Masumiyetini kaybeden adam

Suç dünyasının labirentlerinde dolaşmayı seven Matteo Garrone’nun ‘DOGMAN’i oyuncusuna En İyi Aktör Ödülünü getirdi

Viktor APALAÇİ Sanat
4 Temmuz 2018 Çarşamba

Jüri Büyük Ödülü sahibi ‘Gomorra’nın Napoli’sinden sonra Garrone yeni filminde bizleri Roma banliyösünün suç dünyasına götürüyor. Herkes tarafından sevilen, iyi aile reisi bir köpek bakıcısının, çocukluk arkadaşı bir gangsterin hayatına girmesiyle yazgısı değişir. Film, iyiyle kötünün ilişkisini işlerken, hayatta almak zorunda olduğumuz bazı kararlarda özgürlüğümüzü koruyamadığımızı, isteğimiz dışında aldığımız bir kararın hayatımızı karartabileceğini anlatıyor. İtalyan Yeni Gerçekçilik akımının ilk dönem başyapıtlarını akla getiren film, ilk yarısından sonra bambaşka bir kulvara sapıp, şiddet dozu yüksek, sert bir intikam öyküsüne dönüşüyor. 71. Cannes şenliğinin en başarılı aktörü Marcello Fonte’nin aldığı En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nden sonraki basın konferansında söylediklerini, yönetmen Garrone’nin filmine getirdiği yorumları da bu yazıda okuyabileceksiniz.

On yıl önce Cannes’da kendisine Jüri Büyük Ödülü’nü getiren filmi ‘Gomorra’nın Napoli’sini terk eden Matteo Garrone, yeni filmi ‘Dogman’da bizleri Roma banliyösüne götürüyor.

Cate Blanchett başkanlığındaki jüri bu çok kaliteli filmi festivalin tereddütsüz en iyi aktörü olan, başroldeki Marcello Fonte şahsında ödüllendirdi. Fonte’nin En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, jürinin aldığı kararların en isabetlisiydi.

Fakir bir banliyö semtinde, karısı ve kızıyla mazbut bir hayat yaşayan Marcello (Marcello Fonte) herkes tarafından sevilen, sessiz sedasız bir köpek bakıcısıdır. Ek işi olan ufak tefek uyuşturucu satıcılığıyla ay sonunu denkleştirmektedir.

Çocukluk arkadaşı, eski boksör, insan azmanı Simoncino’nun (Edoardo Pesco) hapisten çıkıp mahalleye dönmesiyle, Marcello dâhil herkesin huzuru kaçar. Uyuşturucu müptelası bu gangster, haraç dâhil her türlü kirli işi yapar.

Simoncino’nun Marcello’yu yaptığı soygunlarda şoförü olması için zorlaması, bu saf ve müdafaasız adamı istemeyerek de olsa suç dünyasının girdabına sokar.

Matteo Garrone, iyi ile kötünün ilişkisini işlerken, hayatta aldığımız bazı kararlarda özgürlüğümüzü koruyamadığımızı, hayatın ve olumsuz şartların girdabına kapılıp, isteğimiz dışında bir karar alabileceğimizi söylüyor.

Mahallenin güvenini kazanan, ailesiyle mutlu bir yaşantısı olan, ancak yazgısı da kötü olan bir adamın masumiyetini kaybedebileceğini, film Marcello örneğinde gösteriyor.

Suç dünyasının labirentlerinde dolaşmaktan hoşlandığını ‘Gomorra’ ile kanıtlayan Matteo Garrone, demirbaş senaryo arkadaşları Ugo Chiti, M. Braucci ve M. Gaudioso işbirliği ile ‘Dogman’ı stilize bir fabl olarak yazmış.

Napoli mafyası uzmanı Roberto Saviano’nun televizyon dizisine de konu olmuş aynı adlı romanından sinemaya aktarılan ‘Gomorra’, 2008’de İtalya’da olay yaratmıştı. Yazar Saviano ve yönetmen Garrone, Napoli mafyasından ciddi ölüm tehditleri alınca uzun süre polis koruması altında yaşamak zorunda kalmıştı.

‘DOGMAN’ GOMORRA KALİTESİNDE DEĞİL

Tabii ki ‘Dogman’ın konusu ‘Gomorra’ kadar zengin değil. İlk filmdeki Napoli mafyası yerine, ikincide suç dünyası kokainman bir zorba tarafından temsil ediliyor. İtalyan Yeni Gerçekçilik akımının ilk dönem başyapıtlarını akla getiren filmin ilk yarısında, deniz kıyısındaki fakir bir banliyö mahallesinin sakinleriyle tanışıyoruz.

Gerçek hayattan alınan bu insanlar sefaletle başa çıkmak için ufak-tefek uyuşturucu trafiği işi yapıyorlar. Ancak ikinci bölümüyle film bambaşka bir kulvara sapıyor. Garrone, ustalıklı bir manevra ile filmini şiddet dozu yüksek, sert bir intikam öyküsüne dönüştürüyor.

Danimarkalı görüntü yönetmeni Nicolaj Brüel’in nefis kadrajlarına, Garrone’nin kusursuz sinematografisi ve olağanüstü bir oyuncu kadrosunun varlığına rağmen, ‘Dogman’in yönetmenin filmografisinde önemli bir yeri olmayacak. Yine de Garrone, filminde toplumsal hayatımıza giren şiddet virüsünün yozlaşmaya yol açtığını sergilemedeki ustalığıyla kalitesini kanıtlıyor.

