Güvenlik şart

Güvenlik temel ihtiyaçlarımızın başında geliyor. Korkularımızı yatıştırmak üzere, can, mal, iş, yatırım gibi birçok konuda, kayıp ve saldırı tehdidine karşı büyük bedeller, vergiler, sigortalar ödüyoruz. Peki, hâlâ tam olarak kendimizi güvende hissedebiliyor muyuz? Umut edelim ki yakında başlayacak gece bekçisi uygulaması bunun üstesinden gelsin. Rembrandt Harmenszoon van Rijn’ın ‘Gece Devriyesi’ adlı yapıtının güvenlikle ilgili endişelerimizin hiç olmadığı kadar arttığı gündemimize uyacağını düşündüm.

Esra CARUS Perspektif
6 Eylül 2017 Çarşamba

eçtiğimiz haziran ayının başında, Amsterdam’daki Rijksmuseum 10 milyonuncu ziyaretçisine bir sürpriz hazırladı. Bu izleyici geceyi Rembrandt’ın ‘Gece Devriyesi’ adlı tablosunun karşısında hazırlanan yatakta geçirdi. Masum birini töhmet altında bırakmak istemem ama, ilerleyen saatlerde aşka gelip şampanya şişesini resme fırlatmamış olması büyük şans. Şaka değil, bu resim asitli ve bıçaklı olmak üzere birkaç kez saldırıya uğramıştı. Oysa II. Dünya Savaşı’nda bile bir mağarada özenle saklanmış ve korunmuştu.

Güvenlik temel ihtiyaçlarımızın başında geliyor. Korkularımızı yatıştırmak üzere, can, mal, iş, yatırım gibi birçok konuda, kayıp ve saldırı tehdidine karşı büyük bedeller, vergiler, sigortalar ödüyoruz. Peki, hâlâ tam olarak kendimizi güvende hissedebiliyor muyuz? Umut edelim ki yakında başlayacak gece bekçisi uygulaması bunun üstesinden gelsin.

Rembrandt Harmenszoon van Rijn’ın ‘Gece Devriyesi’ adlı yapıtının güvenlikle ilgili endişelerimizin hiç olmadığı kadar arttığı gündemimize uyacağını düşündüm. Sanatçının en beğendiğim resmi olmasa da Rembrandt benim için 20. yüzyıl sanatına kadar tartışmasız ilk üçtedir. Sanat tarihinin sembol yüklü, gizli kodlar ve göndermelerle bezeli; Batı resminin de başyapıtlarından biridir. Halen sergilendiği Rijksmuseum bir anlamda bu eser etrafında kurulmuştur. Her ne kadar adı Gece Devriyesi olsa da aslında öykü gündüz vakti geçer. Koruma amaçlı cilalar ve zamanın tozu nedeniyle koyulaşan resme sonradan bu ad verilmişti.

Gece devriyesini özel  yapan neydi?

Resmi özel yapan şey, içeriği ve yaratıldığı dönemin yaşantısı hakkında verdiği bilgidir. 16oo’lerin ilk yarısında Amsterdam nasıl bir yerdi? “Burada istediğiniz her şeyi satın alabilirsiniz, özgürsünüz ve güvendesiniz” diyen Descartes’ın ve Spinoza’nın da ikamet ettiği bir muhitti mesela.

Avrupa’da 30 Yıl Savaşları sürerken Amsterdam en güçlü pazarlardan biri haline gelmişti. Rembrandt bu resmi yaptığı sırada ülkesi hâlâ bağımsızlığı için savaşıyordu. Hollandalılar deniz savaşlarında İspanyollara karşı başarılıydılar ve Amerika’da kolonileri vardı. Deniz savaşları, büyümenin ve meydan okumanın alanıydı o sırada ama aynı zamanda karada da savaş sürmekteydi.

