Amerikan Rüyasını Ters Yüz Eden Film

Coen Kardeşler ile George Clooney’Nin senaryosunu müşterek yazdıkları ‘SUBURBİCON’ yılın en iyi filmlerinden biri

Viktor APALAÇİ Sanat
13 Aralık 2017 Çarşamba

Dışarıdan bakıldığında cennetten bir köşe görünümdeki ‘Suburbicon’ kasabasına siyahi bir ailenin taşınmasıyla ırkçılık hortlar. 1958’de geçen konusuyla film, ırkçılığın tavan yaptığı bu kasabada, radikal kararlar almış kötü ruhlu insanların yaptığı resmigeçide odaklanıyor. Coen Kardeşler bu ‘Fargo tadındaki’ senaryolarını beyaz perdeye aktarmayı düşünürken, George Clooney yönetmenliği üstlenmek konusunda Coen’leri ikna etmeyi başarmış. Film konusuyla, aynı yılın diğer bir ırkçılık dramını anlatan ‘Loving’i akla getiriyor. Film olayları, tümüne tanık olan, 10 yaşlarındaki naif, masum bir çocuğun gözünden anlatıyor. Sürprizlere gebe, tansiyonu hiç düşmeyen filmde, şantaj ve cinayetin her türlüsü var. Film senaryosundaki seyirciyi ters köşeye yatıran sürprizleriyle, kara mizah soslu, iğneleyici tonu ve hicviyle başarılı bir suç kara komedisi.

‘SUBURBİCON’

Sen: Joel Coen-Ethan Coen-George Clooney – Grant Heslov

Gör. Yön: Robert Elswit, Müzik: Alexandre Desplat, Kurgu: Stephen Mirrione

Oyun: Matt Damon – Julianne Moore- Oscar Isaac – Noah Jupe –Glenn Flesher – Alex Hassel – Gary Basaraba – Jack Conley – Tony Espinoso

‘Suburbicon’, 1950’li yıllarda ABD’de cadı avını başlatan Wisconsin senatörü, komünist avcısı, bağnaz Joseph McCarthy’nin insan hakları konusunda ülkesine verdiği zararları anlatan filmler zincirine eklenen son halka.

‘Sububicon’un Amerikan rüyasını ters yüz eden filmler kervanına katıldığını da söylemek mümkün. Irkçılığın ABD’de tavan yaptığı, siyah tenlilere ikinci sınıf insan muamelesi yapılıp, evlerinin yıkılıp yakıldığı bir dönemde geçen konusuyla filmde, bir market sahibinin zenci kadın müşterisine mal satmayı reddettiğini görüyoruz.

1947’de kurulan Suburbicon kasabası, bakımlı evleri ve nezih ortamıyla, huzurlu yaşamıyla, son derece cazip bir yaşam merkezidir. Eşi Rose (Julianne Moore) ve oğlu Nicky ile burada mutlu ve huzurlu bir hayatı Gardner Lodge (Matt Damon), mahallelerine Afro-Amerikalı bir aile taşınınca işin rengi değişir.

 Dışarıdan bakıldığında Suburbicon cennetten bir köşe görünümü vermektedir. Bu mahallede aileler güvenli, mutlu ve huzurludur. Komşuluk ilişkileri naif sayılabilecek kadar kibar ve uyumludur. Bu buzdağının görünen kısmıdır. Komşu eve bir siyahi ailenin taşınmasıyla, Gardner mahalledeki kirli oyunlar arasına kalacak, şantaj ve intikam hevesiyle örülmüş duvarlarda bir maceraya atılacaktır.

1959’da geçen konusuyla film, herkese eşit haklar hareketinin hemen öncesinde, ırkçılığın tavan yaptığı bir kasabada, tahammülsüzlüğün Amerika’yı patlamaya hazır bir ülke haline getirdiğini anlatıyor.

Film,  sorunlu olan insanların çok kötü kararlar vermesinin öyküsü. Bu radikal kararlar almış kötü ruhlu insanlar arasında Gardner Lodge da var.

Bir gece evlerine hırsız girince Gardner şüphe uyandıran bir biçimde sakin kalır. Hırsızlar ev halkını uyutmak için kullandıkları kloroformun ölçüsünü Rose’da aşırı derecede kullanınca genç kadın bir daha uyanmaz.

