Mahkeme kadıya mülk değil

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı
18 Temmuz 2018 Çarşamba

Geçtiğimiz günlerde çok önemli bir değişikliğe tanık olduk. İdari hâkimlik konusunda düzenleme yapıldı. 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile yapılan düzenlemelerden biri de idari hâkimlik konusunda oldu. Düzenlemenin ardından yapılan açıklamalara göre örneğin “Fizik tedavi, Veterinerlik, Fransızca, İklim Mühendisliği,  Sümeroloji, Tıp gibi en az dört yıllık bölüm mezunlarının idari yargıç olmalarının önündeki yasal engel kaldırıldı.” Artık istediğiniz dört yıllık bir lisans alanından mezun olmak ve idari mahkemelerde hâkim olabilmekle ilgili hiçbir sakınca kalmadı.

Bu durum tabii aklıma Osmanlı’da hukuk nasıl düzenleniyordu sorusunu getiriyor. Osmanlı’daki hukuk sistemi çift başlıdır. Bilindiği üzere Osmanlı Devleti’nde özellikle 19.yüzyılın başına kadar örfi ve şer’i hukuk temelli bir hukuk düzeni hâkimdir. Örfi hukuk gelenek ve göreneklerden çıkarılan hukuk kurallarını; şer’i hukuk ise İslam’ın ana kaynaklarından esinlenerek oluşturulmuş dini kuralları içermekteydi. Son sözü Padişah söylemekle beraber mutlaka danıştığı kurulları ve dini konuda son sözü söyleme yetkisine sahip Şeyhülislamlık müessesi bulunmaktaydı.

Osmanlı Devletinde bütün davalar genel olarak Şer’i Mahkemelerde görülür ve mahkemelerde hâkim olarak kadılar yer alır; onlar da şeri ve örfi hukuku uygularlardı.  Kadıların verdiği kararı kabul etmeyen halk itiraz mercii olarak en üst makam Divan-ı Humayün’e başvururdu. Kadı, yargılama esnasında tek başına görev yapmakla birlikte yanında bir ‘danışma meclisi’ bulunabilirdi ve buna ‘meşveret’’ denmekteydi.

Peki, acaba ‘kadılar’ nasıl bir eğitimden geçerdi? Bu soruya vereceğim yanıtlar sizi eminim çok etkileyecektir.  İlk medrese Sultan Orhan zamanında kadıların eğitimi için kurulmuştur. Ancak Fâtih Sultan Mehmed devrinde bu önemli mesleğin hiyerarşisi oluşturulmuştur. Bu devrin geleceğe ve geleneğe yol açan çığır açıcı kurumu Sahn-ı-Seman denilen Fatih medreseleridir. Kadılar Osmanlı’nın İlmiye sınıfına mensuptur. İlk kadıların İznik, Bursa ve Edirne gibi merkezlere tayin edildiği, yeni fethedilen yerlere ikinci ve üçüncü derecede kadıların gönderildiği vakayinamelerde görülür.

 XVl. yüzyılda Süleymaniye medreseleri kuruluncaya kadar bu yüksek eğitim kurumu kadılık mesleğine girecek gençlerin tahsil görüp icâzet aldıkları yer olmuştur. Özellikle XVl. yüzyıl sonunda, Anadolu ve Rumeli’de ‘kenar medrese’ tabir edilen taşra medreselerinden icâzet veya tezkire alanların -eğer eskiden o medreseye verilmiş böyle bir imtiyaz yoksa- başvuru ve adaylığının söz konusu olamayacağı, tayin ya da terfi ile derecelerinin kolay kolay yükseltilemeyeceği  karara bağlanmıştır (İnalcık,Turcica, XX [1988], s. 257). Süleymaniye medreselerini bitiren bir kişi (dânişmend), kazaskerliğe müracaattan sonra bir nevi stajyerlik olan mülâzemet için önemli sancaklarda büyük kadıların yanında eğitilir ve üç beş yıl sonunda İstanbul’a gelirdi. XVIII. yüzyılda daha da uzatılan bu bekleme döneminin ardından sınavı verenler en alt kademedeki kazalardan birine tayin edilerek mesleğe başlarlardı.

Bunca eğitim, bilgi, derinlik, algı, anlayış sahibi kadıların en ilginç örneği ise lise eğitimi sırasında Divan Edebiyatı derslerinde şiirlerini okuduğumuz Kadı Burhaneddin’dir diyebiliriz. Acaba o şiirleri okurken Kadı Burhaneddin’in zararsız, şairlik yeteneklerinin ardında kendi adına kurduğu bir devleti olduğunu bilir misiniz? Burhâneddin,  babasının gözetimi altında küçük yaşta öğrenime başladı; Arapça ve Farsça, lugat, sarf, nahiv, hat, aruz, hesap ve mantık, ata binme, kılıç kullanma, ok atma, 1356’da Kahire’de fıkıh, ferâiz, hadis ve tefsir öğrendi. 1364’te Kayseri’ye döndüğünde Eretnaoğlu Mehmed Bey tarafından şehrin kadılığına tayin edildi ve onun kızı ile evlendi.

1365’te vezir oldu; 1381’de ise tüm tarafları saf dışı bıraktı ve Kadı Burhâneddin, daha sonra başlıca rakibi olan Amasya hâkimi Hacı Şadgeldi’yi saf dışı bıraktı ve Sivas’ta hükümdarlığını ilân etti. 17 yıllık hükümdarlığında Timur bile ondan çekinmiştir.

Tabiidir ki Osmanlı’nın kuruluş ve klasik dönemlerinde bu denli büyük etkiler ve eserler bırakmış kadılık müessesesi; Osmanlı’nın son yüzyılında maalesef değişen dünyanın dengelerine ayak uydurmakta güçlük çekmiş ve zaman içinde tasfiye olmaktan kurtulamamıştır. Ama bütün bu tarihsel geçmiş bize bence şunu göstermelidir; hukuk; derin, anlamlı, birikimli ve uzun bir eğitimi, deneyimi gerektirmektedir. Ama derseniz ki ‘o kadar kusur kadı kızında bile olur…’ O da tabii sizin bileceğiniz bir iştir; ben de buna bir şey diyemem…