Filmin açılış sahnesinde bakımını üstlendiği kafeslerdeki köpeklere sevecen bir üslupla konuşan Marcello’yu yeni gelen iri yarı ve saldırgan bir pitbullu ehlileştirme çabaları içinde görürüz. Kısa bir aradan sonra mahalleye kâbus gibi çöken insan azmanı, boksör eskisi, sabıkalı Simoncino’yu da Marcello tatlı sözlerle ve iyi niyetli tavsiyelerle ehlileştirebilecek midir?

En saldırgan hayvanları, sevgi ile yaklaşarak ehlileştiren Marcello, çocukluk arkadaşından aynı itaati görmeyecektir. Kafesteki köpekler, Simoncino’nun Marcello’yu planladığı soygunlarda kullanmak için geliştirdiği stratejilerin tanığı oluyorlar.

Matteo Garrone, Cannes’daki basın konferansında vermek istediği mesajı şöyle yorumladı: “Filmim bir intikam öyküsü veya iyi ile kötünün savaşı değildir. Günlük hayatımızda ayakta kalmak için yapmak zorunda olduğumuz tercihlerden bahsetmek istedim. Marcello’nun kötü kaderi masumiyetini yitirmesine yol açıyor. Ahlak dersi vermek gibi bir iddiam yok. Dogman evrensel bir konuyu işliyor.”

 

KÖPEKLER EHLİLEŞTİRİLEBİLİYOR, İNSANLAR DEĞİL

Ufak tefek soygunlarla yetinemeyen Simoncino’nun hedefinde Marcello’nun komşusu olan kuyumcu vardır. Köpek bakıcısının duvarını delip kuyumcuyu soyacaktır. Marcello’yu ölümle tehdit edip amacına ulaşır. Soygun sonrası polise Simoncino’nun adını vermeyen Marcello bir yıl hapis yatar.

Çıkışında karısının kendisini terk ettiğini, arkadaşları ve komşuları tarafından dışlandığını görür. Soygundan payına düşen 10 bin Euro’yu istediğinde Simoncino’dan ölümüne dayak yer. Kaybedecek bir şeyi kalmayan köpek bakıcısının önünde tek yol kalmıştır; hayatını karartan zorbadan intikam almak. Zira intikam aynı zamanda kurtuluşunun tek yoludur.

Gerçek hayatında olduğu gibi, dar gelirli bir aileden geldiğini öğrendiğimiz aktör Marcello Fonte’yi yönetmeni şöyle tarif ediyor: “Antik yüz hatları, tatlı tebessümüyle Marcello bana kaybolmakta olan bir İtalya’yı hatırlatıyor.”

39 yaşındaki bu az tanınan aktör, En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde adı okununca yerinden kalkmakta tereddüt geçirdi, mahcup adımlarla sahneye çıktı. Kendisine Roberto Benigni’nin uzattığı ödüle yaklaşmakta mesafeli kaldı. Israrla mikrofona yaklaşıp duygularını dile getirmesi istendiğinde isteksiz davrandı. Bu tereddütlü halinin sebebi basın toplantısında kendisine sorulduğunda cevabı kısa oldu: “Bu inanılmaz anın keyfini daha uzun yaşamak için yavaş hareket ettim.”

Gülerken, konuşurken 32 dişini göstererek sırıtan, kısacık boyuyla komik görünümlü İtalyan aktör, yönetmeni Garrone’yi oyuncularını iyi tanıyan bir antrenöre benzeten Fonte, “Yarışmadaki iki İtalyan filminin ödül listesinde olmasından mutuyum. Evvelce beraber çalıştığım Alice Rohrwacher’ı tanıyorum. Ben fakir bir aileden geliyorum, babam beni yetiştirmek için çok fedakârlık yaptı…” dedi.

Dizginlenemez zorba Simonchino’da, Cannes Film Festivali Belirli Bir Bakış bölümünde ve Filmekimi’nde izlediğimiz Sergio Castellito’nun ‘Fortunata’sından tanıdığımız deneyimli aktör Edoardo Pesci, rolünün hakkını veriyor.

Yazımızı yönetmen-senaryo yazarı Matteo Garrone ile bitirelim. 1966 Roma doğumlu yönetmen ilk filmi ‘Terra di Mezzo’dan sonra üç kez Venedik Film Festivali’ne katıldı.

Cannes’da 2002’de ‘Yönetmenlerin 15 Günü’ bölümünde ‘Garip Peppino/L’İmbalsamatore’ ile yarıştı. ‘Gomorra’ (2008) ve ‘Reality’ (2012) ile üst üste iki kez Büyük Ödül’ü kazandı.

Fellini’nin ‘Tatlı Hayat’ı ve Sergio Leone’nin ‘İyi Kötü ve Çirkin’inden esinlenerek yaptığı ‘Gerçeklik/Reality’de iki cinayetten sanık olarak hapiste olan Amiello Arena’ya başrolü oynattı. Aynı aktörü ‘Dogman’da polis rolünde kullandı.

Parlak bir oyuncu kadrosunun varlığına rağmen ‘Masalların Masalı/İl Racconto dei Racconti’ 2015’te Cannes’da büyük düş kırıklığı yaratıp festivalden eli boş döndü.