Claude Lanzmann’ın armağanı

“Beni bu dünyada en çok dehşete düşüren, ölmek zorunda kalmamız. Ölmeyi sevmiyorum. Benden bahsederken bunu söyleyebilirsiniz bir gün…’’

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
11 Temmuz 2018 Çarşamba

Dünya büyük bir aydınını kaybetti geçtiğimiz hafta.

Çalışmaktan ve üretmekten son günlerine kadar vazgeçmeyen, Holokost’un hafızasını oluşturmak için yarattığı eserlere yıllarını ve yüreğini veren Claude Lanzmann tam 92 yaşında korktuğu, sevmediği, onu dehşete düşüren ölüme yenildi her canlı gibi.

Hayatla ve kötülükle mücadelesi 17 yaşında, Nazi işgali altındaki Fransa’da komünist gençliğe ve daha sonra işgale direniş gösteren örgütlere katılmakla başlayacaktı. Birkaç kez, yakalanmasına ve kaderinin Auschwitz’de sonlanmasına ramak kalmışken eşsiz cesaret örnekleri vererek Nazilerden kurtulabilmeyi başaracaktı.

Savaş sonrası ise bir süre sessizliğe bürünecek, Fransa’da felsefe öğreniminden sonra Doğu Almanya’da üniversitede akademisyen olacaktı. Lakin ülkenin, Almanları ‘Nazizm’den arındırma’  politikalarını eleştiren bir yazı yayınlayınca işinden olacak ve Fransa’ya geri dönecekti. Jean Paul Sartre ve Simone de Beauvoir’ın sol eğilimli ‘Les Temps Modernes’ dergisinin editörlüğünü yaparken Fransa’nın elit sol kesiminin önemli aydınlarından biri olacaktı. Fransa’nın döneminin yaşayan en tanınmış figürü Simone de Beauvoir ile yedi yıl birliktelik yaşayacak, bu arada Sartre’ın ‘Yahudi sorunu’ eserinden etkilenip bir müddet sonra kendini antisemitizme ve sonra ise tamamen unutulmakta olduğunu gördüğü ve kurtulanların hala üzerinde konuşmaktan kaçındığı Holokost meselesine verecekti.

Tam on bir yıl boyunca 14 ülkeyi dolaşarak, Holokost’tan kurtulan ve o güne kadar konuşmaktan kaçınan kurtulanlarla, tanıklarla, kapolarla hatta yakalanmamış eski Nazilerle röportajlar yaparak tarihin görmüş olduğu en büyük kötülüğü ile ilgili olarak tam 350 saatlik bir hafıza kaydı yapacaktı. Daha sonra dört yıl daha çalışarak tam 9,5 saatlik bir belgeseli, ‘Shoa’yı, kolektif hafızanın en önemli kaynağı olarak insanlığa armağan edecekti.

Belgeselin en unutulmaz iki röportajından biri kadınların gaz odalarına sokulmadan önce kapolar tarafından saçlarının kesilmesi gerçeğini ortaya çıkarandı. Lanzmann, İsrail’de bir kadın berberine gider ve ölüm kamplarının birinde kapo olan ve savaştan sonra İsrail’e yerleşen bir Yahudi berberle unutulmaz bir röportaj yapar. Berberin gazlanmadan önce kadınların saçlarını keserken, birden önüne eşinin ve kardeşinin geldiğini, saçlarını kestiğini ve sarılarak vedalaştıklarını anlatması, ilkönce kendisine, sonra berber dükkânındakilere sonra da seyirciye en büyük ızdırabı verdirir. Lanzmann’a bunu neden yaptığı sorulunca, verdiği cevap, “Birileri yalnız ölüme giderken bir başkasının ölümüyle aslında yalnız kalmadıklarını göstermek içindi’’ diyecekti. Evet, berber, eşini anlatırken adeta ölü gibi hissedecekti kendini.

Filmin bir başka vurucu yerinde, Lanzmann bu sefer uzun araştırmalar sonucu yerini bulduğu ve kimliğini gizleyip kendisinin eski Nazi olduğunu ileri sürerek konuşmaya ikna ettiği eski SS subayı ile söyleşisini gizli kamera ile çekecek ama gerçek ortaya çıkınca saldırıya uğrayacak ve bir ay hastanede yatacaktı. Saf kötülük, bilfiil kötülüğü yapanın ağzından Holokost’un toplum nezdindeki kolektif hafızasına kaydedilmiş olacaktı.

1985 yılında belgesel, sinema salonları ekranına gelince, Holokost’un tarihi adeta yeniden yazılmış olacak, seyredenler, başta tarihçiler olmak üzere adeta şok geçireceklerdi.

Lanzmann, filmi vizyona girdiğinde, “Yahudilerin katliama nasıl gönderildiklerini göstermeye çalıştım. Ayrıca gaz odalarının olmadığını söyleyen rezil insanlara da bir cevap vermiş oldum. Ben bu benzersiz soykırımın neden yapıldığı ile ilgili değilim, sadece yapılanları seyirciye tanıklık ettirmek istedim ve bu tanıklığın devam etmesini istiyorum, soykırımın unutulmaması için,” diyecekti kısaca…

 

Claude Lanzmann’la 2004 yılında filmin kısa versiyonunun gösterimi ile ilgili geldiği İstanbul’da beraber bir yemekte buluşma olanağı bulmuştum. Geçmişi hiç konuşmak istememişti. “Ben geçmişe değil hep geleceğe bakmak istiyorum, yeni projelerime odaklandım’’ dediğinde bile 78 yaşındaydı. Enerjisi hiç bitmeyecek kadar dinamik görünüyordu. Tek görüşü, Holokost üzerine yapılan Hollywood filmlerini eleştirmesi üstüne olmuştu. “Bu benzersiz kötülük yapay olarak görüntülendiğinde seyircinin hayal gücü yerle bir olur’’ deyip isim vermeden yönetmen Spielberg ve benzerlerini eleştirmişti.

Ona Sartre’la dostluğunu sormak isterdim, de Beauvoir ile olan birlikteliğinin entelektüel boyutunu sormak isterdim ama o, hep gelecekten ve yeni projelerinden bahsetmişti…

Lanzmann daha sonra o 11 sene içinde yarattığı görkemli tanıklık arşivinden yeni belgeseller çıkaracak ve Holokost’un farklı noktalarını sinema için gösterime hazırlayacaktı.

Ölmeden üç hafta önce bir arkadaşına, “Yapacak daha çok işim var. Enerjim çok. Aynaya bakıyorum, yaşlanmadığımı, çökmediğimi görüyorum” diyecekti.

Hayata veda etmeden sadece iki gün önce Holokost’tan kurtulan dört kadınla 1978’de yaptığı söyleşilerin olduğu filmi yayınlanmıştı Paris’te. Bunu göremeden nefret ettiği ölüme yenildi.

Lakin insanlığa Holokost’un hafızasını armağan ettiği için bu benzersiz kötülükle mücadele anlamında sonsuza değin kazanmış oldu.

Güle güle eşsiz insan…