Başarısız bir sosyal laboratuvar denemesi: Filistin Mandası

Yahudi toplumu Filistin Manda İdaresi altındaki siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişimini tüm zorluklara rağmen sürdürürken bunu Araplar için söylemek, ne yazık ki, olanaksızdır. Müslüman olsun, Hıristiyan olsun, Araplar çoğunlukla köylerde her tür olanaktan uzak yaşamaktaydılar. İngilizlerin çiftçilere sunduğu yeni teknolojiler, inşa edilen yeni yollar, sağlık ve eğitim sisteminde yapılan düzenlemeler… Bunların hiçbiri Arap yaşantısının geri kalmışlığını tersine çevirememişti.

Marsel RUSSO Perspektif
31 Mayıs 2017 Çarşamba

Arap geleneğinin ‘düzeni ve rahatı koruma’ görüşü toplumun sosyal değişimini zorlaştırmıştı. Genel kanı, İngilizlerin Yahudilere daha yakın olduğu, yaşamsal konularda onlara daha fazla olanak tanıdığı görüşü şeklindeydi. Diğer bir deyişle Arapların Britanya emperyalizmi tarafından yok sayıldığı ve belli bir plan ve amaç doğrultusunda geri bırakıldığı, günümüzde dahi ileri sürülen bir savdır…

Oysa buna doğru demek hakkaniyetli bir yaklaşım olmaz. Yahudiler, içinden geldikleri Avrupa toplumlarının kendilerine kattıkları ile İngilizlerin sunduklarından daha fazla yararlanmayı bilmişlerdi... Belki de bu, Yahudilerin o ana dek ve ondan sonra ‘Son Çözüm’ çerçevesinde karşılaştıkları felaketlerin ironik bir ödülü olmuştu.

Faysal’ın, 1919 Paris Görüşmeleri sürecinde, Filistinli Arapları yok saymasından bu yana, Arap siyaseti uyur durumunu sürdürmüş, değişik kabileler arasındaki ilişkilere indirgenmişti. Bir yanda ekonomik çıkarlar, diğer yanda gurur, nüfuz gibi feodal içerikli ihtiraslar Arapların ideolojik fikirler etrafında toplanmalarını mümkün kılmamıştı. Arap milliyetçiliği adına yola çıkarken oluşan Hıristiyan – Müslüman örgütlenmesi zaman içinde gevşemiş, dağılmıştı. Kudüs Müftüsü Hacı Emin El Hüseyni’nin Arap toplumunun lideri olarak tanınması, toplumunun örgütlenmesini ve gelişimini genelde İslami temalar üzerine oturtması, Hıristiyan Arapların, Filistin’deki Arap toplumunun geleceğine odaklanan fikirsel katkılarını yok etmiş ve bu arada İslam’ın siyasileştirilmesi sürecini başlatmıştı.

Yahudiler için ‘devlete giden yolda’ ilerlemek ne kadar merkezi bir amaç olmuşsa, feodal yapı içine sıkışıp kalan Arap toplumu için bu, o denli yabancı bir fikir olarak kalmış, Arap toprak sahiplerinin kesinlikle karşı çıktıkları bir ideal olmuştu.

YAHUDİ LİDERLERDE FİKİR AYRILIKLARI

Öte yandan, Histadrut’un1 başkanı olan David Ben-Gurion’un öne çıkışı ve toplumsal refah için sosyalist temaları kullanması ile Yişuv’da yapılan çalışmalar, Yahudi Ulusal Hareketin ağırlık noktasını Londra’daki merkezden Tel Aviv’e kaydırmıştı. Haim Weizmann ve David Ben-Gurion arasındaki güç savaşı, onların yanında Vladimir Jabotinsky’nin ve daha nice düşünürün varlığı, Yahudi toplumu içinde Araplara hiç benzerlik göstermeyen bir dinamik oluşturmuştu.

Ancak, Arap ve Yahudi toplumlarında sorumlu konumda olan hiçbir lider, o dönemde başlayan ve günümüze dek gelen çekişme, sürtüşme ve savaşların önüne geçebilmek, bu bölgede toplumlar arası anlayışa dayalı bir barış kurmak için - karşılıklı - yeteri kadar çaba sarf etmemişti. Toplumların birbirlerini tanımalarına, aynı coğrafyayı paylaşmalarına dayalı bir barış kurulamamıştı. Her iki toplumda, zaman zaman oluşan yumuşak hava da devamlılık gösterememiş ve uç noktaların hareketlerinden dolayı zarar görmüştü. Belki de Filistin Manda Yönetimi bu anlamda bir sosyal laboratuvar olma şansını yitirmişti. 