Kalvinistlerin resmi kiliseden çıkarmasıyla, Ortaçağ’da görsel vaazlar şeklinde kullanılan dini konular terkediliyordu. Din adamlarının portreleri ve savaş sahneleri ressamların konu repertuarından çıkmıştı. Mezhep çatışmaları yüzünden dini ve siyasi amaçlar birbirine karıştığı için kilisenin otoritesi zayıflamıştı.

Monarşiden burjuvaziye geçerken, daha çok yöneticilerin resimleri yapılmaya başlanmıştı. Ancak o güne kadar Amsterdam’da zengin ve güçlü ailelerin yokluğu her şeyde hissediliyordu. Büyük saraylar, anıtlar ve heykeller yoktu. O nedenledir ki Flaman resminin arka planında, sokaklar ve kanallar, kilerler, birbirine yaslanmış küçük yapılar yani orta sınıf yaşamı vardır.

Grup resimleri de Hollanda’ya özgü bir türdü. Askeri figürler, milisler ve muhafız alaylarının resimlerinin yapılması modaydı. Bunlar orta sınıfın özgüvenini, sivil toplumun gücünü ve Hollanda’nın monarşiye karşı yarattığı alternatifi ortaya çıkarıyordu. Yöneticilerin hiyerarşik bir düzende resmin içinde gösterilmesi bekleniyordu sanatçılardan.

Rembrandt’ın sipariş aldığı bu grup resminde, tüccarlardan oluşan milis birliği olacaktı. Bir resmi-geçitti istenen, güvenlikle ilgili herhangi bir görevleri olmadığı halde, gösteri yürüyüşüne başlamak üzere bir araya gelmiş, şehrin ileri gelenleriydi resimdeki figürler. Onları hareket halinde, yürüyen, davul çalan ve silah kullanan muhafızlara dönüştürdü sanatçı.

Resmin ön kısmında gördüğümüz siyah giyimli, beyaz yakalı figür Yüzbaşı Frans Banning Cocq’tur. Kırmızı kuşağı ve diğerine göre uzun boyundan yüksek rütbede olduğunu anlıyoruz. Yanı başında yardımcısı sarı giysileri ve beyaz kuşağı ile Teğmen Willem van Ruytenburch’a, halkı yürüyüşe geçirmesi talimatını verirken resmedilmişti. Sanatçının karısı Sacha’ya çok benzeyen küçük kız, onca yetişkin erkeğin arasında ne arıyor? Resmin en vurucu mesajları bu üç figürün çevresinde geçer. O kısmı aydınlatmış özellikle Rembrandt. Kızın kemerine iliştirilmiş ölmüş tavuk, büyük pençesi nedeniyle askeri birliğin sembolüdür (Ortaçağ’da bu kartal pençesiydi). Felemenkçede ‘kloven’ (klauw/claw) pençe anlamına gelir ve birliğin ismi olan Kolveniers’i hatırlatır. Pençe ve silah arasında semiyotik bir ilişki vardır. Yine kırmızı giyimli figürün elindeki uzun namlulu tüfek, sadece Kolveniers Birliğinde bulunan bir silahtı.  

Teğmenin elbisesindeki aslan deseninin (şehrin arması), yüzbaşının elinin gölgesi içinde olması, şehrin onların kontrolünde olduğunu gösteren bir başka güç göstergesidir. Böylelikle siparişi verenlerin kimliği ve kudreti hakkında şüpheye yer kalmamıştır.

Yapıtta Hollanda Katolikleri (Yüzbaşı) ve Protestanlarını (Teğmen) sembolik olarak bir araya getirmişti Rembrandt. Bu nedenle Gece Devriyesi Hollanda milliyetçiliğini temsil eder ve ulusal açıdan büyük önem taşır.

