Exodus’un Kaptanı-3 : Yeni bir macera ve acıklı öyküler

Yahudi tarihine unutulmaz harflerle yazılan, 4,500 Holokost kurtulanını Filistin topraklarına ulaştırmak için yola çıkan Exodus gemisinin Kaptanı Yossi Harel, yaşadıkları başarısızlıktan dolayı yılmadı. 20’li yaşlarındaki genç, cesur kaptan daha sonra başka gemilerde on binlerce mülteci ile birlikte yeniden bu maceraya atıldı.

Yusuf BESALEL Perspektif
10 Ocak 2018 Çarşamba

“Exodus olayının sona ermesinin ardından Kaptan Yossi yeni maceralara soyundu. Bunlardan biri, ‘The Pan Crescent’ ve ‘The Pan New York’ 26 Aralık 1947’de öğleden sonra yola çıktılar. Yolcular ‘Hatikva’ marşını söyleyerek güverteleri doldurdu. Sayısız aşağılamalara maruz kalmış bu Soykırım artıkları âdeta Avrupa’ya karşı duydukları tüm olumsuz hisleri boşaltıyordu. En azından Yossi böyle duyumsuyordu...

Burgos’tan hareket etmişlerdi. Türkiye’ye, güneye doğru yönlenseler, yolculuk kısalacaktı. Fakat başıboş mayınlar tehlike yaratıyordu. Kuzeye, Romanya kıyılarına yönlendiler; oralarda Ruslar mayınları temizlemişti. Rus kaptan gece seyahat etmeyi tercih ediyordu. Lâkin oralarda da mayınlar varsa sonuç korkunç olabilirdi. Yossi inatçı kaptanı Varna’da indirdi. Artık adamın nezaketen bıraktığı haritalara bağlıydı. Karadeniz’in dalgaları ise bir felâketti. Geceleri güvertede gençler denizde mayın gözlüyordu. Yarım tonluk bir patlayıcı ile yüklü bir mayının infilakı gemilerden birindeki 7.500 kişiyi derin sulara gömebilir, öbürüne de ciddi zarar verebilirdi.

KARADENİZ’DE MAYIN NÖBETİ

30 genç vardiyalar halinde ve geminin projektörlerinin ışığı altında gözlerini dört açmıştı. Bu zalim, kurnaz ve azgın denizde 2.400 Yahudi şimdiye dek suların dibini boylamıştı. Hem 50 can yeleği ile bir kaza anında binlerce kişiyi kurtarmak nasıl mümkün olabilirdi? Bir Romen deniz fenerinin belirmesiyle bu kâbus hafifler gibi oldu. Ancak dertler sırada bekliyordu: İstanbul Boğazı, Çanakkale ve Majesteleri’nin intikam dolu bekleyen donanması… Uluslararası kanunlara göre bir geminin uluslararası sularda çevrilmesi mümkün değildi ama Boğazlar’ın Türk komutanının daha evvel verdiği bir ifadeye göre sağlık muayenesi bahanesi ile bu kabildi. Nitekim Boğaz’a girdiklerinde bir grup polis gemiye ayak bastı. Başmemur ciddi görünüyordu. ‘Belgeyi imzalamazsam geçemeyeceğinizi biliyorsunuz, değil mi?’ dedi. Yossi diplomatik lisanı ve verdiği bazı hediyelerle bu işin de üstesinden geldi. Gemiler İstanbul’a geldi ve bir römorkör onlara eşlik etmeye başladı. İngilizler gemilerin durdurulacağından emindi. Ama günlerden cumartesi idi ve Türk komutan pazartesi gününe dek izinliydi. Yossi’ye bu bilgi daha önceden iletilmişti. Komutan pazartesi işbaşı yapmadan Marmara Denizini ve Çanakkale’yi geçmeleri gerekiyordu. İngilizler bu duruma fena halde içerlemişti. Çünkü oyuna gelmişlerdi…

Bu gemilerin yolculuk süresi geçmiştekilerine nazaran daha kısa sürüyordu. Gemide Exodus’teki gibi kültürel etkinlikler yer almadı. Kaşer gıda ve Şabat günü yemek pişirme konularında münakaşa çıktı. Rabiler evlenecek çiftler için ‘mikve’ ritüel banyosunu dahi şart koştu. Ancak mevcut hayati tehlike arz eden koşullar altında bu tip dini kaideler bir şekilde ‘baypas’ edildi. Hatta rabilerden birisi bir dinî nikâh dahi kıldı.

Gemide büyük bir düzen hâkimdi ve kimse kaptanın emirlerinin dışına çıkamazdı. Su ve yemek tayınları sıkı bir kontrol altındaydı. Rumence ve Yidiş dilinde gazeteler neşrediliyordu. Hagana ile ilgili haberler ise İbranice dilindeydi. Bir ara Ben-Gurion karşıtı silahlı revizyonistlerin gemide bulunduğu haberi alındı; derhal sıkıyönetim ilan edildi fakat hiçbir silah bulunamadı. Muhtemelen bu kişiler silahlarını önceden denize atmışlardı.