TOPRAK ALIŞVERİŞİ

Bu yıllarda Arap ve Yahudi toplumlarını bir araya getiren önemli konulardan biri toprak alım – satımıydı. Az önce sözü geçen feodal yapı içinde toprak, rahatlıkla alım – satımı gerçekleştirilebilecek bir maldı. Birçok toprak sahibinin Filistin sınırları dışında yaşadığı, buraların kesinlikle verimli olmayan çöl ya da bataklık olduğu, dolayısı ile işlenemeyeceği gerçeklerinden hareket edilirse, talibi olması son derece zor bu topraklara para veren çıkınca, ticari ilişkiye hazır bir ortam oluşur, doğal olarak. Genellikle, Arapların sundukları, Yahudilerin paraları yetmediğinden dolayı satın alamayacakları kadar çoktur.

En başından beri Yişuv yönetimi bu bölgede para karşılığı toprak satın alma yöntemini benimsemişti… Yüzyılın başlarında Yahudiler bir fon oluşturmuş ve toprak alımı için birikim sağlamaya başlamışlardı. Eş deyişle, yalnızca bu işe ayrılmış bir bütçeleri vardı. Araştırmalar yaparak toprak alımının bilimsel bir yolla düzenlenmesini ilke edinmişlerdi.

Ancak, dünyanın bu bölgesinde, bu tür alımların gerçekleştirilmesi için beşeri ilişkilerin kuvvetli olmasının yanında, ciddi bir şans faktörüne de ihtiyaç vardı. Nerenin alınması ve alınan toprağa ne kadar para verilmesi gerektiği Yişuv içinde devamlı bir tartışma konusu olmuştu; kırsal ve kentsel hayatın savunucularının argümanları çarpışmakta, her fikir ayrılığı ‘malın fiyatının artmasına’ neden olmaktaydı.

Kentsel yaşantının savunucuları, Yahudilerin, sanat, ticaret ve bilim alanındaki başarılarının ancak kentlerde tesis edilecek bir hayat ile devam edebileceğini düşünmekteydi. Öte yandan, asırlardır toprakla yüzleşmeyen Yahudi’nin toprakla barışması temasını işleyen kırsal yaşantının savunucuları, kırsalda yapılacak alımların burada yaşayan Arap toplumunun etkisini nötralize etmek yönünden kaçırılmaması gereken bir fırsat olacağını düşünmekteydiler.

Arapların düşündükleri ise topraklarını bir an evvel satarak paraya dönmekti. Bugünden geriye bakıldığında, Araplar Yahudilerin kendilerini topraklarından attıklarını iddia ederler, Yahudiler de bunu kesin bir dille reddederler… Yahudi Ulusal Fonunun kayıtlarında bulunan bir not durumu açıklıkla ifade etmektedir…

“Yabancılara adil davranmamız gerektiğini Mısır sürgünü sırasında öğrenmiştik. Sürgün topraklarından özgürlüğün topraklarına geçtiğimiz bu dönemde, aldığımız bu dersin gereğini yerine getireceğiz; kimseyi, bize yapıldığı şekilde, baskı altında tutmayacağız… Bilinmelidir ki, Arap toprak sahipleri topraklarını baskı altında kalmadan, karşılığını alarak ve ulusal çıkarlarına ters gelecek bir şekilde satmışlardır…”

Yişuv yönetimi 1937 yılında, topraklarını Yahudilere para karşılığında satan kişilerin listesini yayınlar… Dönemin Müslüman ve Hıristiyan Arap liderlerinden birçoğunun isminin listede yer alması düşündürücüdür: Kudüs eski Müftüsü Musa Kazim El-Hüseyni, dönemin müftüsü Hacı Emin El-Hüseyni’nin babası Cemal El-Hüseyni, kentin Belediye Başkanı Ragıp Al-Nasasibi gibi dini ve siyasi liderlerin yanında saygın iş adamları, toplumda öne çıkmış birçok kişi de ilgili listede yer alır.

Böylesi bir durumla karşılaşılmış olması Yahudi yönetimde değişik tepkilere neden olur… Weizmann’a göre, “Bu insanlar ruhlarını bile en yüksek ücreti verene satabilecek kişilerdir…”

Ben-Gurion ise olayı şöyle değerlendirmektedir: “Geleceklerini böylesine satılığa çıkaran liderle oturup anlaşmaya çalışmak çok zor ve hatta zaman kaybıdır. Aralarında gerçek milliyetçi varsa onları bulmak ve onlarla muhatap olmak gerekir.”

Jabotinsky’ye göre toprak satın alınması rüşvet vermekle eş anlamlıdır: “Onlar sattıkları toprağa karşılık bizden para alacaklar ve arkamızdan sinsince güleceklerdir. Esas olan toprağı hakketmek, onun için savaşmaktır… Rüşvet ile her şey satın alınabilir, ancak tarih ve toprak değil.”