Resimdeki silah, bayrak, kol ve bacak hareketleri bir dinamizm kattı kompozisyona. Birazdan sanki davul çalmaya başlayacak ve tüm birlik harekete geçecektir. Yüzbaşı ve Teğmen’in neredeyse çerçeveden çıkıp üzerimize doğru yürüyecek olduğu yanılsamasıyla, kusursuz bir üç boyut efekti yarattı sanatçı. Arka plan, renkli ve ışıklı bir sahne ile zıtlık oluşturarak gerilimi arttırdı. Dramatik ışık kullanımıyla adeta bir tiyatro sahnesi resmetti Rembrandt.

Gerçekleri göstermek isteyen Rembrant

Güzelliği, soyluluğu değil, gerçekleri göstermek istedi. Bir öykü yazarı gibi modellerinin ruh dünyasını ve kişiliklerini de tasvir etti. İnsanların içini okuma becerisi vardı Rembrandt’ın; yeni zengin müşterilerinin sözde gösterişli olmayan ama zenginliklerinin de hissettirilmesini beklediklerini hemen anlardı, sade renkler ama az bulunan kürkler ve dantellerle giydirirdi onları. Çok popülerdi, üreten, kazanan aynı zamanda kibirli ve hırslı biriydi. Sacha’nın erken yaşta ölümüyle her şey tersine döndü. Varını yoğunu kaybetti.

Rembrandt zenginlik, güç, şöhret isteği ve tutkularıyla çılgın bir hayat sürerken, hemşerisi Spinoza insan-doğa-Tanrı üzerine düşünüyordu o sırada ve mercek perdahlayarak geçindiği kanaatkâr bir hayatı seçmişti. Birbirlerini tanıyor oldukları tartışmalı bir konudur, Gece Devriyesi yapıldığında Spinoza henüz on yaşında bir çocuktu. Moris Fransez’in olduğu bir sayfada Spinoza’dan bahsetmek haddim değil ve ne söylesem eksik kalacak ama bu kadar semtine uğramışken bir selam vermeden olmayacak.

Aklı ve bedeni engelleyen kuralları sorgulamakla işe başlamıştı Spinoza ve duyguların yönetilebilmesiyle insanın özgürleşeceğini söylemişti temel olarak. Her insanın kendi doğasının akışına göre davrandığını, her türlü eylem ve arzunun bilemediğimiz bir nedensellikten kaynaklandığını ileri sürmüştü. Tanrı ve doğayı eşleştirerek, düşünce tarihinde bir kapı aralamıştı. Ve bunları korunaklı bir yaşamı reddederek yapmıştı. Benim Spinoza’dan anladığım, bir insanın tanrısının da şeytanının da, yeri, yurdu, vatanının da kendi bedeni olduğudur.

Biri tatlı hayat için her şeye eyvallah diyen, diğeri Tanrı ile ilgili bilgiyi şüpheye düşürdüğü için dışlanan; tarihe mal olmuş iki adamın birbirine zıt yaşamından kıssadan hisse çıkarmak niyetinde değilim. Ama bu hayatlar karmaşık bir zamanın ruhunu da özetliyor. Sefahat ve sefaletin iç içe geçtiği, inançların ve yasaların çözüldüğü, geleceğin belirsiz hale geldiği noktada, milliyetçiliğin alevlendiği günümüz dünyasından hiç bir farkı yok.

Reçete belli, mezhepçilik tutmuyorsa, milliyetçilik verelim ki çarklar dönsün. Suça eğilimliler bir yana, sıradan bir yurtseveri, iki flama, üç düdükle ırkçı bir canavara dönüştürmek çok kolay nasıl olsa. İçinde dini motifler olmayan hiç bir milliyetçilik yoktur ki Rembrandt’ın bu hamaset yüklü resmiyle, Charlottesville’de yürüyenlerin kökensel bağı üstüne iyi düşünmek gerekir.

Gerçekler, ilişkiler ve doğa bu kadar tahrip edildikten sonra nasıl olacak bilmiyorum ama yine de güvenliğimiz tam, özgürlüğümüz ve neşemiz bol olsun…

 

Kaynak: ‘What Great Paintings Say’ Volume 2 / Rose-Marie & Rainer Hagen