Yeni kitabı üzerine Ester Almelek ile baş başa

Yedinci kitabını yayınlayan Ester Almelek ile sanat dolu yaşamını, kitaplarına ilham olan seyahatlerini ve Venedik tutkusunu konuştuk.

Sara YANAROCAK Sanat
16 Ağustos 2017 Çarşamba

  1943’te Mussolini faşizmi ve Nazi zulmüyle gölgelenen cennetten bir köşe olan Stresa’da gerçekleştirilen ve 57 Yahudi’nin ölümüyle sonuçlanan katliamı kitabına konu edinen Almelek, ‘Lago Maggiore’de Katliam’ı anlattı.


Ester Almelek ile yeni yayınladığı kitabı ‘Lago Maggiore’de Katliam’ üzerine söyleşmek için, onu evinde ziyaret ettiğimde, karşımda derya gibi derin, güneş gibi aydınlık, sanatçı bir kadın buldum.

Kitap bir yana, öyle bir sohbete aktık gittik ki, bu röportajı için gazete sayfasına sığacak kadar yazı yazmak zorunda kalmak, işimi oldukça zorlaştırdı.

 

 Sara YANAROCAK

μÖncelikle biraz hayatınızdan söz eder misiniz?

1945 yılında İstanbul’da doğdum. Benezra ailesinden geliyorum. Liseyi Notre Dame de Sion’da bitirdikten sonra, İsrail’e giderek Tel Aviv Üniversitesine eğitim almaya başladım. Orada iki yıl Fransız Filolojisi ve Ortadoğu tarihi okudum ama mezun olmadım. Çok gençtim, galiba yalnız olmayı daha fazla kaldıramadım ve İstanbul’a geri döndüm. 1970 yılında Yakup Almelek ile evlendim. Bir yıl sonra oğlum Alper, 1975 yılında da kızım Sibel dünyaya geldiler. Şimdi Alper’den Can ve Ela, Sibel’den ise Damla isminde toplam üç torunum var.

Çocuklar henüz ilkokul çağında iken, 1981 yılında, ani bir kararla Viyana’ya yerleşmeye karar verdik. Yakup işleri dolayısı ile İstanbul’a gidip geliyordu ama ben ve çocuklar sürekli olarak orada yaşıyorduk. Sibel o sene okula başlamıştı.

Ben de gün ortasında Almanca dil kursuna gidiyordum. Orada yaşadığım zamanları zevkle hatırlamıyorum. İnsanların arasında çoklukla hissettiğim antisemitizm ve o yıllarda hâlâ hissedilen neo-Nazi duygular, beni çok huzursuz ediyordu. Bu konuyla ilgili bazı nahoş anılarım bile var. Kısacası orada mutsuz oldum. Çocukları toplayıp İstanbul’a geri döndük. Bir daha da başka ülkelere göç etmek gibi bir düşüncemiz olmadı. O zamandan sonra bir daha Viyana’ya ayak basmadım!

μSanata olan ilginizden ve kitabınızdan bahsetsek…

‘Lago Maggiore’de Katliam’ kitabının ilk düşüncesi, 2015 yılının kasım ayında abim Moiz Benezra ile birlikte oraya yaptığımız üç günlük bir tatil sırasında sırasında oluştu. Ziyaret ettiğimiz Stresa şehri Lago Maggiore’nin (Maggiore Gölü) etrafındaki ufak yazlık şehirlerinden biri. İtalyanlar burayı genelde yazlık ve sayfiye yazlık olarak kullandıkları için bizim gittiğimiz dönemde çok tenhaydı. Şehir meydanında gözüme çarpan tek kitapçı dükkânına girdiğimiz zaman, dükkânın sahibine Holokost dönemine ait şehirde yaşanan olaylar hakkında sorular sordum. Dükkân sahibi bana birkaç şey anlattıktan sonra, bu konuda yazılmış bir kitap verdi. Söz konusu kitap, Gazeteci Yazar Marco Nozza’nın kaleme aldığı ‘Hotel Meina’ adlı kitabıydı. Bu kitap öncelikle başvuru kitabım oldu. Ayrıca abim de ‘Even 1943 Olocausto Sul Lago Maggiore’ adlı bir Holokost belgesel filmini, İsviçre’de televizyonda izlediğini anlatmıştı. Bu konuyu incelemeye ve hakkında yazmaya karar verdim. Derin araştırmaların ardından bu kitap ortaya çıktı.

μKitaptaki kahramanlar gerçek mi, kurgu mu?

