Neo-Nazizm, Trump, Netanyahu ve kırmızı çizgiler

Nazizm’e karşı Trump susabilir ama Netanyahu’nun çekingen kalma lüksü bile yok. Yahudiler 72 yıldır boşuna mı “Bir daha asla” diyorlar?

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
23 Ağustos 2017 Çarşamba

“Yüz iki yıl önce bugün, ABD’nin sessiz ve sakin şehirlerinden Marietta’da  ırkçı ve antisemit bir çete sokaklara dalıp suçsuz bir insanı katletmişti. Kurbanın adı Leo Frank’tı ve genç bir kadını öldürdüğü iddia ediliyordu. Çete daha sonra Frank’ı öldürdüğü yetmediği gibi linç de etmişti.

Yüz yıldan fazla mücadele ve ilerleme döneminden sonra sokaklarımızda tekrar antisemit çeteleri görmek ümit kırıcı olsa gerek.”

Bu sözler, ABD’li Yahudi asıllı Leo Frank’ın davası zamanında kurulan Anti Defamation League-ADL’nin başkanı Jonathan Greenblatt’e ait.

Greenblatt’ın sözünü ettiği yeni resim, bildiğiniz üzere geçen hafta ABD’nin Charlottesville şehrinde Amerikan neo-Nazilerin gamalı haçlı bayraklarla caddelerde rahatça dolaşıp protesto eyleminde bulunmasıydı. Amerikan iç savaş döneminde köleliği savunan Konfederasyon Birliğine ait kimi şahsiyetlerin ABD’nin birçok şehrinde heykellerinin kaldırılmasına karşı çıkan sağ grupların ülke genelinde yaptığı protestoları kullanıp var olma fırsatı bulan tescilli faşist ve katiller grubu olan Klu Klux Klan örgütü ile neo-Naziler, ABD’nin en yüksek kültürel değerlerinden biri olan ifade özgürlüğünün sınırlarını iyice zorlamış oluyorlardı.

Amerikan caddelerinde Nazi bayraklarıyla özgürce dolaşıldığı bugüne kadar vaki değildi. II. Dünya Savaşı’ndaki düşmanının bayrağı ile ABD sokaklarında gezinmeyi ve hoyratça protesto gösterilerine katılmayı bugüne kadar gören olmamıştı. Düşman bayrağı algısının dışında milyonlarca masum insanı çoluk çocuk demeden, gözünü kırpmadan katleden bir dönem yönetici/halkının ideolojisinin ABD sokaklarında savunmaya kalkışılmasını Donald Trump öncesi kimse hayal bile edemezdi.

Sağcı popülizmin bayraktarlığını yapan Donald Trump ve özellikle etrafındaki aşırı sağ görüşlü danışmanlarından alınan manevi güç Amerikan neo-Nazilerini 2017 yılında inlerinden çıkaracak ve heykellerin yıkılmasına karşı çıkma adına, “Yahudiler bizim yerimizi alamayacaksınız”  veya “Şeytan’ın çocukları Yahudiler” şeklinde pankartlar taşıyacak kadar antisemitizmlerini dışa vuracaklardı.

Donald Trump’ın ilk tepkisi ise tüm dünyayı hayretler içine bırakacak ve ‘her iki tarafın’ da eşit derecede suçlu olduğunu ileri sürecekti. Diğer tarafta ise ABD’nin solcu göstericileri olacaktı. Bunlardan bir kadını neo-Naziler araçlarıyla ezip öldüreceklerdi Trump’ın her iki tarafı da suçlamasından hemen önce.

Görülen o ki, ABD’nin potansiyel aşırı sağcı, faşist ve antisemit damarı Trump’ın iktidarı ile kendilerine bir su yolu bularak ortaya çıkmış durumda. Trump’ın gelen baskılar sonucu, günler sonra neo-Nazileri eleştirmesinin akabinde yeniden ‘her iki taraf’a sorumluluk yüklemiş olması, kafasının bu konuda epey karışık olduğunu somut bir göstergesi olacaktı.

Bu arada Amerika’nın kimi sol kesimlerin aşırıya kaçarak faşistlerin yolunda gittiklerini görmek sol adına da utanç verici olsa gerek. ‘Antifa’ denilen anti-faşist sol grupların üniversitelerde sağcı veya liberal kimi akademisyen veya yazarların konuşmalarını engellemesi sol’a zarar vermekten öte bir işlevi olmasa gerek. Antifa’nın, karşı olduğu ideolojinin baskı yöntemlerini kullanması, olsa olsa bize dönemini ebediyen kapatmış gözüken Stalinist sol’u hatırlatıyor. Heykellerin kaldırılmasını köleliğin simgesini yok etme adına sonuna kadar savunabilirsiniz. Ancak o heykelleri kırarak dökerek, üstünde tepinerek yıkmaya çalışmak benzerlerini çok gördüğümüz sözde masum, şiddet iklimini hatırlatıyor insana. ABD solunun geleceği nokta bu olmasa gerek.

Charlotteseville meselesinde bir başka çok önemli gözlemimiz de olacaktı.

Patagonya’dan Japonya’ya kadar, nerede olursa olsun Yahudi karşıtlığı ile ilgili demeçler vermekten hiç kaçınmayan İsrail Başbakanı Netanyahu, ABD’deki gamalı haçlı bayraklara tam üç gün boyunca tepki vermedi. Bir dünya Yahudi’si, hele hele İsrailli bir devlet adamı Yahudiliğin en büyük travması olan Nazizm’in simgesel varlığına bir saniye bile tahammül etmemeliyken, Netanyahu üç gün bekledikten sonra Trump’ı üzmeyecek bir söylem ve çok kısa sözlerle neo-Nazizm’i kınadı. Evet, tam üç gün sonra. Oysaki, bu tablo ilk kez kendini gösteriyordu Amerikan tarihinde. Bu geç ve yetersiz tepkiye realpolitik denilebilir ama vicdanların realitesi bu olmamalı.

Bir Yahudi devlet adamının, açık ve net antisemit söylemler eşliğinde Nazizmi ve bayrağının varlığını her türlü devlet ilişkilerinin üzerinde kınaması, hatta müdahale etmesi gerekmiyor mu?

Trump üzülmesin diye susmak veya vahim olayı alttan almak, İsrail – ABD ilişkilerine belki şu an için fayda getirebilir, lakin susmanın da bir kırmızı çizgisi olmalı.

Nazizm’e karşı Trump susabilir ama Netanyahu’nun çekingen kalma lüksü bile yok.

Yahudiler 72 yıldır boşuna mı “Bir daha asla” diyorlar?