“Fatih Terim + Lucescu = ?”

Rıfat KARAKÖY Köşe Yazısı
29 Kasım 2017 Çarşamba

Les Bleus... Fransızca kelime anlamı ‘maviler’. Fransız Milli Takımı’nı sembolize ediyor bu kelime. Bu isimle bir belgesel yapmış Fransızlar. İzleme şansım oldu ve oldukça beğendim. Beğenmemin sebeplerini düşünürken de Fransa Milli Takımını biraz bizim Milli Takıma benzettiğimi fark ettim.

Fransa Milli Takımı’nın adı ilk kez 83-84 sezonunda kazandıkları Avrupa Şampiyonluğu ile duyulmuştu. Ardından çok uzun süre herhangi bir başarıları olmamıştı. Bir sonraki unvanı kazanmaları tam 15 yıllarını almıştı, ama bu unvanın üzerine bir unvan yoktu: Dünya Şampiyonluğu!

1998 yılında Dünya Kupası Fransa’da düzenlenmişti. Brezilya; Ronaldo, Roberto Carlos, Dunga, Cafu, Bebeto, Rivaldo’lu kadrosuyla kupanın bir numaralı favorisiydi. Ancak Fransızlar bu kupayı kazanmayı kafalarına koymuşlardı. Zira bu jenerasyonları Fransa’nın en iyilerinden biri olarak gösteriliyordu. Fabian Barthez, Lilian Thuram, Petit, Djorkaeff ve tabiki takım lideri Zinedine Zidane! Finalde bu iki takım karşı karşıya gelmişti ve o gün Zidane öyle istediği için Fransa Dünya Şampiyonluğu’nu kazanmıştı. Ardından 2000 yılında aynı jenerasyonla Avrupa Şampiyonluğu gelmişti.

Bu iki büyük başarıdan sonra çöküş başlamıştı Fransa’da. Ardı ardına teknik direktör değişimleri. Takım içerisinde kamplaşmalar ve doğal olarak gelen başarısızlıklar…

Fransa’nın en büyük sorunu olan Fransız milliyetçiliği milli takımada yansımıştı. Zidane’nın Cezayir kökenli olması, Thuram gibi siyahi oyuncuların aslen Fransız olmamaları günlerce, aylarca tartışıldı. Bazı çevreler bu isimlerin Fransız bile olmadığı üzerinde durdu. Bazıları ise Fransız pasaportu taşıyan herkesin Fransız olduğunun altını çiziyordu. Milli marşı söylemeyen oyuncular vatan haini ilan ediliyordu. Bu tartışmalarda ise olan gerek politik gerekse sportif açıdan Fransa’ya oldu. Millet artık milli takımı bir sorundan başka bir şey olarak göremez olmuştu. 98 yılında kazanılan başarıyla bütün Fransa halkını bir araya getiren ‘Les Bleus’ artık sevilmiyor, deyim yerindeyse tat vermiyordu.

Birçok teknik adam denenmiş ancak başarı bir türlü gelmemişti. Teknik direktörlerin bütün oyuncuları tek bir çatı altında birleştiremediği eleştirileri bitmek bilmiyordu. Taa ki Milli Takım’ın başına Didier Deschamps gelene kadar. Fransız teknik adam yıllarca bu coğrafyada yaşamış, futbol oynamıştı. Herkesin ne düşündüğünü ne beklediğini iyi biliyordu ve milli takımı yine bir bütün haline getirmeyi başarmıştı.

2016 Avrupa Futbol Şampiyonası Fransa’da düzenleniyordu. Fransızlar uzun bir süreden sonra yine milli takım için heyecanlıydı. Birçok Afro-Fransız vardı kadroda ancak bu artık kimsenin umurunda değil gibi gözüküyordu. Herkesin görmek istediği tek şey kendi evlerinde Fransa Milli Takımı’nın kupayı kaldırmasıydı. Finale kadar geldiler, ama olmadı. Portekiz uzatmalarda Fransa’yı mağlup edip kazanmıştı unvanı. Halk takımı bağrına basıyor ve alkışlıyordu. Fransa Milli Takımı artık birçok otorite için bir sonraki büyük turnuvanın en büyük favorisi olarak görülecekti.

Türk Milli Takımı’na gelince 2000’li yılların başında hepimize keyif veren, heyecan veren bizi birleştiren milli takımımız artık sadece bir problem olarak gözüküyor. Arda’nın milli takımı bırakması, Fatih Terim’in tazminatı, Lucescu’nun sözleri, gurbetçi oyuncularla Türkiye doğumlu oyuncuların kaynaşamaması, diğer gruplaşmalar, prim muhabbetleri… Futbol yerine bunlar konuşuluyor. Lucescu iyi bir taktisyen, Fatih Terim iyi bir motivatör. Ancak Lucescu milli takımı tekrar bir araya toplayabilecek bir unsur olabilir mi? şüpheliyim. “Fatih Terim + Lucescu = ?” denklemini çözebildiğimiz gün yani Türk Didier Deschamps’ımızı bulduğumuz gün bence milli takımımız yeniden bize zevk vermeye başlayacak!