyor. Bağlantı tamamen koptu. Çevremdeki insanlar da hep benim gibi. Evlenince hayat biraz yeni kurduğu ailene kayıyor mecburen. Sen çok entresansın. Benzerin yoktur herhalde. Neden ailene bu denli bağlısın?" diye sorar.
Albert: "Anlatayım dostum. Biz çocukken alt katımızda hiç unutmuyorum, Aron adında bir adam ve karısı yaşardı. Bir gün bizim eve geldi. Babamla konuşuyordu: "Oğlumu işten çıkardılar. İşsizlikten kirasını ödeyemiyor. Dört çocuğu var. Gelin bize yerleşin. Birlikte yaşayalım" dedim diye belirtir.
Birkaç hafta sonra Aron tekrar gelir. Babamın yanına gider: "Sorma dostum. Sanki bu çocuk benim oğlum değil. Suratı hiç gülmüyor. Evde negatif bir hava esiyor. Bir gerilim var. kendi evimde sığıntı gibiyim. Karımın sıkıntıdan şekeri çıktı. Bende de üç gündür çarpıntı var. huzurumuz kalmadı. Ne yapacağım bilemiyorum. O, sıkıntı çekmesin diye evimizi açtık. Akşam odamıza çekiliyoruz. Dışarı adım bile atamıyoruz" diye anlatır.
Birkaç hafta sonra adam yine gelir. Babama: "Sana elveda demeye geldim. Evi onlara bırakıyorum. Biz hanımla bir huzurevine yerleşeceğiz. Oğlum için buna yapmalıyım. İnsan çocukları için bazen fedakarlık yapmalı" diyerek ortadan kaybolur.
Pesah bayramı gelip çatmıştır. Babam Aron’ların kapısını çalar. Oğlu kapıyı açınca: "Babanı çok özledim. Daha gelmedi mi? Pesah bayramını burada evinde sizinle geçirecek değil mi?" diye sorar. Adam: "Gerek yok. Orada rahatlar. Onları alıp getirmek bana da zor olacaktı zaten. Seneye kısmetse alırım onları. Bu sene de böyle geçsin." deyince babam çok sinirlenir. Koşarak onların bulunduğu yurda gider. Gözlerine inanamaz. Üç aydır görüşmüyorlardır ama Aron sanki 20 yıl yaşlanmış gibidir. Donuktur. Babam onları evimize getirir. Bayramı bizimle geçirirler. İkisinin de gözyaşları hiç dinmez. Durmadan ağlarlar. Zaten onları son görüşümüz olur. Birkaç ay sonra arka arkaya bu dünyaya gözlerini yumarlar.
Oğluysa bir türlü iş tutturamaz. Kendi maddi sorunlarından çocuklarıyla da ilgilenemez. Çocukları aylak aylak gezerler. Onlar kopuk bir ailedirler. Herbiri mutsuz umutsuz dolanır etrafta. Bir gün babam onu merdivende kendi kendine konuşurken bulur. Adam "baba, anne nerdesiniz? Eskiden bir derdim olunca size koşardım. Bana hemen yardım ederdiniz. Beni rahatlatırdınız. Şimdi çok mutsuzum. Size çok ihtiyacım var. Nerdesiniz? derken babam: "Ah oğlum ah! Allah bize doğarken iki tane melek verir. Bu melekler hep senin için didinir. Yani annenle babandır bunlar. Hep verirler hep verirler. Düşün sana evlerini verdiler. Daha ne yapsınlar? Tek istedikleri Sevgindi. Bir anne, baba çocuklarının onları sevmesini bekler. Hiçbir zaman onlardan maddi birşey beklemez. Sadece ilgia, şefkat arar. Eğer onları seversen, bu sevgiyle onların ömürlerini uzatırsın. Onlara yaşama sevgisi aşılarsın. Allah da buna karşılık bir emir vermiş: "Annene babana hürmet et ki, ömrünün günleri uzasın." Kısacası hem onların hem de kendinin hayatını pozitif yönde değiştirirsin. İnsanı karısı, dostu, hiçbiri, annesi ve babası kadar çok sevemez. Bu iki melek hep seni düşünür. Seninle nefes alır. Sense sevgisizliğinle ömürlerini kısalttın. Çok büyük hatalar yaptın!" diye açıklar. Bu sözler ve o adamın feryatları hiç aklımdan çıkmaz. Anlayacağın bu bir hayat felsefesi yaptım. Seni gerçekten kim düşünür? Kim sever? Kim sana her an koşar? Sen de bir babasın. Oğlun için ne fedakarlıklar yapıyorsun, değil mi? ilerde yaşlanınca ondan ne bekleyeceksin? Sadece Sevgi, değil mi? Ben sevgimi canım annemden, biricik babamdan esirgemedim. Onların ömürlerine ömür kattığıma inanıyorum. Çok mutlu oluyorum. Bu mutluluk beni daha dinamik daha huzurlu yapıyor. Bu huzur evime, aileme, işime de yansıyor. Yani bana hemen geri dönüyor. Akşam yatağıma yatınca "Oh be hayat güzel!" dedirtiyor. Kaç tane zengin, ünlü, başarılı insan benim kadar gerçek mutluluğu tadabiliyor ki! Mutluluk çok göreceli bir kavram. Ben yoksulum, küçücük bir evde yaşıyorum. Bir dükkanda sabahtan akşama kadar başkalarının emrinde çalışıyorum ama çok mutluyum. Sırrımı sana anlattım. Hadi ne duruyorsun" diye açıklar.
Şimon çok şaşırmıştır bu sözlere. Albert son derece haklıdır. Hemen bunu hayatına kanalize edecektir: "Şey yolumuzun üstündeyken annemlere bir uğrasak mı? On beş gündür görmüyorum. Beni görürlerse çok sevinirler de" deyiverir Albert’e gülümseyerek.

Not: Buradan gazete aracılığıyla ben de iki meleğime bir iletide bulunmak istiyorum: "Sizin gibi eşsiz nitelikte koruyucu iki meleğim olduğu için Tanrı’ya teşekkür ediyorum. İyi ki benimlesiniz, yanıbaşımdasınız, ruhumda, bedenimde soluğunuzu hissedebiliyorum. Sizi çok ama çok seviyorum." Hepinize meleklerinizle dolu bol sevgi kokulu günler diliyorum.