Ağlamayan çocuğa...

Avram VENTURA Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Hollywood’un güçlü menajerlik ve yapım şirketinin kurucusu Bernie Brillstein, görüş ve deneyimlerini anlattığı Küçük Şeyler Önemlidir adlı kitabında, bir bölüme şu başlığı atmış: "Tanrı isterse alır, sizin almak için istemeniz gerekir!" Yazarın, bu konuyla ilgili başından şöyle bir olay geçmiş:
Çalışmaya başladığı ilk yıllarda, hazırladığı bir şov programı için yılda kırk bin dolar alıyormuş. Bu program kısa zamanda büyük bir başarı kazanmaya başlayınca, kendisine ödenen paranın yetersiz olduğunu düşünmüş. Bir yandan daha fazlasını isteme tutkusu, bir yandan da işten kovulma korkusuyla sürekli bir tedirginlik içindeymiş. Sonunda tüm cesaretini toplayarak, yapımcının karşısına çıkmış ve bu işten yeterince kazanmadığını düşündüğünü söylemiş. Adam hiç beklemeden ne kadar istediğini sormuş. Bernie de, aklından geçen rakamın yetmiş beş bin dolar olduğunu söylemiş. Bu ücret, o dönem için bir servet sayılabilirmiş. Bir tepki beklerken, yapımcı, hiç duraksamadan bu parayı kendisine ödeyeceğini söylemiş. Bu kez de Bernie şaşırmış ve ona ciddi olup olmadığını sormuş. Adamın onaylaması üstüne, madem bu kadar kolay verecekti, daha önce niye arttırmadığını sormak yürekliliğini göstermiş. Onu asıl şaşırtan aldığı yanıt olmuş:
-Sen neden daha önce istemedin?
Bernie bilseydi, mutlaka bizim sıkça kullandığımız şu sözü, yazının altına eklerdi:
Ağlamayan çocuğa meme vermezler!
Her ne kadar takdir edileceğimiz, hakkımızı alacağımız umudunu her zaman taşıyorsak da, gerekli olduğunda ilk adımı atmak, kendimizi anımsatmak için yararlı olabiliyor. Bir bakıma, kazanılanların tinsel olmasa da, maddesel olarak beklentileri karşılayamamasının dile getirilmesi, her iki taraf için olumlu çözümlere götürebilir.
Konu ne olursa olsun, yalnızca bekleyerek başarıya erişilemiyor. Bulunulan konumdan, eldeki olanaklardan daha iyisine ulaşabilmek için, istemesini bilmek kadar, kendine güvenmek ve yürekli olmak da gerekiyor.
Asıl önemli noktayı göz ardı etmeyelim:
İsteklerimizin karşılığını biz, yeteneklerimiz, birikimlerimiz ve çalışmalarımızla ödeyebiliriz. Bu yüzden kendimizi tanıyarak neler yapıp neler yapamayacağımızı çok iyi değerlendirmemiz gerekir. Yoksa karşımızdakilerden gücümüzün sınırları dışında, yerine getiremeyeceğimiz isteklerde bulunarak, bulunduğumuz konumu koruyamayacağımızı da bilmeliyiz. Biz, belki birlikte çalıştığımız insanlardan çok daha iyi, çok daha erdemli, çok daha başarılı olabileceğimizi düşünebiliriz. Sözlerimiz ne denli inandırıcı olsa da, doğal olarak, ancak yaptığımız işlerlerle değerlendirileceğiz. Bunu öncelikle kendimiz belirleyemezsek, kısa zamanda bu tutkunun, bizi, işsizler takımına eklemenin dışında bir yere sürüklemeyeceği açıktır.
Konu, yalnızca iş yaşamı ile ilgili değildir. Her türlü ortak çalışma içerisinde, insanlarla kurduğumuz ilişki ve iletişimin gelişmesi, bireysel istek ve sunumumuzun dengelenmesiyle orantılıdır.