ŞANTAJCI BİR SİGORTA DEDEKTİFİ

Cenaze merasiminde Rose’un ikiz kız kardeşi Margaret’in evin hanımı rolünü üstlendiğini görürüz. Polisin yakaladığı şüpheliler arasında Rose’un iki katili de vardır. Nicky babasıyla teyzesinin kendilerini teşhis etmeyip suskun kalmalarına tanık olunca, etrafta garip şeylerin döndüğüne kanaat getirir. Ve ailesine karşı ilk kez güveni sarsılır.

İyi eş ve baba olarak takdim edilen Gardner’in, mahallenin ihanet, aldatma ve şiddet dolu karanlık köşeleri gibi, gizli bir ajandası olduğunu çok geçmeden anlarız. Nicky gece yarısı babasının Margaret’in odasına sessizce girdiğini görünce, Gardner’in kiralık katilleri karısından kurtulmak için tuttuğuna emin oluruz.

Irkçı kasaba halkı mahalleye yeni taşınan siyahi ailenin hayatını zindan etme peşinde koşarken, komşu evde üst üste yaşanan garip olaylardan sadece küçük Nicky haberdardır. Ölümcül olayların araştırılması için polis çağırmak kimsenin işine gelmez.

Rose’un hayat sigortasından gelecek para ile Gardner, ‘baldan tatlı baldızı’ ile uzaklara taşınmayı düşlüyordur. Sigorta dedektifi, Clark Gable bıyıklı, komik çerçeveli gözlüklü, hırpani Roger’in (Oscar Isaac) olayı soruşturmak üzere çıkıp gelmesiyle bu rüyanın gerçekleşmesi tehlikeye girer.

Evde yalnızken Rose’u ziyaret eden Roger, Gardner’in maddi sıkıntı içinde yaşadığını, aylardır bankaya mortgage taksitlerini yatıramadığını anlatır. İş dönüşü eve geldiğinde Gardner, Roger’ın karısının hayat sigortasının tamamında gözü olduğunu öğrenir. Roger’in yakaladığı izi sonuna kadar takip edip paranın tümüne ulaşmak için, şantaj dâhil yapamayacağı şey yoktur.

Kiralık katiller kendilerini sürekli atlatan Gardner’den söz verdiği parayı tahsil edebilmek için sürekli ölümcül yöntemler geliştirirler.

Kasaba halkı siyahi ailenin evine saldırıp arabasını yakarken, komşu evdeki Gardner önüne çıkan yeni engelleri ölümcül çözümlerle ortadan kaldırmayı planlar. Nicky’nin evde ayak altında dolaşmasını engellemek için kendisini yatılı askeri akademi okuluna yazdırdığını söyler. Babası ve teyzesinin yaşattığı dehşet karşısında çaresiz kalan Nicky dayısından yardım ister.

Filmin müthiş finalinde taşlar yerine oturur.

FİLMDE HERKESİN GİZLİ BİR AJANDASI VAR

‘Suburbicon’ sürprizlere gebe konusuyla gerilim tansiyonu hiç düşmeyen bir film. Clooney’nin yüksek tempolu mizanseniyle iki saatin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Elindeki zengin senaryonun hakkını veren düzgün sinematografisi, öykü anlatmadaki ve oyuncularından verim almadaki becerisiyle Clooney tam not alıyor.

Film, seyirciyi ters köşeye yatıran sürprizleriyle, kara mizah soslu, iğneleyici tonu ve hicviyle başarılı bir suç kara komedisi.

‘Suburbicon’ bizde vizyon şansı bulamayan, Jeff Nichols’un ‘Loving’iyle (2016) konusu itibariyle akrabalıklar taşıyor. Ruth Negga’ya Oscar adaylığı getiren ‘Loving’in konusu Virginia’da zencilerin beyazlarla evlenmelerini yasaklayan 1958’de geçiyordu. Bu tür bir evlilik yapan bir çiftin başlattığı hukuk savaşı, insanın yüreğine hitap eden bir dille anlatılıyordu.

Filmin mükemmel ve uyumlu oyuncu kadrosuna gelince: ‘Good Will Hunting’ (1997) ile Ben Affleck’le En İyi Senaryo Oscar Ödülü’nü paylaşan Matt Damon, çıkarcı, bencil, katil ruhlu, sinsi Gardner rolünde çok başarılı.

Beş kez aday gösterildiği Oscarlarda, 2015’te ‘Stil Alice’ ile ödüle ulaşan, Cannes 2014’te ‘Map of Stars’ ile En İyi Aktris seçilen Julianne Moore, Rose-Margaret kardeşleri bilinen rahatlığıyla canlandırıyor.

