Kanseri sevmedim ama minnettarım

Sağlık
9 Ekim 2017 Pazartesi

İris Mercan

Sorun aslında kanser değil, kemoterapi.

Evet belki kemoterapi görmeseydim ölecektim ama kemoterapinin de beni pek yaşattığını söyleyemem. Kemoterapi tümörümü yok ederken beni de darmaduman ediyor. Teşhis konmadan önce aylarca tümörümle birbirimizden habersizce, normal bir insan gibi yaşamıştık; kıtalar arası yolculuklar yapıp, en yakınlarımın düğününde göbek bile atmıştık. Tamam, biraz abartıyorum; son zamanlarda nefes darlığı, uyku sıkıntısı, gece terlemesi yaşıyordum ama kimseye muhtaç olmadan yuvarlanıp gidiyordum işte. Gel gör ki teşhis konup kemoterapi başladığından beri - 25 yaşında olmama rağmen - kendimi 90’ına yaklaşmış hissediyorum. İki adım yol yürüyemiyorum, kendim hiç bir işimi halledemiyorum. Bırakın yatağımı toplamayı, duşumu kendim olabilirsem “Ne mutlu bana” diyorum. Yemeğimden giyinmeme, uyumamdan uyanmama yaptığım her şeyde birine bağlı olmak beni üzüyor. Kel olmayı saymazsak, geçtiğimiz altı ayda alışamadığım yegâne şeylerden biri bu kadar ‘bağlı’ yaşamak. Tek bir kişiye bağlanmaya herkes alışıktır genelde ama benimki öyle değil; tek bir kişiye değil herhangi bir kişiye bağlıyım ben.

Neyse ki güzel insanlar biriktirmişim. Ben itsem de gitmeyen, her gün bana güç veren, gücümü hatırlatan insanlar.

Güçsüz bilirdim kendimi, zayıf yönlerimi bilip onları geliştirmekten hep kaçtığım için en başından yenilgiyi kabullenenlerdendim. Ama bu sefer yenilemezdim. Ne kadar kaçsam da bu sefer savaşmak zorundaydım. Teşhis konduğu gün doktorun da dediği gibi 52 haftalık bir mücadele bekliyordu beni. Ben de amatörce attım kendimi savaşa. Dedim ya kilit nokta aslında güzel insanlardı. Çünkü ben, hiçbir zaman kendim için bir şey yapmadım, sevdiklerim için yaptım her şeyi. Bu savaşa da kendim için girdim sanmayın sakın. Sevdiklerim için girdim, kalbi benim için çarpan, duasında adım geçen herkesi mutlu etmek için. Kalbimde yer edinen, kalbinde yer edindiğim herkes benim için seferber olmuştu; onları yüzüstü bırakmamak için girdim işte. Sevilmeyi ne kadar çok sevdiğimi hatırladım sayelerinde. Şimdi beni güçlü buluyorlar ya, inanır mısınız ama beni güçlü bulan insanlardan aldım bu gücü. İlkokuldaki spor öğretmenimden, lisedeki sıra arkadaşımdan, evin karşısındaki otopark görevlisinden, karşı sokaktaki telefon tamircisinden aldım. Eklemeden edemeyeceğim; dini inançları pek güçlü olmayan ben, derdini veren Allah’ın gücünü de verdiğini gördüm. İğneden kaçmak için tebeşir tozu yutan ben, nelere gülüp geçmeye başladım.

Başlarda her şey çok pembeydi. Kanserdim (lenfoma) ve iyileşecektim; hiç bir detaydan haberim yoktu. Hâlâ gripmişim de bir yıl sürüp geçecekmiş gibi geliyordu. Binlerce insan, yüzlerce telefon, onlarca ziyaretçi ve her gün aldığım tek ilaç ‘lustral’ oyalıyordu beni. Salak gibiydim. Etrafımdaki herkesin neden bu kadar mutsuz ve panik halinde olduğunu anlamıyordum, çünkü henüz hiçbir şeyin farkında değildim. Günler geçtikçe ters orantı başlamıştı. İnsanlar rahatlamıştı, unutmuştu, boşlamıştı; benim paniğim ve mutsuzluğum ise gün geçtikçe artmıştı (6 ay 25 gün geçti, her gün artmaya devam ediyordu).

En çok gittiğim yer hastane, en çok duyduğum söz “Geçmiş olsun” olmuştu. Damar yolu, kemoterapi, kan sayımı, intretekal, biyopsi gibi gerçekler teker teker değil, bir anda yüzüme vurmaya başlamıştı.

Değişmiştim, ben değildim artık. Tenim, kokum, olmayan saçlarım ve gözlerimdeki ışık…

Sosyal hayatımdan, özgür ruhumdan, cinsel güdülerimden ve en acısı benliğimden çok kısa zamanda kopmuştum. Artık yegâne muhabbetim ve düşündüğüm şey, kanımı hangi hemşirenin alacağı ya da nötrofillerimin ne kadar düşük olduğuydu. Bakmayın, böyle yazıldığında okuması kolay oluyor ama yaşaması inanın çok kolay değil. Tabi ki ilk kanser olan genç ben değilim, keşke son olsam ama eminim ki son da değilim. Ama zor arkadaş. Ne kadar çok sevilseniz de, etrafınızdaki herkes tarafından günün her anı şımartılsanız da yatağa girdiğinizde, ya da ne biliyim tuvalete girip Instagram’da gezindiğinizde boğazınız düğümleniyor işte.

Keşkeler…

Belkiler…

Nedenler?

Hayaller...

Pişmanlıklar da en kötüsü. Aklından geçirip “Yanlış olur, herkes ne der?” diye düşünüp yapmadığın her şey için “ah be” diyorsun. Koşarak geri dönmek istiyorsun ama ya bir bardak soğuk su içiyorsun ya da kocaman bir iç çekiyorsun.

Kimseyi üzmek ya da şikâyet etmek için yazmıyorum bu satırları ama insan paylaşmak istiyor. İnşallah yaşamayın ve anlamayın hiç bir zaman şu yaşadıklarımı ama ne kadar zor olabileceğini bir hayal edin istiyorum arada. Hayal edin ki şükür edebilin.

Her sabah uyandığınızda başta kendiniz olmak üzere etrafınızdaki herkesi ne kadar çok sevdiğinizi hatırlatın kendinize. Gülecek, şükür edecek sebepler yaratın. Lütfen daha çok gülün! Kendi gücünüzü asla küçümsemeyin. Bu yaşadıklarımın hiçbirini yaşamanıza gerek yok gücünüzü görmek, kendinize saygı duymak için.

Kanseri sevmedim, ama bana kendi içimdeki gücü gösterdiği için ona minnettarım.

Neyse siz sadece şükredin, o kadar aslında.

Not: Bu mektup, CNN Türk ve Hürriyet’in internet sayfalarında da yayınlanmıştır.