EGE’DE MACERA

Derken Çanakkale Boğazını geçip Ege Denizine girdiler. Yossi derin bir nefes aldı. Ama heyhat! Orada on gemiden oluşan bir İngiliz filosu pusuda beklemekteydi. İngilizler, saldırmak ve bu ‘Yahudi pisliklerine’ bir ders vermek için bir bahane bekliyordu. İngilizler, sebepsiz olarak medeni âlemin önünde küçük düşmek istemiyorlardı. Yossi onlara bu bahane olanağını vermedi ve gemiler Hayfa’ya doğru yol almayı sürdürdü. Esasen Filistin’den de İngilizlere riayet etmeleri doğrultusunda bir telgrafta gelmişti. Ancak çelişkili telgraflar da geliyordu, ikinci telgrafta ana yurtlarına gittiklerini İngilizlere söylemeleri söylendi. (Gerçekten de Ben-Gurion böyle bir telgraf çektirmişti.) Zırhlılarda ise bir sürü silahlı İngiliz askeri saldırı için âdeta sabırsızlanıyorlardı…

Sürekli olarak telgraflar gelmekteydi. Birbiri ile çelişmeye devam eden bu mesajlarda gemilerin adlarının İngilizlere ne olarak söyleneceği bildiriliyordu. Bunalan Yossi, gemilerin bordasındaki isimleri İngilizlere bildirmeye karar verdi. Ancak bu arada Filistin’den uyumlu bir karar telgrafı verildi: ‘The Ingathering’ ve ‘Independence’. Ayrıca İngilizlerin gemiye çıkışına da izin verilecekti, fakat mürettebata dokunmayacaklardı. İngilizler, gemilerin durdurulmasını emrettiler fakat Yossi direndi: mürettebata dokunulmayacaktı, mültecilerin eşyalarına ve telgrafa el konmayacaktı. Yoksa Hayfa’ya doğru yol almaya devam edeceklerdi. İngiliz Amiral ne yapacağını bilemiyordu. Ne Kahire’den, ne de Londra’dan bir talimat geldi…

Ama İngilizler bu tarihi anda şunu da anlamıştılar: 15.236 Yahudi’nin Filistin’e kabul edilmesi demek, Arapların gözünde ülkeye 15.236 savaşçının gelmesi demekti. Öte yandan bir deniz savaşı da İngilizleri dünyanın gözü önünde çok küçük düşürecekti. Exodus yolcularının tekrar Almanya’ya iadesinden sonra dünya kamuoyunda Büyük Britanya İmparatorluğunu eleştiren sesler yükselmeye başlamıştı. Saatler sonra Amiral’in cevabı geldi: Tüm şartları kabul etmişti ve şeref sözü veriyordu. Ancak yolcuları Yahudiler değil, İngilizler Famagusta’ya götürecekti; böylece de Araplar onları görmeyecekti. Bazı yolcular direnmeyi seçtiler ama Yossi gelen emirlere uyulması gerektiğini bildirdi. Aslında o da teslim olmaktan memnun değildi ama mantık bunu emrediyordu. İngiliz tayfalar gemilere silahsız bindi ve kumandayı ele aldılar. Ancak ürkmüş görünüyorlardı. Çünkü binlerce çift göz onlara nefret ile bakıyorlardı. Yossi, İspanyol kökenli eski mürettebatı saygı ile uğurladı. Bitkindiler ama gene de ‘Beşinci Tugay’ın marşını söylüyorlar ve Pablo Neruda’nın şiirlerini okuyorlardı. Bu kişiler İspanya iç savaşını yaşamıştı. Bir ara Jozeph adında bir delikanlı ortaya çıktı. Kardeşiyle 1932’de Filistin’e gelmişti. Faal Komünistlerdi ama İngilizler onları 1937’de sınır dışı etmişti. Kardeşi önce Paris’e, oradan da İspanya’da savaşmaya gitmişti. II. Dünya Savaşı patlayınca, kardeşi bu kez Rusya’ya savaşmaya gitmiş fakat bir Sovyet tutuklama kampına gönderilmişti. Kendisi ise Polonya’ya gitmiş, 1943’te de Almanlar kasabasındaki tüm Yahudileri Auschwitz’e göndermişlerdi. Bunlara sevgilisi Leah da dahildi ve bir daha da yüzünü görememişti. Kendisi boyacıydı ve kampta öldürülmekten kurtulmuştu. Bir Kapo (kamp polisi) ona kardeşini Komünist yer altı direnişçileri arasında gördüğünü söylemişti. Joseph de bu örgüte dahil olarak kullandığı boya nefti ile benzin istasyonunu havaya uçurdu ve kaçtı. Kampın müttefikler tarafından tahliye edilişinden sonra Joseph, İngilizlere sığınmıştı. Onlar da onu tutuklu Almanlarla aynı mahpushaneye kapatmıştı. Almanlar ona tükürmüş, üzerine işemişler fakat İngilizler sadece gülmüştü. Joseph artık evliydi, karısı hamileydi ve Kudüs’e yerleşmek istiyordu. Bu acıklı öykü herkesi derinden etkiledi.