Otel sahipleri, öldürülen diğer Yahudi aileler, bahsedilen iyiliksever rahip ve manastır gerçek. Sadece romanın başkahramanı Yahudi anne - kız ve onları koruyan genç İtalyan ailesi hayal ürünü. Bunları olaylara yaşanmışlık hissi, duygusallık ve çeşni katmak için ekledim.

μVenedik yaşamınızda önemli bir yer kaplıyor, değil mi?

Ben bir Venedik aşığıyım. Oraya sık sık gidiyor ve uzun zamanlar geçiriyorum. İtalyanca ‘sanat tarihi’ kursları veren, İtalyan bir kadının evinde, hem bir oda tutup kalıyorum, hem de verdiği derslere katılıyorum. Venedik sanatsal olarak beni çok besliyor.

İstanbul’da da, İtalyanca kurslarına katılıyorum. Bu sene akordeon dersleri almaya başladım. Evde klavyem de var, çalmayı çok severim.

Daha önce yayınlanmış diğer kitaplarınızı hatırlatır mısınız?

‘Lago Maggiore’de Katliam’ yayınlanan yedinci kitabım. İlk kitabım 2009 yılında yayınlandı, ‘Bu Şehri Seviyorum - İstanbul-Viyana-Venedik-Paris.’ Sonra sırasıyla ‘Venedik’te Sanatın Gölgesinde Aşk’, ‘Çölün Cazibesi’ (Bu kitap İsrail ile Mısır’ı anlatır), ‘Avrupa ile Asya Arası Yolculuklar’, ‘Sihirli Üçgen’ ve ‘İzmir Son Durak’ adlı kitaplarım yayınlandı.

Almelek Sanat Galerisinden bahsetmesek olmaz; bir döneme damgasını vurmuş bir galeri idi…

1988 yılında artık çalışmak istediğime karar verdiğimde, aynı yıl içinde Almelek Sanat Galerisini açtım. Tam 27 yıl boyunca kesintisiz olarak, yardımcımla birlikte orayı yönettim. 2015 yılında artık yorulduğumu hissettim ve galeriyi kapattım. Orada çok güzel ve başarılı işler yaptık. Aralarında Abidin Dino, Nuri İyem olmak üzere çok önemli sanatçılara ev sahipliği yaptık, sergiler tertipledik. İstanbul’da, Amerika’da, Venedik’te bieanellere ve fuarlara katıldık.

Galeriyi kapatınca yolculuklarım başladı. Sonrasında da peş peşe, seyahatlerimin ürünleri olan kitaplarım doğdu.

 ‘Lago Maggiore’de Katliam’ üzerine

İstanbul’dan Maggiore Gölü kıyısındaki, dışarıdan küçük ve sevimli görünen ama geçmişin acılarıyla yoğrulmuş Stresa şehrine gerçekleştirilen bir yolculukla açılan eski defterler iki kuşağın belleğini, duygularını ve paylaşımlarını tazeleyecek…

1943 sonbaharında Mussolini faşizmi ve Nazi zulmüyle gölgelenen cennetten bir köşe Stresa’da gerçekleştirilen ve 57 Yahudi’nin ölümüyle sonuçlanan Yahudi katliamından kızı Dina’yla İstanbul’a kaçarak kurtulmuş olan Sarita, yıllar sonra kendisini bu zulümden kurtaran can dostunun ölümü vesilesiyle torunu Sibel’i yanına alarak, doğup büyüdüğü topraklara dönecek. Ölüm, işkence ve toplu katliamlarla gölgelenmiş kara günlere göğüs geren Stresa sakinlerinin tanıklıkları ışığında yaralar anlatıldıkça sarılacak, ket vurulan anılar paylaşıldıkça yıllanacak…

‘Lago Maggiore’de Katliam’ heyecanın hiç dinmediği bir gerilim ya da kurgusal bir polisiye kitabı değil. Küllenmiş acıların ince ince dokuduğu ve acının kurguladığı, yaşanmış bir tarihe tanıklık öyküsü…

Hayatınızın İzmir dönemi nasıl başladı?

Kızım Sibel evlenip, İzmir’e yerleşince, ondan çok fazla uzak kalmamak için bir ev edindik. Sonra torunumuz Damla doğunca, onunla yakından ilgilenebilmek için artık ayın on gününü orada geçirmeye başladım. ‘İzmir Son Durak’ adlı kitap böyle doğdu zaten.

Son söz: Ester Almelek, gökkuşağının bütün renklerini ruhunda barındıran, dünya güzeli bir insan. Onun yaşamı, sayfalara sığamaz ama bu kadarıyla yetinmek zorundayız.

Her şey için teşekkürler Ester Almelek, sevgiyle kalın.