Guatemalalı aktör-müzisyen Oscar Isaac 2013’te Coenlerin ‘Inside Llewyn Davis’inin başrolünde parlamıştı.

Çocuk oyuncu Noah Jupe’yi geçen hafta ‘Monster’da işlemiştik.

 

COEN-CLOONEY ORTAKLIĞI

Coen Kardeşler 1986’da ‘Kansız/Blood Simple’ filminin ardından ‘Suburbicon’un senaryosunu kendileri yönetmek amacıyla yazmışlardı. Başrol için de George Clooney’i düşünmüşlerdi. Clooney, Ethan- Joel Coen’in kara komedisi ‘Neredesin Be Birader/O Brother, Were Art Thou?’ (2000) filminde oynamıştı.

Ancak ‘Suburbicon’un dörtlü senaryo ekibinde yer alan George Clooney, yönetmenliği üstlenmek konusunda Coenleri ikna etmeyi başarmış. Başrolü oynamak da Matt Damon’a düşmüş.

Coenler, ‘Fargo’da olduğu gibi, ‘Suburbicon’da da cinayet konusunda ellerini korkak alıştırmıyorlar. ‘Fargo’da karısını kaçırmaları için iki karanlık adam kiralayan hayırsız damat, kayınpederinden fidye parası koparmayı hesap etmişti.

‘Suburbicon’da onun yerini şeytani planlar yapmada usta, mazbut aile reisi Gardner Lodge alıyor.

‘Fargo’ ile 1996’da En İyi Senaryo Ödülü’nü kazanan Ethan Coen, aktris eşi Frances Mc Dormand’ı En iyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscar’ının sahibi yapmıştı. Ethan Coen, Cannes’da da ‘Fargo’ ile ‘En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazanmıştı.

Coen’lerin çocukluk yıllarını geçirdikleri Minnesota’nın karlı coğrafyasını fon olarak kullanmayı tercih ettikleri ‘Fargo’dan sonra, yeni kara filmleri ‘Suburbicon’un konusunu hayali bir kasabada geçiriyorlar.

Her iki filmde de cinayetin her türlüsü var.

Coen’ler bu kez senaryoyu, tüm karanlık olayların tek görgü tanığı olan on yaşlarındaki masum, naif bir çocuğun bakış açısından yazmayı tercih etmişler.

Coen’ler izleyicilerini tekinsiz, ölümcül bir mahalleye gizemli bir yolculuğa davet ederken, kötü ruhlu kahramanlarına görkemli bir resmigeçit yaptırıyorlar.

Toplumun refahını simgeleyen tek katlı, bahçeli, modern, şirin evlerden oluşan mahalleleri, Gary Rose’un ‘Yaşamın Renkleri/Pleasantville’ (1998) ve Sam Mendes’in ‘Amerikan Güzeli/American Beauty’de (1999) izlemiştik.

Coenlerle G. Clooney, yanlarına oyuncu yazar Gant Heslov’u da alarak, tutucu, ırkçı orta sınıf Amerikalılara, Anglosakson ırkçı beyazlara ciddi bir eleştiri getiriyorlar.

Film, Coen’lerin demirbaş kameraman Robert Elswit’in başarılı görselliğinden, Fransız usta Alexandre Desplat’nın dönemin atmosferini yansıtan müzik partisyonundan destek alıyor.

George Clooney ile bitirecek olursak, bu 56 yaşındaki aktör-yapımcı-senaryo yazarının aktifinde iki Oscar’ın dışında sayısız ödül var. Yapımcısı olduğu ‘Argo’ 2013’te En İyi Film Oscar’ını, kendisi de 2005’te ‘Syriana’ ile En İyi Yardımcı Aktör Oscar’ını kazanmıştı.

2002’de kameranın arkasına geçerek, ‘Tehlikeli Aklın İtirafları’ ile başlattığı yönetmenliğinde ‘İyi Geceler, İyi Şanslar’ ile Oscar’a altı dalda aday olmuştu.

2011’de ‘Zirveye Giden Yol’ için yazdığı senaryo dalında Oscar adaylığı aldı. Başrolünü oynadığı, Alfonso Cuaron’un ‘Yerçekimi/Gravity’si 2013’te yedi Oscar ödülü kazandı.

Birleşmiş Milletler Barış Elçisi olan sanatçı, sosyal hayatta da çok etkili. Birçok yardım kampanyasında ve siyasi konularda ön planda ve medyatik olmayı başarıyor.

Clooney zaman zaman çeşitli dergilerin anketlerinde, yaşayan en seksi erkek seçilmiştir.