KIBRIS’A VARIŞ

Kıbrıs’ta ‘Pan York’ ve ‘Pan Crescent’ rıhtımda demir attılar. Yossi limanda İngilizleri gördü; saldırmaya hazırdılar. İspanyol kökenlileri korumak için nasıl yolcuları kaydetmeden tahliye edeceklerinin tartışması başladı. İngilizler tekrar kıvırmaya başlamıştı ve Amiral da verdiği söz yüzünden köpürüyordu. Ama Amiral şeref sözünü tuttu ve yolcular sulh içinde tahliye edildi. Amiral bir sürü askeri ve subayı tarafından çevrili iken geminin kaptanının kim olduğunu sordu. Yossi kendini takdim etti fakat Amiral karşısında 28 yaşında bir genç görünce inanamadı. Bu arada genç bir kız Yossi’nin avucuna bir not yerleştirdi. Notta Hagana’nın kamptaki yer altı teşkilâtının kodu yazılıydı. Yossi temasa geçince, onları kaçıracak kişi olan Gadda Shocet’in tutuklanmış olduğunu öğrendi ve derhal yolcuların tahliyesini durdurdu. Büyük bir patırtı koptu. Yossi tutuklunun kendi mürettebatından olduğunu ve anlaşmaya göre serbest bırakılması gerektiğini savundu. Sonuçta İngilizler Gadda’yı serbest bıraktı.

Kampta direniş örgütü Palmach’ın adamları vardı ve bundan sonrası onların işiydi. Yossi’yi çadırların altından kazılmış dar ve sıkıntılı bir tünelden kaçırdılar. Çıkışta onları bekleyen bir Haganah mensubu, iki Kıbrıslı Yunan direniş örgütüne ait vasıta ile kendisini kıyıya götürdü ve lastik botlarla denize açılıp kaynaşan İngiliz gemilerinin arasından sıyrılıp Sezarya’da Filistin’e ayak bastılar. Yossi Tel Aviv’e gitti. Orada otobüse bindi; cebinde bilet alacak parası yoktu. Sürücüye yakardıysa da netice alamadı ve sürücü onu kapıya koydu. Yossi evine yürüyerek gitti!

Ertesi sabah Yossi’yi bir düşünce aldı. Yüreğinde sanki bir boşluk duyumsuyordu. Holokost’tan kurtulabilen 400 bin kadar Yahudi Filistin’e sığınmaya çalışmıştı ama küçük bir kısmı bunu başarabilmişti. Bu iş Ağustos 1945’te ‘Dalin’in taşıdığı 35 mülteci ile başlamıştı. Bu son yolculukta ise 15.236 mülteci taşınmıştı. Exodus’ten sonra Filistin’de bir özgürlük savaşı başlamıştı. Yeni bir perde açılıyordu. Ama bu Exodus meselesi kendisinden oluşmamıştı; milyonlarca can verilmişti; buna sebep olan ulusların tarihçesine kara bir leke sürülmüştü. Tüm kapılar Yahudilerin yüzüne kapanmıştı ama Raoul Wallenberg misali başka uluslardan salih kişiler ve Hillel Kook gibi Yahudiler, Müttefiklerin zalim ilgisizliğine karşın az da olsa bir şeyler yapmaya çalışmıştı. Ama kiliseler olsun, basın olsun, entelektüel İngilizler olsun, hepsi Holokost’tan kurtulanların tekrar Almanya’ya doğru sınır dışı edilmesine sessiz kalmıştı. Doğum yaparken ölen kadın, suya düşüp boğulan bebekler… Yossi’nin zihninden çıkmıyordu. 2.347 Yahudi mülteci bu yolculuklarda batan gemileriyle boğularak can vermişti. Aklına Kladova olayı geldi. 700 mülteci Tuna Nehrinde sıkışmış, soğuk sularla boğuşmuş, kazdıkları çukurda vurularak öldürülmüşlerdi… Bunu ‘Struma’, ‘Mefkûre’ ve ‘Salvador’ gemilerinin yaşadığı felâketler izlemişti. Bütün bunlara rağmen 115 bin mülteci Filistin’e vasıl olabilmişti. Bu kişiler ve bunca verilen kurban, yeni kurulacak bir devletin adeta kendisi olmuştu.”

Kaynakça: ‘Commander of the Exodus’, Yoram Kaniuk, Grove Press, NewYork, 1999, S. 187-207.