İŞÇİ-PATRON İLİŞKİSİ

Birbirinden bu denli farklılıklar gösteren yaşam felsefeleri iş dünyasında da birlikteliğin ancak yapay olabileceğin habercisidir. Özellikle yeni Yahudi kentlerinin çevresinde oluşan Arap mahalleleri işgücü anlamında eşsiz fırsat sağlar. Yahudi girişimcilerin kendilerinden olan işgücünden ziyade Arap işçileri seçmesi hem Yişuv yönetimi arasında hem de Araplar arasında değişik yorumlara neden olur.

Yahudi İşçi Hareketi liderlerinden Berl Katznelson durumu anlamakta zorluk çekenlerdendir. “Kendine Yahudi işçi alan aslında kendine patron almaktadır…” Yahudiler, konumları ne olursa olsun bu toprakların gelişmesi için omuz omuza savaşmakta, burada yeni bir dünya yaratmaktadırlar. Böylesi bir dayanışma içinde olan Yahudilerin birbirleri ile patron – işçi ilişkisi içine girmeleri yapılan işin kalitesini olumsuz etkiler. Dolayısı ile Arapların iş gücünü kullanmak daha doğru olacaktır.

Bundan daha ötesi kapitalist bir yaklaşımdır: Araplar eğitimli değillerdir… İşçi haklarından, kadın erkek eşitliğinden, çalışma saatleri ve şartlarından habersizdirler; Avrupa’da eğitim görmüş Yahudileri bu anlamda işçi olarak görevlendirmek hem daha zor, hem daha pahalı ve sorunlu olacaktır.

Bu görüşler, özellikle doğu Avrupa’dan gelenlerin oluşturduğu ve Bolşevik / Sosyalist çizgide bir davranış sergileyen Histadrut için son derece zor bir durumu ifade eder. Histadrut, sosyalist görüşleri çerçevesinde, bir yandan Yahudi işçilerin haklarını arama konusunda hareket eder, öte yandan Arap işçilerin patronlar tarafından sömürülmesine, haklarının suiistimal edilmesine tepki gösterir…

Histadrut’un düşüncesinin iki aşaması vardır. Bunlardan biri ulusal niteliktedir, diğeri ise sosyalizm ile ilgilidir: Arap işçilerin haklarından habersiz, ağır şartlarda çalıştırılmaları, fikirsel anlamda içinden çıkılamayacak ya da sosyalizm adına savunulamayacak bir durumdur. Dolayısı ile Arapları da sendikal çalışmalar içine dahil etmek ‘işçi – patron’ ilişkisi açısından doğru olacaktır.

Ancak, Arap işçilerin Histadrut’a üye olmaları ve bu sendika sayesinde haklarını aramaları fikri, yapılan işin ulusal karakteri göz önüne alınarak reddedilir. Ben-Gurion bu bağlamda, Arapların kendi işçi sendikalarını kurmaları ve iş gücünü bu çerçevede düzenlemeleri gerektiğini ifade eder. Arap ve Yahudi işçi sendikaları arasında yardımlaşma ya da dirsek teması sağlanmasının kapısı ise açık bırakılır...

Yahudi yaşantısının kurulması sürecinde Yahudi işçilerden çok Araplara öncelik verilmesi – ki bu tamamen işletme mantığından ileri gelmekteydi – bu kez Filistin topraklarına yapılan aliya’yı olumsuz etkiler. Yişuv liderleri ve özellikle Jabotinsky, bölgedeki Yahudi nüfusunu çoğaltmanın gereği üzerinde durur. Ülke Yahudi gençliği tarafından inşa edilmelidir… Ben-Gurion da bir ifadesinde şöyle der:

“İbrani işgücünü oluşturmadan bölgeye daha fazla Yahudi genci çekmek mümkün değildir. İbrani işgücü olmadan Yahudi ekonomisinden söz etmek mümkün değildir. İbrani işgücü olmadan ulusal yuva kurmak mümkün değildir. Ancak serbest pazarın kurallarını da göz ardı etmemek gerekir… Bölgedeki tansiyon yükselince Arap işçiler ortadan kaybolur, gevşeme anlarında ise piyasaya geri dönerler…”

Yahudi – Arap ilişkileri sosyal ve ekonomik anlamda böylesi bir arz talep dengesine oturmuşken, ardı ardına patlamalarla bölgede elle tutulur hale gelen terör yeni bir dönemin habercisi olur…

 

 

Alıntılar: One Palestine Complete – Tom Segev

 1Yahudi İşçi Konfederasyonu